12 yıllık zorunlu eğitimi kesintili yapmaya yönelik yasa tasarısı, gelişmiş ülkelerden örnekler veriyor ya, biz de dışarıdan başlayalım. İngiliz Jarvis, eğitimi, öğrenenin öğrenmesine ve anlamasına yönelik insancıl temelleri olan planlanmış olaylar serisi olarak tanımlıyor (Adult and continuing education: Theory and practice, Londra, 1983). Amerikalı Darkenwald ve Merriam bu kavrama biraz daha derinlik getirip eğitim için, “amaçlı, sistematik ve uzun süreli olarak, bilgi, beceri, tutum ve değerlerin uyandırılması, aktarılması ve kazandırılması çabaları olduğu kadar bu çabaların da sonuçlarıdır” diyor (Adult education: Foundation of practice, New York, 1982). Son tanımda geçen bilgi, beceri, tutum ve davranışlar, daha akademik bir dille söylendiğinde eğitimin, kişinin, bilgilenmesiyle ilişkili olan “bilişsel”, el, kol, bacak ve vücudunu kullanma becerilerini kazanmasına yönelik “devinimsel”, sevme, üzülme ve güzel duyular kazanmasına yönelik de “duyuşsal” hedeflerini gösteriyor. Kişi bilişsel, duyuşsal ve devinimsel gelişimini tamamladıkça özgürleşip kendini gerçekleştirebiliyor.
Meslek olarak kişinin bilişsel, devinimsel ve duyuşsal gelişimine yardım eden öğretmenlerle öğrenme, eğitimin felsefesi, tarihi, ekonomisi ve sosyolojisi, eğitim etkinliklerinin planlanıp programlanması, öğrencinin başarısının ölçülüp değerlendirilmesi, öğrenciye psikolojik hizmet verilip danışmanlık yapılmasıyla ve benzeri “eğitsel” konularla akademik olarak ilgilenenlere eğitimci deniyor.
Dolayısıyla eğitimin tanımı da, eğitimcinin temel işlevini belirliyor: Çocuğun bilişsel, devinimsel ve duyuşsal gelişimine yardımcı olmak.
Toplumsal yaşamda, barış ve huzur içinde yaşamak ve çağdaş değerlere sahip olmak, kişilerin duyuşsal gelişimleriyle paralellik gösteriyor. Duyuşsal gelişimini üst boyutlara taşımış insanlar, kindar olmadıkları gibi kininin davacısı da olmuyorlar. “Yurtta barış, dünyada barış” söylemini canı gönülden benimsiyorlar. Vicdanlı oluyorlar. Emeğe saygılı olurken sömürüye karşı duruyorlar. Yalandan, dolandan, birilerini kandırmaktan uzak duruyorlar. İnsanlara onların cinsiyeti, inancı, etnik kökeni ve varsıllık özellikleri üzerinden yaklaşmıyorlar. Depremzede ya da töre cinayetine maruz kalan kişi yurttaşı da olsa, bir başka ülkenin insanı da olsa benzer acıyı paylaşıyorlar. Bir güzel sanat eserini, kimin yaptığına bakmaksızın değerlendirebiliyorlar. Türk müziğinden de, klasik müzikten de, tiyatrodan da, baleden de, şiirden de romandan da hoşlanıyorlar. Duyuşsal gelişim, bireyin insancıllaşıp toplumsallaşmasına ve evrenselleşmesine daha çok yardımcı oluyor.
Bu noktada, eğitimin üç temel hedefinden hareketle, mesleki eğitim ile genel eğitim arasındaki temel bir ayrıma kısaca değinmek gerekiyor. Genel eğitim, eğitimin üç temel hedefinden üçünü de içerirken mesleki eğitimde, işin doğası gereği, bilişsel boyut hedefi sınırlı olurken duyuşsal boyut hedefine pek yer verilmiyor. Genel lisede öğrenci değişik alanlarda ve daha çok bilgi edinirken, meslek lisesindeki öğrenci içinde bulunduğu alanın bilgisi üzerinde daha çok yoğunlaşıyor. Genel liselerde devinimsel hedefler beden eğitimiyle sınırlı kalırken meslek liselerinde, ilgili araç-gereci kullanma becerileri de kazandırılıyor. Buna karşılık, sanatsal ve sosyal ders ve etkinliklerle öğrencinin genel liselerde kazandığı duyuşsal gelişim, meslek liselerinde olmuyor. 1970’lerden bu yana Türkiye’de yapılan araştırmalar da, genel lise mezunlarının duyuşsal gelişimlerinin meslek liselilerin gelişimlerinin çok ötesinde olduğunu gösteriyor.
Gelişmiş ülkeler, bilgi/öğrenme/iletişim çağında da hakimiyetlerini başkalarına kaptırmamak için, bir yandan öğrencilerin yeni şeyleri öğrenmelerini kolaylaştırması ve öte yandan da öğrencinin bilişsel, devinimsel ve duyuşsal gelişimlerini sağlaması nedeniyle, zorunlu genel eğitimin süresini uzatmanın yollarını arıyorlar.
