Prof. Dr. Beyza ÜSTÜN (YTÜ Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi)

Prof. Dr. Beyza ÜSTÜN | Çar, 26/05/2010 - 01:00
  • Arttır
  • Eksilt
  • Normal

Değerli Halkevciler,

Bugüne değin yılmadan verdikleri mücadeleler için sizin kimliğinizde tüm devrimcileri saygıyla selamlıyorum. Aranızda olamadığım için üzgünüm ancak İstanbul’dan genel kurul heyecanınızı sizinle birlikte yaşıyorum.

21. Olagan Genel Kurulunuzun başarılı geçmesini diliyorum. Alacağınız kararlar; emeğin ve doğal varlıkların sermaye birikimine hızla ve acımasızca sokulduğu yaşadığımız süreçte son derece önemli ve stratejiktir. Kapitalizmin yaşamın her alanındaki yoğun saldırısı; saldırının boyutları net görülerek ve bütününde değerlendirilerek önlenebilir. Son iki yıldır suyun ticarileştirilmesine hayır platformu içindeki birlikteliğimiz; Halkevlerinin bu yoğunluğu net analiz ettiğini ve mücadele ettiği her alanda olduğu gibi suyun ticarileştirilmesine karşı mücadelede de yılmadan ve hızını yavaşlatmadan sürdürdüğünü göstermektedir. Sizlerin de çok iyi bildiği gibi kapitalizmin saldırısını önlemek ancak kararlılıkla ve yaşama hızlıca aktarılabilen stratejilerle yapılacak olan  halkın mücadelesi ile mümkün olacaktır.  

Sizinle kısaca sadece, suyun ve su havzalarının metalaştırılması sürecini sizlerle paylaşmak istiyorum. 1970 lerde başlayarak Kapitalizmin hoyratlığı ile hızlıca kirlenme sürecine sokulan göl, dere, yer altı suları, denizler, toprak ve hava; l992 den sonra alınan kararlarla kirletenlerin kirletme hakkının sağlandığı alıcı ortamlara dönüştürüldü (Rio ve Dublin Bildirgeleri) . 2000 li yıllarda ise kirletme hakkı kotalaştırıldı ve alınır satılır meta-ya dönüştürüldü (Kyoto ve Kopenhagh Karbon emisyonu Bildirgeleri) Kirletenler kirletme hakkını; kirleterek ve ödeyerek, kirletmeyen ülkelerden emisyon hakkını satın alarak ve kirli süreçlerini doğası temiz ülkelere transfer ederek sürdürdüler.

Kirletme hakkının sürdürülmesine paralel doğa; sermaye birikiminde doğrudan kullanılarak ve metalaştırılarak da kapitalizmin kıskacına alındı. Su ve madenler üretim süreçlerine girdi olarak hızlıca ve hoyratça sokuldu. Maden arama ve çıkarma ile, havzaların yerleşime açılması ile ormanlar talan edildi, yer altı katmanları tahrip edildi. Böylece tüm canlı yaşam için gereken, doğanın yapılaşmasında en önemli olan suyun; depolanmasında, akışının geciktirilerek zenginleşmesinde önemli rolleri olan  Ormanlar ve yer altı katmanları giderek yok olmaya başladı Bu talan 1/1000.000lik çevre nazım plan kararları ile, 3. köprü benzeri anlık alınan ve tüm ülkeyi etkileyecek kararlarla, Türkiye sınırları içinde tüm akarsularda yapılaması planlanan ve yapımına başlanan hidroelektrik santral uygulamaları ile daha da hızlandı.

Kapitalizmin doğanın üstündeki son süreci ise suyun, su havzalarının, ormanlar da dahil tüm doğanın doğrudan meta olarak kullanılmasıdır. Bu süreç son yaşanan 2001 krizinden sonra daha da hızlandırıldı. Hepimiz; 1992 de uluslar arası anlaşmalarla alınan suyun metalaştırılması sürecini 2009 yılında İstanbul’da yapılan 5. Dünya su Forumundan bu yana daha yoğun yaşamaktayız.

Tunceli Ili;nin 85 km uzunluğundaki Munzur Vadisi ile çevresi; sekiz adet baraj ve hidroelektrik santral projesi nedeniyle yok olmakla karşı karşıya kalmıştır. Munzur Vadisi ile çevresinin ekolojik dengesini bozan bu girişim Vadi ile çevresindeki insanları göçe zorlayarak yaşam kültürünün temellerini yok etmektedir.

Artvin ilinde Çoruh Vadisi boyunca, vadi üzerinde yer alan onlarca köy ile Yusufeli İlçesi, projelendirilen 35 adet baraj ve hidroelektrik santrali nedeniyle sular altında kalacak tarihi, kültürel ve doğal güzellikleriyle yok olacaktır.

Hasankeyf de, Aliaoni de yapılacak barajlarla tarihi kültürel değerlerimiz sular altında kalma ve yok olma  tehdidini yaşamaktadır.

İzmir Bergama da, Kaz dağlarında, Ordu Fatsa da, Artvin de özel şirketler maden arama girişimleri ile doğayı tahrip etmektedirler.

