Halkın Hakları Forumu'nun uluslararası katılımcılarından S'bu Zikode, 2005 yılından bu yana Güney Afrika Cumhuriyeti'nin Durban kentinde 14 yoksul mahallenin katılımıyla oluşturulan Abahlali baseMjondolo (gecekonducular) hareketinin seçilmiş lideri. Güney Afrikalı ünlü yazarlardan Nigel Gibson, Zikode'yi tanıttığı bu yazıda, Halkın Hakları Forumu'nun mantığını da özetleyen politik saptamalarda bulunuyor. Yazıyı Halkevleri Halkın Forumu sitesi için yayına hazırlayan, Durban'daki Kwa-Zulu Üniversitesi'ndeki arkadaşlarımıza ve Richard Pithouse'a, evinde elektriği ve telefonu kesik olan Zikode ile yaptığımız tüm yorucu haberleşmeleri, tıpkı bir halkevi üyesi gibi üşenmeden yürüttükleri ve Halkın Hakları Forumu'nu kendi etkinlikleri olarak benimsedikleri için teşekkür ederiz. Halkın Hakları Forumu Çalışma Grubu
S’bu Zikode Kimdir?
Nigel Gibson (Fanon: The Postcolonial Imagination (Fanon: Sömürgecilik Sonrası İmgelem kitabı yazarı– Bu makale Gibson tarafından Abahlali (Durban gecekondu ve barınma hakkı hareketi) hakkında yazılmış olan uzun bir makalenin kısaltılmış halidir)
S’bu Zikode ile görüşmeye başladım ve şöyle düşündüm, “bu adam ne konuştuğunu bilen birisi, onunla [birlikte] dövüşebilirim”. S’bu gözlerimizi açtı. Anton Zamisa
Hükümet yetkilileri, siyasetçiler ve aydınlar… neden söz ettikleri hakkında hiçbir fikre sahip değiller. Aslında onlar, bizim hissettiklerimizi hissedemeyecek kadar yükseklerdeler. S’bu Zikode
Gecekonducular hareketinin, Abahlali baseMjondolo’nun başkan, 30 yaşındaki eski bir benzin istasyonu işçisi olan S’bu Zikode, 10 yılı aşkın süredir gecekondularda yaşayan bu dört çocuk babası, okulda başarılı olan ama üniversiteye gidecek para bulamayan küçük bir kasabada yetişmiş eski bir izci. 1993’de Durban’a gelmiş ve Kennedy Yolu’nda bir gecekondu kiralamış. Bir benzin istasyonunda iş bulmuş ve apartheid’ın [ırk ayrımcılığı] sona erdiği dönemde, çok kısa bir süreliğine öğrenci harçlarının düşürülmesi sayesinde, Durban-Westwille’deki üniversiteye bir sömerter için devam edebilmiş.
2001’de once Claire Estate Gecekondu Temizleme Projesi ve daha sonra da Kennedy Yolu Kalkındırma Komitesi başkanlığına seçilmiş. “Diploması denen şeyi” yeterince zorladığını anlatıyor ve yönetimdeki partinin yüksek rütbeli üyelerine nasıl yaklaşarak temel insani gereksinimlerine ulaşabilmek için anlaşmalar yapmaya çalıştığını anımsıyor. Şimdi bunların hepsinin “boşuna olduğunu” söylüyor.
Zikode son bir yıl içinde ulusal çapta ün kazandı, TV şovlarında, radyoda ve ulusal ve yerel basında göründü, sözleri toplam 5 milyon tirajı oln pop-kültür dergilerinde yayınlandı. S’bu Zikode, Abahlali filozofu olarak adlandırılabilir- o aslında mücadeleyi “Alana çıkmış, koşan düşünceler” olarak adlandırıyor- ama hem yerel yönetim seçimlerine katılması hem de hareketin tek sözcüsü olması dayatmalarına karşı ısrarla direnç gösterdi. Sorunların daha sistematik olduğunu düşünüyor ve kendisini de sadece halkın, onun yararına seçilmiş olan ve onun tarafından geri çağrılmaya hazır bir hizmetkarı olarak görüyor. Zikode’yi şu ya da bu atölye çalışmasında konuşmaya davet eden stk’lar, atölye çalışmasına katılıp katılmayacağının öncelikle hareket tarafından tartışılacağı ve eğer sonra katılmaya karar verilirse, hareketin katılacak temsilci ya da temsilcileri seçip göndereceğini duyunca genellikle şok geçiriyorlar. Bu asla tek kişilik bir gösteri değil.
