Vatandaşlık, hak, görev ve sorumluluk gibi kavramlar modern devletlerin (ulus devletlerin) kurulması ile yerleşmiş ancak özellikle gelişmiş Batı toplumlarında yüzyıllar süren toplumsal mücadeleler sonucunda şekillenmiştir. Bu süreç boyunca görece az gelişmiş ya da sömürge/yarı sömürge konumunda olan toplumlarda bu tür mücadelelerin yaşanmadığını söylemek büyük bir yanılgı olmakla birlikte modern devletin sağladığı çeşitli hakların daha tepeden inmeci bir biçimde toplum ve devlet hayatına girdiği de bir gerçektir. Ülkemizde de, vatandaşlık haklarının pek çoğu mevcut olanların genişletilmesi ve yenilerinin eklenmesi yoluyla Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş Anayasası ile belirlenmiş ve uygulamaya konmuştur. Yeni rejimle birlikte Anayasal güvenceye alınan vatandaşlık haklarının en büyük getirilerinden biri hakların genişleyen kapsamının yanı sıra bir önceki dönemde hayatın pek çok alanından dışlanan toplum kesimlerinin de vatandaşlık haklarına sahip hale gelmesidir. Buradaki önemli noktalardan biri hakların devamlılığının sağlanmasıyla ilgili mücadelenin önemli olduğunun farkına varılması gerekliliğidir. Bir diğer önemli nokta ise hakların da zaman içinde evrildiğidir. Bu da dönemin koşullarına bağlı olarak değişmesi gereken hak tanım ve içeriklerinin sürekli mücadele gerektirdiğini göstermektedir. Bir başka ifadeyle, devingen hak tanım ve içerikleri ile bu bağlamdaki mücadeleler birbirlerini karşılıklı olarak beslemektedir. “Halkın Hakları Forumu” bu anlamda büyük bir öneme sahiptir.
Değerlendirmelerini İngiltere örneğinden yola çıkarak yapan ve vatandaşlık haklarını medeni (mülkiyet hakkı, ifade özgürlüğü ve yasa önünde eşitlik), politik (yerel ve ulusal siyasete doğrudan ya da dolaylı olarak katılma hakkı) ve sosyal haklar (belli bir düzeyde ekonomik refah ve güvenliğin sağlanması konusundaki haklar) olarak evrimsel bir süreçte (her bir hak bir sonrakinin ortaya çıkma zeminini sağlamaktadır) tanımlayan sosyolog T.H. Marshall’ın bu analizle vardığı sonuçlar toplumların özgünlükleri gereği tüm toplumlar için birebir geçerli olmamakla birlikte yararlı bir çerçeve sunmaktadır. Türkiye gibi az gelişmiş ülkelerde bu hakların yüzyıllar boyunca evrimleşmekten çok anayasal güvence altında bir bütün olarak sunulması söz konusudur. Ancak, daha önce de belirtildiği üzere her toplum kendi koşulları ve dinamikleri çerçevesinde hak mücadelelerini de ortaya koymuştur ve günümüzde sahip olunan haklar ve uygulamaları üzerinde bu tarihsel gelişimin ve deneyim birikiminin olumlu/olumsuz etkileri vardır.
Ancak, günümüzde, farklı toplum kesimleri arasındaki dengenin devlet tarafından kurulmaya çalışıldığı anlayış giderek silinmekte ve sosyal haklarda pek çok önemli kısıtlamaya gidilmektedir. Genel bir değerlendirmeyle özellikle son dönemde Türkiye’de politik haklar bağlamında, en azından kağıt üzerinde, verilen/kazanılan haklar sosyal haklar pahasına gerçekleşmektedir. Temel vatandaşlık hakları, toplumda hemen her alanda ve toplumsal kesimde kendini gösteren iktidar ve güç ilişkilerini denetlenmesi olarak görüldüğünde, bu haklardaki herhangi bir aşınma, ilgili alanda yaşanan güç ilişkilerinde dezavantajlı kesimlerin daha da güçsüz bir duruma düştüğü anlamına gelecektir.
“Halkın Hakları Forumu”nda da daha çok kişinin belli bir ekonomik refah ve güvenlik gereksinimlerinin sağlanması alanına ait hakların tartışılması hakim ekonomik/sosyal anlayışın en çok aşındırdığı alan olan sosyal haklar alanına vurgu yapması açısından anlamlıdır. Forum kapsamında tartışmaya açılan farklı hak alanlarının her biri birbiriyle ilişki içinde olan alanlardır ve şüphesiz bir takım öncelik sıralamaları yapmak mümkün olmakla birlikte en sağlıklı yaklaşım bunların bir bütün olarak ele alınmasıdır. “Ulaşım hakkı”na sahip olunması ve bu hakkın kullanılacağı fırsat ve ortamların yaratılması kişilerin diğer sosyal hakların çoğuna “erişme” olanağı sağlaması açısından kilit noktada bulunan haklardan biridir. Bir başka deyişle, “ulaşım hakkı” eşitsizlik ve yoksulluğun da temelinde yatan “erişim” kavramına gönderme yapan, kişi ile sahip olduğu hakların hayata geçirilmesine “aracılık” eden bir hak alanıdır.
Diğer sosyal haklar gibi ulaşım hakkının da farklı ölçeklerde ele alınması gerekmektedir. Çünkü, ilgili olduğu ölçeğe (uluslararası, ulusal ve bölgesel/kentsel ölçekler) göre hakların içeriği ve kapsamı değişmektedir. Ancak, ulaşım hakkının bir sosyal hak olarak en belirgin biçimde ortaya çıktığı ölçek bölgesel/kentsel ölçektir. Aynı zamanda, büyük nüfusların bir arada bulunduğu, kentsel fonksiyonların çeşitlendiği ve etkileşimin en üst düzeyde yaşandığı kentsel alanlarda ulaşım hakkının diğer alanlarla ilişkisi en yoğun biçimde ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle ulaşım hakkının öncelikli olarak tartışılması gerektiği ölçek kentsel/bölgesel ölçektir.
Kentsel ölçekte ulaşım altyapısı ve hizmetinin sağlanması görevi belediyelere aittir ve ulaşım hakları mücadelesinin temel hedeflerinden biri de bu kurumlardır. En genel ifadesi ile kentte yaşayan farklı kesimlerin kentiçi ulaşımlarının güvenli, ucuz, adil ve çevre ve insan sağlığını kollayan bir biçimde sağlanması olarak ortaya konabilecek kentsel ölçekteki ulaşım hakkı ile diğer hak alanlarında ve bu konularda sürdürülecek mücadeleyi “hemşehrilik hukuku” etrafında şekillendirmek olası görünmektedir. Kişilerin çeşitli alanlarda sahip olduğu hakların yaygın olarak tanımlandığı ölçek ulusal ölçektir ve hakların bu ölçekte tanımlanması vatandaşlık kimliğinin benimsenmesi ve yasa ve uygulamaların bu kimlik temel alınarak gerçekleştirilmesi anlamına gelmektedir. Benzer bir biçimde kentsel ölçekte de haklar tanımlanmakta ve bunlar kentli hakları olarak toplanarak ülkelerin üzerinde anlaştıkları belgeler haline gelmektedir. Kentli haklarının temel alacağı kimliğin ise ulusal ölçekteki vatandaşlık kimliğine paralel bir biçimde hemşehrilik kimliği olarak öne çıkması düşünülebilir.
Hemşehrilik kimliği ve hemşehrilik hukuku ülkemizde belediye hizmet ve görevlerini düzenleyen yasalarda (1580 sayılı ve 1930 tarihli ilk belediye kanununda da yer almaktadır) öne sürülen ve üzerinde durulan bir kavram olmakla birlikte bu kavramla hedeflenen bakış açısı ve kültürün kentlerimizde oldukça eksik olması ve karşılıklı sorumluluk bilincinin gelişmemiş olması da kabul edilen gerçeklerdir. Bu eksiklik sadece devlet kurumlarına atfedilecek bir eksiklik değil, aksine sivil toplum alanının yani kentlilerin kendi aralarında kurdukları iletişim ve örgütlenme kültürü ile de yakından ilişkilidir. 5215 sayılı ve 2004 tarihli Belediye Kanunu’nun 13. maddesindeki hemşehrilik hukuku da belediye ve kentli arasındaki ilişkileri, görev ve sorumlulukları karşılıklı olarak ele almaktadır. Ancak, yine de kentli haklarının yerine getirilmesinin ve güvenceye alınmasının özellikle uygulama boyutu açısından öncelikli sorumlusu olan yerel yönetimlerin, kurumsal yapılarının da avantajını kullanarak bu konuda öncü bir rol üstlenmeleri gerekmektedir. Kaldı ki belediye yasası öncelikle belediye kurumlarının sorumluluk ve görevlerini ortaya koymaktadır. Başka bir deyişle, ilgili belediye sınırları içinde ikamet eden herkes o beldenin hemşehrisi olarak nitelendirilir. Bu bağlamda, yasada, “Hemşehrilerin, belediye karar ve hizmetlerine katılma, belediye faaliyetleri hakkında bilgilenme ve belediye idaresinin yardımlarından yararlanma hakları vardır... Belediye, hemşehriler arasında sosyal ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi ve kültürel değerlerin korunması konusunda gerekli çalışmaları yapar.” şeklinde ifade edilen düzenlemeler yer almaktadır.
Belediyenin hemşehriler arasındaki sosyal ve kültürel ilişkilerin gelişmesi için faaliyetlerde bulunması sorumluluğu, günümüz kentlerinde yaşanan birbirinden kopukluk ve izolasyon sorunuyla yakından ilişkilidir. İzolasyon ve kopukluğun artması bir ortak bir kent kültürünün yaratılmasını engellemektedir. Sosyo-ekonomik koşulların farklılaşması belirli bir seviyede kopukluğu zaten yaratmakta iken uygulanan bir takım siyasalar bu ayrımlaşmayı daha da körüklemektedir. Kentsel ulaşım alanında bunun en büyük örneği kent içi ulaşım biçimleri konusundaki önceliğin toplu ulaşım yerine özel ulaşıma verilmesi ve yerel kaynakların bu tercihe paralel biçimde özel taşımacılık için gerekli altyapı yatırımlarına akıtılmasıdır. Ancak sınırlı bir kesimin yararlanabildiği bu ulaşım biçimi hem kaynakların adil ve verimli kullanılması hem de farklı toplum kesimleri arasındaki ilişkinin sağlanması konusunda belediyelere verilen görev ile çelişmektedir.
Kısaca, ulaşım hakkı ve bu konudaki mücadele ile ulaşım politikaları kapsamında şunlar öne çıkmaktadır:
1. Ulaşım hakkı, Anayasada tanımlanması dolayısıyla açık biçimde bir haktır ve en üst hukuksal çerçeve ile güvence altına alınmıştır. Bunun yanında, sağlık, eğitim, çalışma, barınma gibi temel haklara erişimi sağlayan süreçlerin yerine getirilmesini içermesi, yani aracılık eden bir hak olması bakımından da ulaşımın bir hak olması durumu kuvvetlenmektedir. Kısacası, ulaşım hem kendi başına hem de diğer temel hakların hayata geçirilmesine olanak sağlayan aracı bir haktır. Örneğin, ulaşım altyapısının yetersiz kaldığı kent bölgelerinde yaşayan ve bütçeleri genelde oldukça kısıtlı olan aileler için kent merkezindeki bir hastaneye ulaşırken verilecek dolmuş/otobüs ücretinin önemli olduğu, hatta kimi durumlarda hastaneye başvurmayı engelleyici bir etki yarattığı yapılan alan çalışmaları sonucu ortaya konulmuştur. Benzer bir durum çocukların okula gönderilmesi süreci için de geçerlidir. Bunun yanında, özel araç ağırlıklı olarak kurgulanan ulaşım sistemi karayolu altyapısını güçlendirmeyi zorunlu kılmaktadır ve karayolu taşımacılığı bakım ve işletim maliyetleri ve enerji tüketimleri raylı sistemlere göre çok daha yüksek olan bir ulaşım biçimidir. Bu da, ulaşım hakkının enerji hakkı ile de ilgili olduğunu göstermektedir. Kısacasaı, en temel haklar olan sağlık ve eğitim hakları ile ulaşım hakkı arasındaki ilişki -diğer haklarla olan ilişkisi gibi- oldukça doğrudan ve açık bir ilişkidir.