Doğu Karadenizde; Rize Fındıklı’da, Çayeli, Hemşin, Çamlıhemşin, İkizdere, Askaroz, Trabzon’da; İkizdere Çağlayan Deresi,  Uzungöl de, Artvin’de Papart’ta, Balcı’da, Maçahel’de, Barhal’da dereler; üzerlerine yapılacak Hidroelektrik santrallerle yada barajlarla doğa katliamı yaşamaktadır.

Rize de, Trabzon’da Artvin’de yapılmakta olan HES’ler nedeniyle Ormanlar ve doğa tahrip edilmektedir. Çay, Kivi yetiştiren ve organik arıcılık ile gelir elde edilen yörede gelir kaynakları zarar görmektedir, üretim giderek azalmaktadır.

“Derelerin Kardeşliği Platformu” olarak yöre halkının verdiği mücadele sonunda  Çağlayan Deresi (Rize-Fındıklı) I. Derece sit alanı ilan edilmiş ve üzerinde yapılacak HES Projeleri için yürütmeyi durdurma kararı alınmıştır. Yine Artvin  Papart Derelerinde, İkizdere ve Hemşin derelerinde yapılacak HES’lerle ilgili yürütmeyi durdurma kararı alınmış, şimdilik bu katliam durdurulmuştur.” (Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Toplantıları Doğu Karadeniz Bildirgesi, 2009)

Ancak çıkartılacak olan yeni bir yasa ile alınan tüm sit kararları kaldırılacaktır ( Tabiat ve bio-çeşitliliği koruma yasa tasarısı taslağı) Yasa tasarısı meclisten geçirilirse bu hukuksal kazanım da ortadan kalkacaktır.

Melen ve Kızılırmak Havzalarından sular İstanbul ve Ankara’da yaşayanların su ihtiyacını! karşılamak için kendi ekosistemlerinde yaratacakları etki hiçe sayılarak ve planlanmayan harcamalar yapılarak km lerce borulanarak taşınmıştır. Halka havzalar arası suyun taşınabilir olduğunun kanıksatılmasıdır. Kızılırmak’tan suyu taşıyacak sistem bitirilmiş ve taşıma işi iptal edilmiş bu projeden vazgeçilmiştir. Şimdi hedef Gerede’den su getirmektir. Bunun için Japon firmasından kredi alınmıştır.

Bugün yaşadıklarımızı gözden geçirirsek ve sadece su ve su havzalarının ticarileştirilmesi boyutunu irdelersek:

Tüm derelerin üstünde tarihi ve doğal yapı, asırlardır etrafında yaşayan insanlar ve kültürler yok sayılarak 1800 civarında akarsu parçası şirketlere 49 yıllığına bir kısmı devredilmiş bir kısmının da devri tamamlanmak üzeredir. Su kullanım hakkı devredilen havzanın irtifak hakkı da  kamulaştırma ve yetki devri ile şirketlere geçmektedir. Tüm akarsular sermaye birikimine doğrudan ürün, meta olarak 49 yıllığına aktarılmaktadır.  Üzerine HES lisansı olmayan derelerin de yatakları değiştirilerek lisans alınmış şirketlerin kullanımına verilmektedir. HES için su kullanım hakkına sahip şirketler sahip oldukları araziden yeraltısuyunu da istedikleri gibi çekip kullanabileceklerdir. HES lerin uygulanması sonucunda doğa, tüm canlı yaşam ve geçmiş yok olacaktır. Sürecin sonunda göç, yoksullaşma gibi olası sosyolojik sonuçlar açıkça görülmektedir.

Tüm bu yıkımın karşısında ancak örgütlü mücadele ile durulabilir:

HES yapılacak yerlerde halka haber verilmelidir. Derelerine ve vadilerine nerede ve nasıl müdahale olacağı bilgisi halka acilen aktarılmalıdır ( Pek çok yörede halk kendi dereleri hakkında yapılacaklardan habersizdir)

Mücadele çiftçilikte, tarımda, arıcılıkda, hayvancılık ta olacak kayıplarla birleştirilmeli ve çalışmalar her yörenin özelliklerine göre o yörede yoğunlaştırılmalıdır.

Su ve su havzalarının ticarileştirilmesinin etkileri hakkında yöre halkı ivedilikle bilinçlendirilmeli, yaşamlarında nelerin değiştireceği halka anlatılmalıdır.

Bilgilendirme için Kemalpaşa da Artvinde olduğu gibi köy meydanlarında, tarlalarda (iş bitişinde), mahalle kahvelerinde bilgilendirme toplantıları olarak yapıldığında daha etkin olmaktadır. 

Kentlerde evlere ve köylerde tarlalara konacak ön ödemeli sayaç uygulamaları ile suya yapılacak zamlar, suyun metalaştırılması ve halkın yoksullaştırılması halka doğru aktarılmalı ve kentlerde iletim hatlarının şirketlere devri konusunda mücadele stratejileri oluşturulmalıdır.

Suyun ticarileştirilmesinin doğuracağı sağlık riskleri doğru irdelenmeli halk bu konuda bilinçlendirilmelidir.

Tüm yörelerde yapılan mücadeleler ortaklaştırılmalı ve örgütlenme güçlendirilmelidir. 

Prof. Dr. Beyza ÜSTÜN  (YTÜ Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi)