73 yıldır, halka, bilimsel ve akılcı olanı göstermeyi amaçlamış bir kurum olan Halkevi ve onun sanatla ilgili tavrı…
Sosyo- kültürel alanda yapılan çalışmalar (meydana gelen eleştiriler) ortaya şunu çıkarmıştır ki , sanatın kitleleri yönlendirmede önemli bir yeri vardır. Şüphesiz bireyleri arasında kişilik özellikleri belirmiş üyeleri bulunan topluluklarda , üretenle alımlayıcı yada tüketici arasındaki dengenin ideolojiye yansıması bir gerçekliktir. O halde toplumsal gelişimin (evrimin) en önemli basamağı da bireysel gelişim-kişilik oluşum sürecidir. Bu gerçeklik üzerinden de evrimin araçlarını sıralarken , sanatı, baş sıralara koymak kaçınılmazdır.
İlkçağlardan bu yana -ilkel toplumlar da bile- üretim, üretim yolu, alıcı , alımlama yolu ve alıcının tavrı ( ve sonuçta ki tüketim) ile oluşan sistem, toplum ilişkilerinin temelini oluşturmaktadır. Toplumun çekirdeği olan insan ise; bu sistemde üretici yada tüketici olarak yerini almıştır. Üretimin kalitesinin yanı sıra, tüketimin doğruluğunun da, o toplumun bireylerinin kişilik gelişimiyle orantılı olduğu görülmüştür. Bu yönüyle bakıldığında ise, bireylerin kişilik özelliklerini etkileyen etmenlerinde önemi ortaya çıkmıştır. İşte sanatta tam burada önemini kazanmaktadır .
Sanat üreticisi(sanatçı) ile onun alımlayıcısı (dinleyici,seyirci…) arasındaki ilişki psikolojik bir süreç gibi ilişkide bulunanların bilinçaltına değişik kodlamalarla yerleşir ve toplum içindeki diğer üretim-tüketim dengelerine de kişisel bilinç olarak yansır. Bu gerçeğin fark edilmesiyle beraber, toplumlar, zamanla, sanatın “işlevsel” yönüyle ilgili kendi ideolojilerini geliştirmişlerdir.
Devam eden dönemlerde ise, kimi zaman sanat, bağımsız bir kimlik kazanıp, işlevsel yönünün dışında, sadece üretim ve üretimin tek başına olan değeri yönüyle de karşımıza çıkmıştır. Yani sanat, bir kişi yada ideolojiye hizmet etmekten çok, kendine ait olan öz değerini ortaya çıkarmıştır. Bu süreçle beraberde sanat, serüvenine sırtına yüklenmiş şu soruyla devam etmiştir. Gerçekten de Antik Yunan’dan bu yana sanatın sanat için mi yoksa toplum için mi yapılacağı sorusu hep sorulup durmuştur.
Birçok düşünür, tarih içerisinde, kendi devlet politikalarını açıklarken, sanatın önemine değinmişlerdir. Gerek Aristos’u, Platon’u, gerek Hegel’i, Marks’ı kendi ideolojilerinde sanatın önemini görmüş ve dolaylı yada dolaysız bu önemden bahsetmişlerdir.
Tarihsel süreç içinde ki sanat bir yana, 20-21. yüzyıl içindeki sanatların oluşum ve gelişim süreci de bir başka önemi vurgular. Günümüz dünyasında -özellikle batıdaki sanayileşme süreciyle beraber- hıza bağlı bir sanat anlayışı ortaya çıkmıştır. Bu dönemle beraber, sanat akımları çok çabuk ortaya çıkıp, kayboldukları gibi, sanatın, üretim-alımlama ve sonuçta tükenme sürecide hızlanmıştır. Artık dünün sanatı değerini çoktan yitirmiştir ve müzelerde yaşamaya mahkumdur; yeni üretilenin sonu da farklı olmayacaktır. Sanat, öyle hızlı bir sürecin içindedir ki sanki kendini yok etmeye programlı bir bomba gibi bir sonra gelene yer açmak için kaybolur. Kısacası tüketim çılgınlığında gelinen noktada da sanat çoktan nasibini almıştır. Bir üreticisi ve alıcısı olduğuna göre artık her şey sanattır. İşte durum bu noktaya gelindiğinde de artık hangisinin sanat eseri olduğu sorusundan çok “ne kadar sanat olduğu” sorusu gündeme gelmiştir.
Sonuç olarak sanatla ilgili gelinen nokta açıktır. Bundan sonra esas önemli olan bir sorun bütünlüğü ortaya çıkar. Peki hangi sanat yada nasıl bir sanat?... Bu durumda, artık, sanatla ilgili alınan tavır net olmalıdır. Küreselleşme politikalarıyla bilinçli bir şekilde yok edilmeye çalışılan yerel kimlikler -karşıt bir tavırmışçasına- kendi özgün sanatına sahip çıkmalıdır. İzlenecek yol yerelden evrensele giden bir süreçten geçer. Batının sanat normları, her zaman bu yerel değerlerle örtüşmeyebilir. Bu da her batı sanat akımı ve kuramının doğruluğuna yada genel-geçer tavrına saplantılı olunmaması gerektiğini ortaya koyar. Aslında bu geleneksel değerlere boğulmuş bir sanat anlayışı da olmamalıdır. Artık sanatçı ve sanatsever çok daha fazla bilgiyle donanmalı ve karşılaştırmalı bir sanat anlayışını kabul etmelidir. Artık ne batı taklitçiliği ne de geleneksel bağnazlıklarla bir noktaya varılabilir. Geleneksel sanatlar “vardır, doğrudur, güzeldir” ancak günümüzün sanat anlayışına yön veremez. Eğer bu sanatlar kendilerini evrensel bir dille ifade edebiliyorlarsa yerel kimliğin güzel bir taşıyıcısı, aynası olabilirler ancak böyle bir özellikleri yoksa sanatsal olarak, işlevsellikleri dışında “yok“ sayılırlar.
Bu gerçeklerle beraber çağcıl, değerini kendi özünden alan fakat halkının değerlerinden ve geleneksel tavırlardan uzak olmayan bir sanat tavrı içinde; yerel kimliğin korunduğu fakat evrensel bakış açısıyla da alımlanabilen çok yönlü bir sanat anlayışı, günümüzün beğenilerine gerçek bir alternatif oluşturacaktır.
Şüphesiz Halkevleri de değerini halktan alan bir kurum olması yönüyle, halkın sanatını, “herkes için sanat” anlayışıyla yürütmelidir. Ancak bu tavır, halkın beğenilerini yinelemekten çok, geliştirmek ve dönüştürmek şeklinde olmalıdır. Halkevleri, artık bu süreçte, “eğitici” kimliğiyle kendi sanatbilim teorisini oluşturmalıdır. Bu bilimsel yaklaşımla beraber, halkın beğenilerine farklı ve çağcıl bir alternatif de sunulmuş olunacaktır.