Yine de Zikode hükümet üyelerinin başlarının üzerinden yükselip tüm ülkeyle konuşmaya yönelik bir teknik geliştirdi ve mesajları da ulus ççapında bir meydan okuma niteliğini taşıyor. Zikode verilen mücadelenin [ırk ayrımcılığına karşı mücadelenin; ç.n] aslında ne iiçin verilmiş olduğunu en köklü ve basit biçimlerde hatırlatıyor.
ANC’ye (Afrika Ulusal Kongresi) bağlı siyasetçiler, gecekonducuların 2005 yerel seçimlerinde oy kullanmama tehdidi karşısında, Abahlali hareketini “Üçüncü Güç” [Güney Afrika’da ırk ayrımcılığı döneminde devlet güvenlik aygıtı ile kimi yerel siyah cemaat liderleri arasında varolan ve büyük şiddet hareketleri yaratan paramiliter ittifak] olmakla suçladılar. Suçlama popüler medyada yer aldı ve kendi başına bir varlık kazandı. Suçlama tehditkar olduğu kadar çirkindi de çünkü gecekonducular hareketini 1990’ların başlarında katil apartheid rejimi tarafından desteklenen şiddet eylemleriyle ilişkili olmakla suçluyordu.
Ama Zikode bunu inkar etme yoluna gitmedi. Bunun yerine, suçlamayı zekice tersine çevirdi, apartheid'a karşı mücadelenin sadece temel gereksinimler için verilen bir mücadele olmayıp aynı zamanda apartheid-sonrası hükümetlerin gecekondularda hakim olan yaşam koşulları karşısındaki kayıtsızlığına karşı verilen bir mücadele de olduğunu söyledi. “Üçüncü Güçten söz eden hükümet yetkilileri, siyasetçiler ve aydınlar neden söz ettikleri hakkında hiçbir fikre sahip değiller. Aslında onlar, bizim hissettiklerimizi hissedemeyecek kadar yükseklerdeler”.
Gerçekten de, yükseklerdeki bürolarından “aşağılardaki insanları” –fiziksel, düşünsel, deneysel olarak göremiyorlardı. Gerçeklik öyleydi ki, büyük bir ihtimalle Üçüncü Güç, politikacıların anlayamayacakları bir şeydi. “Bizi Üçüncü Güç, yoksulların acıları sürüklüyor. Bize ihanet edenler İkinci Güç’tür. Birinci Güç, apartheida karşı verdiğimiz mücadeleydi. Üçüncü Güç ancak Dördüncü Güç geldiği zaman duracak. Dördüncü Güç, toprak, barınma, su, elektrik, sağlık, eğitim ve çalışma hakkıdır”. İkinci Güç, yani ANC, mücadeleye ihanet etmiş ve özgürlüğü değil, “üçüncü bir gücü” yani, yoksulların acılarını yaratmıştı. Bu mantığa gore, henüz gerçekleşmemiş olan dördüncü güç, elbette, gelecek vizyonunun ta kendisiydi.
Zikode’nin sözleri, özgürleşme teolojisi geleneği içinde, 2005 yılbaşı tarihli Mail&Guardian gazetesinde yayınlanan bir makelede yer aldı ve insanlara gecekondularda tatil olmadığını hatırlattı. “Akşamın çökmesi bir meydan okumadır. Gece güya gevşeme ve dinlenme saatidir. Ama jondololarda (gecekondular) değil. İnsanlar burada hayatları hakkında endişe içinde uyanık beklerler. Farelerin ne kadar büyük olduğunu ve bebeklerin etrafında dolaştıklarını bir görmeniz gerekir”. Önemli olan bir şeyler yapılmasıydı. Abahlali sesini duyurmuştu, ama küçük bir genel tuvalet temizliği haricinde, aslında çok az şey kazanılmıştı. ANC’ye oylarını çantada keklik görmemeleri uyarısında bulunan gecekonducular, yerel seçimleri boykot etme kararı aldılar.