2. Haklar, belli kabuller çerçevesinde ve belirli temeller üzerinde gelişip şekillenmektedir. Örneğin, vatandaşlık haklarının temel zemini ulus devletlerin varlığı ve en başta yer alan kabül ise ulus devlet sınırları içersindeki her bireyin ülkenin bir vatandaşı olarak diğer vatandaşlarla eşit haklara sahip olmasıdır. Haklar zaman içinde farklılaştığı gibi hakların temel zeminleri de çeşitlenmektedir. Günümüzde ulus devlet ölçeği yanında küresel ve kentsel ölçek de hakların tartışıldığı yeni zeminler olarak öne çıkmaktadır. Ulaşım hakkının içeriği konusunda uluslararası ölçekteki değerlendirme ülkeler arası düzenlemeleri içermektedir ve günlük yaşamın idame edilmesi ile dolaylı olarak ilişkilidir. Ancak, en basit örnekle, ülkelerin birbirlerine uyguladıkları farklı vize şartları diğer haklar gibi ulaşım hakkının da eşitsiz biçimlerde ortaya çıktığını ve toplumdan topluma farklı içeriklere sahip olduğunu göstermektedir. Benzer bir özellik ulusal ve kentsel ölçekte de geçerlidir. Ülkelerin ya da kentlerin her bölgesi ulaşım olanaklarından eşit biçimde yararlanamamaktadır. Bu da hakların içeriklerinin belirlenmesi ve tanımlanması ile uygulanmaları arasındaki açının çok önemli olduğunu ve bu açıdan da hakların uygulanması boyutunun özel bir dikakatle ele alınması gerekliliğine işaret etmektedir. Kentsel ölçekte adil, toplumun her kesimine ulaşabilen, yani etkin, ve kamusal mali kaynakların verimli biçimde kullanılmasını sağlayan vazgeçilemez ulaşım ilkeleri araç odaklı politikaların yayaları da eşit biçmde gözetmesi, günlük rutin kentiçi ulaşımın özel araçtan toplu taşımaya kayması yönünde altyapı uygulamaları ve düzenlemeler yapılması ve toplu taşımanın günümüzdeki eğilimin aksine yerel yönetimler eliyle görülerek özelleştirmeye konu edilmemesi şeklinde olmalıdır. Çünkü, hakların temel kabulü, belirlenen hakların, herhangi bir ayrıcalık gözetilmeden ve ayrımcılık yapılmadan herkesin hakkı olduğu yönünde olduğundan uygulamada eşitlik ve hakkaniyet ilkelerini hayata geçirmek en önemli boyut olarak öne çıkmaktadır.
3. Ulaşım hakkı konusundaki mücadele kentsel ölçekte aynı kentte yaşayan ve hem bireyler hem de bireyler ve belediyelar arasındaki karşılıklı hak, sorumluluk ve görevlerin genel çerçevesini çizen “hemşehrilik hukuku”nun geliştirilerek, üzerinde uzlaşılmış ilkelerinin oluşturulması sonrasında böyle bir temele oturtulabilir görünmektedir. Ulaşım hakkı devlet kurumlarının sunmakla yükümlü olduğu hizmetleri de içerdiğinden ve özellikle yerel ölçekle bağlantılı olduğundan bu hak mücadelesinin en önemli hedeflerinden biri yerel yönetimler ve başta belediyeler olarak karşımıza çıkmaktadır. Toplumsal mücadelelerin başarısı odaklanılan konunun kapsamının dar tutulması, varılmak istenen hedefin net tanımlanmış olmasıyla yakından ilişkili olmakla birlikte harekete geçen toplum kesimlerinin nicel büyüklüğü de çoğu zaman mücadelenin ses getirmesini ve taraftar kitlesini arttırması dolayısıyla başarı üzerinde önemli bir belirleyici olmaktadır. Sadece nicel büyüklük ile sınırlandırılmayacak olmakla birlikte toplumsal mücadelenin bir ayağını nicel büyüklüğü de etkileyecek olan stratejik ortaklıklar kurmak oluşturmaktadır. Belirlenen hedefler doğrultusunda bu tür ortaklıkların kurulması önemli avantajlar sağlayacaktır. Örneğin, Kızılay’ın trafiğe kapatılması girişiminde ikiye bölünen Kızılay esnafının taraflarından biri olan metro dışındaki esnaf grubuyla Ankaram Platformu’nun gerçekleştirdiği işbirliği trafik düzenlemesi girişiminin geriye çekilmesine yönelik çabalarda önemli bir etki yaratmıştır.
* ODTÜ Kentsel Politika Planlaması ve Yerel Yönetimler Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi olan Gülçin TUNÇ'un atölyemiz için hazırladığı yazıdır.