Bu gerçeklerin ışığında eğitimcinin işlevi, ona, çocuğun bilişsel, devinimsel ve duyuşsal gelişimini gerçekleştirme ve kollama sorumluluğu veriyor. Bu sorumluluk eğitimcinin, çocuğu bu hedeflerden uzaklaştıracak girişimlere karşı duyarlı olması ve karşı durması sorumluluğunu da getiriyor.
Öte yandan Jarvis’in eğitim tanımında yer alan insancıl boyut da, eğitimciye ikinci bir işlev yüklüyor: Çocuğun bu üç boyut üzerinden gelişmesine yardımcı olurken insancıl temellerden kopmamak, çağın laik, demokratik ve insan hakları değerlerinin dışına çıkmamak.
Bu insancıllık ve sorumluluk konusuyla ilgili olarak ve bir an için, öğretmeni ve öğrencisi çok olan bir okuldaki öğretmenleri düşünelim. İşçi/ köylü/ memur/ tüccar çocuğu olan öğretmenin, öğrencisine ailesinin varsıllık düzeyi üzerinden yaklaşması mı beklenir? Kadın/ erkek öğretmenin, karşı cinsteki öğrenciye farklı davranması mı beklenir? Türk/ Kürt/ Rum/ Ermeni/… öğretmenin, kendi etnik grubundan olmayanları dışlaması mı beklenir? Hanefi Müslüman/Alevi/Hıristiyan/Musevi/… öğretmenin, öğrenciye kendi inancını aşılamaya çalışması mı beklenir? AKP/CHP/MHP/BDP’li öğretmenin, kendi siyasal anlayışına göre öğretmenlik yapması mı beklenir?
Çağdaş değerlere sahip olan herkesin beklentisi ve vereceği yanıt bellidir: Öğretmen ne bu tür kimliğini öne çıkarmalıdır ne de böylesi özelliklere göre ayrım yapmalıdır. Eğitim-öğretim açısından, öğretmenin varsıllık düzeyi, cinsiyeti, etnik kökeni, inancı ve siyasal anlayışı ile öğrencinin varsıllık durumu, cinsiyeti, etnik kökeni, inancı ve siyasal anlayışı arasında bir ilişki olmamalıdır.
Bu nedenle, eğitimcinin insancıl işlevi, ona, eğitim-öğretim süreçlerinde öğrencinin kişisel özelliklerinden kaynaklanan dezavantajlarını giderme yolunda öğrenciye yardımcı olma dışında, bu farklılıklar üzerinden öğrenci ayırımı yapmama sorumluluğu yüklemektedir. Bu sorumluluk, genelde eğitim sürecinde ve de özellikle zorunlu eğitim sürecinde, varsıllık düzeyi, cinsiyeti, etnik kökeni, inancı e siyasal anlayışına göre öğrenciyi mağdur bırakacak girişimlere karşı duyarlı olma ve karşı çıkma sorumluğunu da getirmektedir.
Eğitim-öğretim süreçlerinde kişilerin kafasını karıştıran bir durum da, kavram karmaşasıdır. Kavram karmaşası, bir yönüyle anamalcı küresel sömürü sürecinde bilerek yaratılsa da, bir yönüyle gelişmiş ülkelerde kullanılan kavramların Türkçeleştirilmeleri sırasında ortaya çıkmış bir durumdur. Örneğin İngilizcesi primary, secondary ve higher education olan kavramlar Türkçeye sırasıyla, ilk, orta ve yüksek eğitim yerine ilk, orta ve yüksek öğretim olarak; İngilizce apprenticeship training sözcüğü de, çırak yetiştirme yerine çıraklık eğitimi olarak çevrilmiştir. Traning yerine yanlış olarak eğitim ve education yerine de öğretim denmesi, eğitim ile öğretimin birbirine karıştırılmasına neden olmaktadır. Örneğin kimilerinin küçük çocukları kapkaççı olarak yetiştirdikleri bilinmektedir. Kapkaççılığı kolaylaştıran tüm becerilerin çocuğa öğretildiği bu süreç, bu öğretimler insancıl olmadığından ve çocuğun bilişsel ve duyuşsal gelişimini yadsıdığından, bir eğitim süreci olmamaktadır.
Bu bağlamda da, eğitimcinin bir başka işlevi ve sorumluluğu ortaya çıkmaktadır: Öğretim ile eğitimi birbirine karıştırmamak, eğitimin pek çok öğretimleri içermesine karşın öğretimlerin ne zaman eğitim anlamına gelmediğini bilmek, hangi öğretimlerin eğitim boyutunu yadsıdığını betimlemek ve öğrencilere dayatılmak istenen eğitim boyutu yetersiz öğretiler konusunda bilinçli olup karşı çıkmaktır.
Zorunlu eğitim kesintili olduğunda olacak olan bellidir: Genel eğitimlerine devam edeceklere bilişsel, devinimsel ve duyuşsal gelişimlerini gerçekleştirme fırsatları verilirken 4’üncü sınıftan açıköğretime/ çıraklığa ayrılacak olanlardan bu fırsat esirgenecektir.
Temel işlevlerinin ve sorumluluklarının bilincinde olan eğitimcinin, bu tür girişimleri desteklemesi olanaksız olduğu gibi bu tür girişimlere karşı çıkmaması da olanaksızdır.
Meslek ahlakı, mesleğin işlev ve sorumluluklarına sahip çıkıp çıkmamakla ilişkilidir.
sol.org.tr