Değerli Halkevciler, Dostlar!
Yaşadığımız bu dönemde büyük tekellerin tamamen serbest davranabilmesi için yeni yapılar inşa ediliyor. Alınteri/yoğun emek ile birikmiş her ama her şey özelleştiriliyor.
Şirket hakları insan haklarının üstüne çıkarılıyor. Yaşama anlam ve değer katan her şey, “ekonomik gereklilikler” öne sürülerek insanların aleyhine, şirketlerin çıkarına yeni kurallar içine alınıyor ve yasaklanıyor.
Ulus devletleri yönetenler ile IMF ve Dünya Bankası, büyük tarım ve gıda tekellerinin koruyuculuğunu yapıyorlar. Bütün dünyayı onlar için değiştiriyor, dönüştürüyorlar…
Bugünkü çiftçilerin yaptığı çiftçilik mesleği, tarım sektöründeki büyük tarım ve gıda tekellerinin yeni ihtiyaçlarına göre şekillendirilmeye, dönüştürülmeye çalışılıyor.
Türkiye’de de tarım politikaları büyük tarım ve gıda şirketlerinin çıkarlarına yanıt verecek şekilde değiştiriliyor, dönüştürülüyor…
Bir dizi yasal düzenlemeler, fiyat politikaları ile üretimden pazarlamaya çiftçileri baskılayacak yaptırımlar uygulanıyor, büyük tarım ve gıda şirketlerine yeni özgür alanlar açılıyor. Çiftçileri üretimden caydıracak politikalar uygulanıyor. Üretici ve tüketici lehine piyasayı düzenleyen kamu kuruluşları, şirketler serbestçe at koşturabilsin diye ya özelleştiriliyor ya da kapatılıyor.
Hayvancılıkta piyasayı düzenleyen kurumlar olan Et ve Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu ve Yem fabrikaları kapatılmadan önce 84 milyon olan hayvan sayımız 37 milyona gerileyince ülke insanı et bulamaz oldu. Hükümet çözümü üretimi arttırmada değil, et ithalatında arıyor. Kendi çiftçisinden esirgediği destekleri ithalatla yabancı tarım ve gıda şirketleri aktarıyor.
Bütün bu yanlışlıklar yapan hükümetler her şey gayet iyiymiş gibi çayda piyasayı düzenleyen ÇAY-KUR, şekerde piyasayı düzenleyen Şeker fabrikaları şirketler bu alanlara egemen olsun diye özelleştirilmelerine girişebiliyor.
Ülkenin enerjiye ihtiyacı var diye tüm akarsuların üzerine Hidro Elektrik Santraller (HES) kurduruluyor. HES’lerin eneri amaçlı olduğu gerçek değil. Enerji nakil hatlarında ki kaçağın yüzde 24 olduğu, devlete ait barajların yüzde 50 kapasite ile çalıştırıldığı, 1700 HES’in üreteceği enerjinin ise sadece yüzde 2,5 olduğu gerçeği ortadayken HES’lerin enerji amaçlı olduğuna biz çiftçileri kimse inandıramaz.
Sular 49 yıllığına şirketlere veriliyor. Çevresindeki verimli alivyonlu toprakları şirketler adına devlet istimlâk edebiliyor. O zaman HES’ler su ve toprak yağmasından başka bir şey değil.
Üretim girdileri almış başını gidiyor, o konuda hükümetin bir önlemi yok. Bütün bu yanlış politikaların sonucunda Türkiye’de her 50 saniyede bir çiftçi iflas ediyor. Buna hükümetler gibi diğer kesimler de aldırmıyor.
Bakın sermaye bu yeni küresel krizden çıkmak için kaynakları ele geçirmeye yönelmiş durumda. Gıdayı, suyu, enerji kaynaklarını ele geçirmek için hamle üzerine hamle yapıyor. İnsanların en hassas konusu olan sağlık bölümünü ele geçirmeye çalışıyor. Eğitimi özelleştirme çabaları had safhada. Sermaye kendisini buralardan üretmeye çalışıyor. Yani sorun alanları buralar. Biz çiftçiler direnç noktaları oluşturulması gereken yerlerin, sorunların yaşandığı sorun alanları diye düşünüyoruz…
Evet dostlar,
Her şeyi bu kadar aleni bir biçimde şirketler lehine düzenleyen hükümetler kuruldu, yıkıldı, yenileri kuruldu. Değişen bir şey yok. O zaman bize de suyu kullanma hakkını koruma, toprağımızı ve onurumuzu koruma kalıyor.
Saygılarımla.
Abdullah AYSU (Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu Genel Başkanı)