Gecekonducuların “Toprak yoksa, oy da yok” denklemi temelinde verdikleri karar basit anlamda bir yerel yönetim siyaseti eleştirisi değildi. Bu aynı zamanda ırk ayrımcılığı sonrası Güney Afrika’sındaki demokrasinin biçimi ve içeriği hakkında yükselen bir sesti, ki bu demokrasi, “demokrasiye geçiş” adı altında yapılan seçkinler ittifakı belgesinin ardından, yoksul kitlelerin ve emekçilerin seslerinin dışlanmasına dayanan ve dönemsel seçimlerle meşrulaştırılan bir poliarkiye başarılı bir biçimde dönüştürülmüştü.
Clare Estate bölgesindeki Hintli orta sınıfların oylarından emin olmayan ANC, seçim dönemlerinde geleneksel olarak Afrikalı gecekonducuların oylarına yaslanıyordu. Şimdi ise, Abahlali’ye yanıt olarak, etnik dayanışmanın yerine sınıf dayanışmasını koymaya karar vererek, Clare Estate’deki Hintli orta sınıf ev sahiplerine yönelmiş; emlaklarının değerini bölgede toprak ve konut isteyen gecekonduculardan sadece ANC’nin koruyabileceğini söylemeye başlamıştı.
Abahlali’nin ortaya koyduğu somut sorunlar karşısında kent yetkililerinin teknik önerileri Kafka oyunlarını aratmayan bir nitelik taşıyordu. Tek söyledikleri, “hizmetin bütünlüklü biçimde iyileştirilmesine “ yönelik bir “iş planı” hazırlayacaklarıydı. Yıllardır ihmal edilen gecekonducular bu tür lafazanlıklara kulak verecek durumda değillerdi.
Seçimlerin boykot edilmesi hafife alınır iş değildi ama gecekonducular için demokrasi dönemsel bir oylamadan çok daha fazlası anlamına geliyordu. Boykot kararı apartheid sonrası toplumun merkezi toplumsal değerleri ilgili düşünceler açısından gerçek bir kaymayı temsil ediyordu. Onlar açısından, demokrasi her beş yılda bir oy verilen seçimlere indirgenemezdi, demokrasi karşılıklılık, şefkat ve içermenin de dahil olduğu ahlaki bir kavramdı. Yani “siyaset” fazla “yüksek” bir şey değildi. Kent yöneticilerinin ve seçkin karar vericilerin ablukası altında olan gecekonducular, aşağıdan yükselen ve gündelik mücadeleye yaslanan farklı bir dili konuşuyorlardı. Onlar politik müzakerelerle değil, açık ve eşitlikçi bir ahlaki söylem ve demokratik pratikten doğacak ilkelerle ilgiliydiler: “Başlı başına siyasi sorunlarla kıyaslandığında, mücadelemiz ahlaki sorular uğruna verilen bir mücadeledir. Daha çok adaletle ilgilidir” diyordu Zikode. “Gecekonducular için, tıpkı şimdi yaşamakta oldukları gibi, domuzlar gibi çamurun içinde yaşamak iyi bir şey midir? Neden onurlu bir evde yaşayabilen insanlar varken ben karton bir evde yaşamak zorundayım? Yani bu ahlaki bir sorudur”.
Nasıl apartheida karşı verilen mücadele oyları yarattıysa, gecekonducuların mücadelesi de oyun anlamını sorguladı ve yoksulların en yoksullarının sesi oldu. Zikode, “şimdi rüzgar tersine döndü” diyordu, “atın kişnemesini işitiyorsunuz…. biz buraya kim olduğumuzu, nerede olduğumuzu ve ne istediğimizi söylemeye geldik”.
Doğrudur ki, insan sadece hukuk ve iktisat fakültesi mezunları tarafından anlaşılabilecek bir dil kullanmaya özen gösterdiğinde, kitlelerin yukarıdan yönetilmesi gerektiğini kanıtlamak da kolaylaşır. Ama gündelik olanın dilini konuşursanız, o zaman anlayacaksınız ki kitleler her türlü anlam farkını hızla kavrarlar… Halka her şey anlatılabilir, yeter ki onların gerçekten anlamalarını isteyin… İnsanlar daha fazlasını anladıkça, daha dikkatli hale gelirler ve giderek herşeyin kendilerine bağlı olduğunu daha fazla kavrarlar.
