Ülke gündeminin gediklisi bir konu var yıllardır duyduğumuz.:Dünya Bankası. Nedir, ne iş yapar bu Dünya Bankası? Şöyle bir bakalım:
Merkezi Washington’da bulunan Dünya Bankası, genel anlamda bir "banka" değildir. Birleşmiş Milletler kapsamında çalışan bir kuruluştur. Fon olarak da düşünülebilir. Kuruluşun nasıl finanse edildiğinden ve paraların nasıl harcandığından müştereken sorumlu olan 200’e yakın ülke üyedir Dünya Bankası’na. . Bu ülkeler geniş bir yelpaze oluşmaktadır: Belçika, Afganistan, Kanada, Kamboçya, Ekvator, Gana, Fransa gibi. "Dünya Bankası" nın adı, Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (IBRD) ve Uluslararası Kalkınma Birliği (IDA) ni de kapsayacak şekilde kullanılmaktadır. Bu iki kuruluş, gelişmekte olan ülkelere eğitim, sağlık gibi alanlarda kullanılmak üzere düşük faizli ya da faizsiz krediler vererek veya hibe yoluyla yardım etmektedir. Yüzden fazla ülkede de ofisi vardır. Çalışan sayısı ise 10 bini geçmektedir. İşte böylesine devasa bir kuruluş Dünya Bankası. Şunu da eklemek gerekir: Ülkelere kredi verilmesinde ülke gereksinimleri, koşullarından önce , Dünya Bankası’nın izlediği çalışma politikalarına uygunluk gözetilmektedir.
Dünya Bankası – Türkiye ilişkisine baktığımızda, ülkemizdeki eğitim sisteminin hemen hemen her alanında görüyoruz Dünya Bankası’nı. Şöyle toparlayabiliriz:
a.Mesleki teknik öğretimde
b.Eğitim fakültelerinin yapılandırılmasında
c.Yeni müfredatların oluşturulmasında
d.Ders kitaplarının hazırlanmasında
Mesleki teknik öğretimden başlayalım: Ülkemizde meslek okulları, 1937 ‘de yüksek okul hâline getirilmiş. Tekniker Yüksek Okulları olarak bilinen bu tür okullar, 1973’ten itibaren Meslek Yüksek Okullarına dönüştürülmüştür. 12 Eylül’ün eseri olan YÖK’ün kurulmasından sonra MYO’lar üniversitelere bağlanmıştır. 1980’den sonra özel piyasanın güçlendirilmesiyle birlikte ülkenin “ara eleman “denilen işgücüne ihtiyacının arttığı görülüyor. Çözüm ne? MYO’ları bu ihtiyacı karşılayacak kaliteye ve güce kavuşturmak. İşte burada 1984’te YÖK- Dünya Bankası işbirliği başlıyor. Nasıl bir işbirliği bu? MYOların uygulama derslikleri- atölye, laboratuvar vb.- , izlence, öğretim elemanları gibi konularda geliştirilmelerine yönelik bir işbirliği. Bu projenin bir de adı var: Endüstriyel Eğitim Projesi. Bu proje ülkedeki meslekî ve teknik eğitim sorununu çözmediği gibi yeni sorunları da beraberinde getirdi. 2002- 2003 öğretim yılında MYO’lara meslek lisesi mezunlarının sınavsız alınmaya başlanması, meslekî ve teknik eğitim liselerinden mezunlarının MYO’ların kapısına yığılmasına neden olmaktadır. Çünkü MYO’ların öğrenci kontenjanının sınırlı olması, taban puanı alan her mezunun MYO’lara gir(e)meme gibi bir sonucu da doğurmuştur. ÖSS sisteminde “sıfır çeken” öğrencilerin sayısının her yıl arttığı göz önüne alınırsa meslek lisesi çıkışlı öğrencilerin de MYO’lar girmesinin sorun olduğunu söylemek yanlış olmaz.
MYO’lar ile ilgili özet şu: Yeniden yapılandırılacak diye ülke koşulları, gereksinimleri, kapasitesi gözetilmeden Dünya Bankası’nın politikalarına uyularak el atılan meslekî eğitim sistemimiz bugün karmakarışık bir durumda.
Eğitim Fakültelerinin Yeniden Yapılandırılması Projesi’ne ait fotoğraf da MYO’larınkinden renkli değil. Eğitim Fakültelerinde ne oldu? MEB-YÖK-Dünya Bankası işbirliğiyle 1997 yılından itibaren öğretmen yetiştiren kurumlarında yeni düzenlemeler gerçekleştirildi. Yapılandırmanın ders programları, öğrenci alımları, tezsiz yüksek lisansların uygulanmaya başlanması gibi açılardan bakabiliriz. Örneğin Öğretmenlik Uygulaması dersinin 1. ve 4. sınıfta ders olarak konulması, öğrencinin seçtiği meslekle tanışmasını sağlaması bakımından dikkate değer bir uygulama. Ancak bu derslerin pratikteki işleyişleri için aynı şey söylenemez. Çünkü öğrencilerin staj yapmak üzere gittikleri okuldaki mesleği öğrenme girişimleri, onlara rehber olarak görevlendirilen branş öğretmeninin “insafı”na kalmış bir konu. O öğretmen isterse “Gelmenize gerek yok. Ben staj formlarınızı imzalarım.” Deyip konuyu sonuca bağlıyor ya da tam tersi, henüz “öğretmen adayı” olan öğrencileri sınıfla baş başa bırakıp dinlenmeye çekiliyor. Arada rehberlik görevini yapan birkaç öğretmen çıkabiliyor. Çünkü zaten 45- 50 kişilik sınıfla uğraşan öğretmene, 6 kişilik bir stajyer öğrenci grubu eklenince öğretmenden verimli bir rehberlik yapmasını beklemek iyi niyetten öte gidemiyor. Bir başka konu, Anadolu Öğretmen Lisesi mezunlarına Eğitim fakültelerine girmelerinde çeşitli ayrıcalıklar tanınması. Olumlu bir uygulama gibi görünüyor ama, AÖL mezunlarının eğitim fakültelerini isteyerek seçtikleri anlamına gelmiyor her zaman. Puanı başka bölüme yetmediği için, öğretmen liselilere tanınan haktan yararlanmaya “ mecbur olmuş” öğrencilerin sayısı az değil. Bir başka sorun, istihdam edilemeyecek kadar öğrenci alınması ve mezunların atamalarının yapılmaması. Bu ülkenin öğretmen gereksinimi nedir? Hangi bölgede, hangi branşlara gereksinim vardır? Fakültenin gerçek öğrenci kapasitesi nedir? Bunlar gibi onlarca “özel durumu” göz önüne almadan yeniden yapılanamaz! Dünya Bankası’nın AB’nin dayatmalarıyla girişilen sözde reformlar, ne yapacağını bilmeyen, yarına garantisi olmayan kuşakları yarattı. Bir çocuk, 15 yıl – artık 16 yıl oldu - eğitim görüyor, sonuçta ne işe yarayacağını bilemediği bir diplomayla kalakalıyor. Bu da “milli servet” savurganlığı değil midir? Önümüzde Köy Enstitüleri gibi bir deneyim varken gidip de Dünya Bankası projelerini uygulamak nedendir?
Tezsiz yüksek lisans uygulaması ise tam bir para tuzağıdır. Bu uygulama ile edebiyat ve fen fakültelerinden mezun olanlara” gelin 1,5 yıl daha eğitim alın, öğretmen olun. “diyorlar ama bitirince öğretmen yapmıyorlar. Tıp eğitiminin 6 yıl olduğu ülkede öğretmenin 5, 5 yılda yetişiyor olması ve sonuçta da öğretmen olamaması ciddi bir sorundur. 5,5 yıllık bir eğitim süresi – ki kalitesi de tartışılabilir bir eğitim - bu ülkenin öğretmen yetiştirmek için kaldırabileceği bir süre midir?
İlk ve orta öğretim kurumlarını “birbirine rakip firma” hâline getiren Toplam Kalite Yönetimi ise eğitim kurumlarında asla olmaması gereken uygulamalarla doludur. TKY, Dünya Bankası- MEB işbirliği ile geliştirilen “Milli Eğitimi Geliştirme Projesi” (MGEP) ile başlatılan ve 1990’dan beri okulları yarıştıran bir koşudur. TKY, müşteri memnuniyetine dayanır. Çalışanların yüksek motivasyonunu gerektirir. “Milli eğitim” diyorsunuz, sonra da müşteriden söz ediyorsunuz. Müşteri kim? Veliler, öğrenciler. Müşteri olan yerde para olması gerekir. Kimden alınacak bu para; müşteriden. Para olan yerde de kâr konusu gündeme gelir. Milli eğitimin okullarından nasıl kâr elde edilir.? Gazetelere yansıdığı gibi “özel “sınıflar oluşturarak. Perdeyi , bilgisayarı, projeksiyonu, sıraları müşteriye aldırırsın , onları bu cici sınıflara toplar, diğer “parasız” müşterilerden yalıtırsın;sonra da “eşit ve parasız eğitim hakkı” isteyenlere “sen de para ver, kendi sınıfını kendin kur “dersin. “Parayı verenin düdüğü çaldığı” bir nesilden gelmenin doğallığı içinde kabullenilecek bir durum mudur bu? TKY, eğitimin özelleştirilmesine yönelik çalışmalar zinciridir. Eğitimin