Zikode, Kwa-Zulu Natal Üniversitesi’ndeki Sivil Toplum Merkezi’nde 2005 Mart’ında yaptığı sunuşta, gecekonducuların politikayı kavrama biçimlerinin politik konumlarla ilgili olmadığını; bunun yoksulların, yoksulların dilinde yaptığı siyaset olduğunu söyledi. Ve burada katılım da yerleşim bölgelerindeki demokratik toplantılara dayanan ortak deneyime ve politik pratiğe yaslanıyordu: “Siyasetimiz yaşlı analar ve nineler tarafından, hayatlarını etkilediği ve onlara bi ev sağladığı için çok iyi anlaşılan geleneksel ev siyasetidir.”
Bu herkesin konuşabileceği ve anlayabileceği ve bu yüzden de bilinçli anlamda kolektif bir durum yaratan bir dildir. Zikode’nin sözleriyle, “birbirimize bakıyor ve durum hakkında düşünüp ortak mücadele planımızı yapıyoruz”. Zikode’nin yaklaşımı apartheid sonrası geçiş dönemini ve onun teknik yaklaşımlı anlayışını karakterize eden seçkin siyasetine karşı bir meydan okumadır. Bu güç kazanmakla ya da siyaset masasında bir sandalye edinmekle ilgili birşey de değildir; barınma siyaseti uzmanlarının öneri ve yaklaşımlarında örtük olan yabancılaşmaya karşı bir meydan okumadır. Bu yabancılaşma aynı zamanda yoksullara yönelik seçkinci yaklaşımın olduğu kadar, yoksulların kendileriyle ilgili olarak alınan her türlü karardan sistemli biçimde dışlanmasından da kaynaklanan bir yabancılaşmadır.
Bu yüzden, Kennedy Yolu hareketi kendisini kendisi için bir hareket olarak gördü. Sosyal hareket ya da stk solu söylemlerinden hızla ayrıştı. Bir yıl sonra, Sivil Toplum Merkezi’nde yaptığı bir konuşmada, Zikode, gecekonducuların öz-etkinliklerini sadece barınma siyaseti ile değil, ulusal siyasetle de doğrudan ilişkilendirdi:
"Bizler inanıyoruz ki, barınma siyasetinin sadece barınma uzmanlarına, zengin danışmanlara ve hükümete ihtiyacı yoktur. Inanıyoruz ki barınma hakkı siyaseti, en öncelikle, eve ihtiyacı olan insanlara gerek duyar. Ama biliyoruz ki, yoksul mahalleler ve gecekonducular olarak yoksullar bu ülkeyi anti-kapitalist bir sisteme doğru biçimlendirmekten ve yeniden biçimlendirmekten başka çıkar yola sahip değillerdir". Ve bu seçeneğin de, “mahallelerde yaptıklarımızdan” doğacağını ekledi.
Üniversite yerleşkesindeki akademisyenlere ve aydınlara yönelik meydan okuma oldukça açık seçikti; mahallelerde yapılanları dinlemeyi ve ciddiye almayı gerektiriyordu. Başka bir deyişle, bu düşünce üretiminin kim tarafından ve nerede yapılacağı ile ilgili bir meydan okuma idi. Basit anlamda bir toplantının sahipliği ya da sorumluluğu ile ilgili bir sorunun ötesinde, herhangi bir durumu bilen insanların aynı zamanda düşünebileceklerini ve bu yüzden de “daha gerçekliğe dayalı, daha bilimsel ve daha etkin bir hareket biçimi” talep edebileceklerini kavramakla ilgili bir sorundu.
Somutluk talebi, Marksist anlamıyla, diyalektiğin duruma uyarlanmasından çok, mücadeleden doğan diyalektiğin izini sürmeyi gerekli kılar ve bu yüzden de hem teoriye hem de teorisyenlere yönelik bir meydan okumadır.
(Sendika.org tarafından Halkın Hakları Forumu için çevrilmiştir)