paralılaştırılmasının , devletin temel görevlerinden olan eğitim hakkını vatandaşa sağlama sorumluluğunu, piyasanın insafına bırakmaya başlamasının adımlarıdır. Müfredat Laboratuar Okulları (MLO)nın oluşturulması da aynı senaryonun parçasıdır. MLO’lar, Türkiye ve Amerika’da bulunan çeşitli üniversite temsilcilerine ve eğitimcilerine uygulanan anketlerin sonucunda kurulmuştur. MEB personelinin de görüşleri alınmış ama projede ne kadar yer aldığı hatta yer alıp almadığı bilinmiyor. Bu okulların, sınıf mevcudu, ders araç- gereçleri, okul-veli- çevre- üniversite işbirliğinin sağlanması , okulda çalışan personel ve öğretmenlerin nitelikleri vb. 10’dan fazla özelliği vardır. 30 kişiyi aşmayacak sınıflarda eğitimin koşul olduğu bir sistemin, ülkenin her yanında uygulanması mümkün müdür? Yine ülke gerçekleriyle bağdaşmayan, eğitimde ikilik yaratan bir girişimdir MLO. Bir de %100 Eğitime destek kampanyası var. 2006’da MEB tarafından yapılan açıklamada, yılların birikimi olan sorunların tek başına düzeltilmesinin mümkün olamayacağı; TOKİ’nin bakanlık adına 172 okul inşa ettiğini; Eğitime Destek Kampanyası ile 1300’e yakın okul yapıldığını ve AB’den alınan hibeyle yapılacak okulların 100 trilyonu (100 milyon ytl) bulacağı , Dünya Bankası ve Avrupa Yatırım Bankası’ndan aldıkları kredilerle eğitimde geri kalmışlığın yenileceği belirtilmiştir. Yani yine merkeze ait bir sorumluluğun üstten atılmasına yönelik kıvrak oyunlar oynanmaktadır.
Yeni müfredatların oluşturulmasında da Dünya Bankası’nın rolü var. Dünya Bankası ile Türkiye arasında 18 Mayıs 1990 imzalanan MGEP anlaşması uyarınca “yapılması gerekli olanlar”dan biri de “milli müfredat programlarının yapı ve içerik bakımından iyileştirilmesi”dir. Bunun bir amacı da ilk ve orta öğretimde kalitenin artırılması, bu yolla Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) üye ülkelerindeki öğrenci başarısına ulaşılması. OECD ülkelerinden bazıları: Avustralya, Belçika, İsveç, İngiltere, Norveç Almanya… Hedef ne kadar cazibeli görünüyor. Hedeftekiler de öyle. Ama hedefleyen de problem var.! Kız çocuklarının okuma hakkından yararlandırılmadığı, yoksulluk nedeniyle okul dışında kalan çocukların sayısının her yıl arttığı, velilerin 30 değişik nedenle yılda toplam 17 katrilyon gibi bir para ödemek zorunda bırakıldığı bir ülkeden söz ediyoruz. Yeni müfredat, içerik olarak çekici olmakla birlikte bizim ülkemizin ne eğitim alt yapılarıyla, ne mevcut eğitim ve sınav sistemleriyle ne de mevcut eğitimci kadrosuyla uygulanması mümkün olmayan bir müfredattır. Eğitimdeki olanakları bakımından aralarında uçurumlar bulunan kurumlardan oluşan bir sistemin var olduğu bir ülkede “Öğrenci merkezli “ diye tanımlanan bu izlencenin “faydacılığı” tartışılır.
Ders kitaplarındaki duruma da kısaca değinelim. 2000 - 2001 eğitim yılında Türkiye, Türk Cumhuriyetleri ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti okullarına toplam 4,8 trilyon lira tutarında, 3,8 milyon adet ders kitabı ücretsiz olarak dağıtılmıştır. 1999- 2000 öğretim yılında da 4,5 trilyon lira tutarında 3,9 milyon adet kitap aynı şekilde dağıtılmıştır. (Kaynak : MEB Yayımlar Dairesi Başkanlığı ) Okulların açılmasıyla birlikte bu dağıtımlarda yaşanan rezaletleri hepimiz basından izliyoruz. Bunun nasıl bir siyasal rant hâline getirildiğini biliyoruz. Ders izlencelerini hazırlayan, bu izlencelere göre ders kitapları yazan - kalitesi tartışılır - , yazılan bu kitapları basan ve dağıtan böylesine şirketleşmiş bir eğitim bakanlığı modeli daha yoktur diye düşünüyorum. Üstelik bütün bunları 1 yıl , sadece 1 yıl içinde yapıyor. Öte yandan özel sektörün de bir sürü dolambaçlı yollardan geçtikten sonra, başarabilmişse MEB’ye kabul ettirip ders kitabı basma çalışmaları da yok değil. Ama bu işin bir başka yüzü de var, her yıl tonlarca kitap – özelin ya da devletin - , hurdaya gidiyor. Bunların parası kimden çıkıyor? Bu da “milli servet” in hebası değil midir ? İşte bu “heba”da Dünya Bankası’ndan alınan kredilerle gerçekleştiriliyor.
Eğitimdeki tüm bu değişimlerin ucu, Kamu Yönetimi Temel Kanunu Taslağı’na uzanıyor KYTKT, 3 Kasım 2003’ te açıklandı halka . 60 maddeyi içermektedir. Taslağın gerekçesi nedir? Kanunun gerekçe metninden birkaç alıntıyla açıklayalım bunu:
Yapılan çeşitli araştırmalara, yayınlanan raporlara ve alınan kararlara karşılık, ülkemizin 1980 sonrası ekonomi alanında gerçekleştirdiği serbestleşmeyi ve değişimi kamu yönetimi alanında tam olarak başardığı söylenemez.
Dünyada yaşanan hızlı ve çok yönlü değişim özellikle yönetim anlayışında ve
klasik bürokratik yapılarda köklü bir yeniden yapılanmayı gündeme getirmiştir.
Dünyada yönetim anlayışını ve yapılarını köklü bir şekilde etkileyen veya uyaran
değişim faktörleri dört ana başlık altında özetlenebilir:
• Ekonomi teorisinde değişim,
• Yönetim teorisinde değişim,
• Özel sektörün rekabetçi yapısı ve kaydettiği ilerlemeler,
• Toplumsal eleştiri ve değişim talebi ile sivil toplumun gelişimi.
Bu taslak gereği eğitim hizmetinin sağlanması, merkezin görevleri arasında yer almıyor. Merkezin görevi müfredatla sınırlı yani müfredatı çizmek. Buna göre eğitimin diğer bileşenleri merkezden ayrılıp yerelleşecek, il özel idarelerinin hizmet alanına girecektir. Sözleşmeli personel uygulamasının başlatılması da hizmetlerin özelleştirmesi de bu kanun tasarısının sonucudur. KYTKT 1980’lerden beri sürdürülen eğitimin ticarileştirilmesi çalışmalarının geldiği son aşamadır. Bu aşamada, Eğitim Bölgesi ve Kurulları Yönergesi ile Türkiye’de 1500’ten fazla eğitim bölgesi oluşturulması ve çeşitli eğitim materyallerinin ortak kullanılması gündeme gelmiştir. Bu yolla özel sektör ve STK’lar da eğitim işlerine ortak edilmiştir. STK ve özel sektör ortaklıkları, okuma – yazma seferberlikleri , “Baba Beni Okula Gönder” “Haydi Kızlar Okula” türünden kampanyalarla “ pekiştirilmekte, eğitim verme işi” , devletin elinden çıkarılmaya başlanmaktadır..
Eğitimdeki değişimler, Dünya Ticaret Örgütü’nün Hizmetlerde Ticaret Genel Anlaşması (GATS) ile gerçekleştirilmektedir. Avrupa Birliği ve Dünya Bankası da bu politikaların diğer bütünleyicileridir. Dünya Bankası bu çalışmaları “Küresel Eğitim Reformu” olarak adlandırmaktadır. Liselerin 4 yıla çıkarılması da bu reformunun bir halkasıdır. Türkiye, bankadan ilk kredisini 1950’dealıyor. Bugüne kadar imzalanan 180’e yakın anlaşmanın 8 tanesi eğitimle ilgilidir. Bankanın ülkemizdeki eğitime müdahalesi ise 1971 ‘de başlamıştır. 1971- 1988 yılları arasında imzalanan projelerle 282.3 milyon dolar kredi alınmıştır. 1998 ve 2002 yıllarında imzalanan kesintisiz 8 yıllık eğitime geçiş kredilerinin toplamı ise 600 milyon dolardır. Özelleştirme yanında okullarda din eğitimi de bankaca önemsenen bir başka konudur. Nitekim İlahiyat Fakültelerinin yeniden yapılanmasına yönelik açılan İlköğretim Din Kültür ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği lisans programına Yan Dal olarak Türkçe ve Sosyal Bilgiler öğretmenliği programları eklenmiştir. Bunun anlamı şudur: İlahiyat Fakültesi mezunları, Türkçe Öğretmenliği bölümünden 12 kredi alınca Türkçe öğretmeni olma hakkını kazanacaklar.
Bunu nasıl yorumlasak acaba?...
Eğitim kurumları holding değildir. Holding patronlarının tekeline de bırakılamaz.
Eşit ve parasız eğitim, herkes için…
Mübeccel Karabat- İstanbul Eğitim- Sen No’lu Üniversiteler Şubesi YK Üyesi (Eğitim Hakkı Akölyesi İstanbul Ön Toplantısı Tebliği)