Augusto Boal’le Ezilenlerin Tiyatrosu Hakkında Kendi Sözleriyle Yapılan Bir Görüşme
(Douglas L. Paterson ve Mark Weinberg tarafından yapılmıştır. Bu görüşmenin kaynağı 1996 yazında ortaya çıkan Yüksek Performans’tır.)
I. Bölüm:
Aşağıdaki görüşme Augusto Boal’le Omaha’da yapıldı. Boal 18-26 Mart tarihleri arasında Nebraska’da kaldığı sırada, 21-23 Mart tarihinde ikincisi gerçekleştirilen yıllık Ezilenlerin Pedagojisi Toplantısı’na katıldı. Burada üç workshop yönetti (Forum Tiyatro-Forum Theatre workshoplarından oluşan iki sunum ve iki günlük bir Arzu Gökkuşağı-Rainbow of Desire sunumu), toplantının açış konuşmasını yaptı, joker-lider olmayla ilgili iki Forum Tiyatro sunumu yaptı, birini toplantı katılımcılarıyla gerçekleştirdi. Diğeri de Omaha’da yaşayanlarla ilişkili olan polis şiddetini içeren yeni olmuş bir durumun tartışıldığı bir sunumdu. Douglas Paterson ve Mark Weinberg soruları ve bu görüşmeyi hazırladı.
SORU: Biz Ezilenlerin Tiyatrosu hakkında, bazı analitik sorularla bir bağlam oluşturmayı arzu ediyoruz. Sizin tiyatro yaklaşımınız Batı’nın dram anlayışına en derin eleştirilerden birini sunuyor. Siz kesinlikle bu anlayışın tamamını dışlamıyorsunuz ve bu oyunları oynamayın demiyorsunuz (Iphigenia’yı henüz yeni yaptınız), ancak temelde zorlama olan Batılı oyunları eleştiriyorsunuz. Ezilenlerin Tiyatrosu adlı kitabınızın başlangıcında, bu tiyatro anlayışının, seyirciyi, pek azı aktif, çoğunluğunu pasifize ederek yalnızca seyreden konumuna düşüren, birkaç kişinin yaptığı tarihsel aksiyonun seyirciyi yönlendirdiği buyurgan bir yapısal model oluşturduğunu yazıyorsunuz. Aristotelesçi katharsis-arınma; iyilik ve değişmez devletle ilgili bir yöntemdir ve bu katharsis-arınma aracılığıyla seyirci, eyleme geçmemesi ve hiç bir şey yapmaması için bir tür temizlenmeye ikna edilir diyorsunuz.
Bunun nasıl olduğu konusu Birleşik Devletler’de, en azından bizde merak uyandırdı. Yerleşik eleştiri çevreleri sizi görmezden geliyor. Aristotelesçi yapı tarafından biçimlenen Batı Tarzı Tiyatro’nun temel ilkelerinden birini eleştirdiğiniz için bu tür bir yaygın direnç olduğu düşünülebilir. Avrupa’da ve dünyanın her tarafında Ezilenlerin Tiyatrosu’nun ve çalışmalarınızın yeterince ve gerçek bir eleştirisinin yapıldığını düşünüyor musunuz? Eğer yapılmıyorsa nedeni ne olabilir?
BOAL: Bakın, sessiz kalmak da bir eleştiridir. Doug’ın da katıldığı Uluslar arası Rio Ezilenlerin Tiyatrosu Festivali’ni hatırlıyorum. Festivale yurt dışından 12 topluluk katılmıştı. Bütünüyle olağanüstü bir festivaldi. Daha önce yurt dışından 12 topluluğun katıldığı bir Rio Festivali görüldüğünü hatırlamıyorum. Biz 12 toplulukla katıldık, ayrıca yine Brezilyalı 12 dans ve folklor grubu da vardı. Toplam 36 topluluk gösteri sundu ve basın bu festivali tamamıyla görmezden geldi. Sessiz kaldı. Onlar bu yapıların tiyatro olmadığını söylüyor, eğer seyirci, bir de tiyatroyu kullanıyorsa, artık onlar için tiyatro yoktur diyorlar.
Festivalde, Rio’da gerçekleştirdiğim bütün çalışmalar vardı. Şimdi Rio’daki tüm toplulukların sayısı ondokuz. Festivalimizi duyurmak için basın asla bir şey yapmadı. Kimi zaman festivalimizi parklarda yaptık, yine tek bir eleştiri çıkmadı. Yakın geçmişte Paris’te yeni bir oyuna başladık. Bu bir yapı, yeni bir yapı, bir tiyatro. Bir Yunan oyunu olan Iphigenia’yı yaptık. Oyunun ikici bölümünde, içinde bir seyircinin, oyuncu-seyirci (Spectactor) olarak yer aldığı Forum Tiyatro yaptık. Çok çok birkaç eleştiri geldi. Bizim istediğimiz, insanların gelip; “Oh, ne kadar harika!” demeleri ve bizi alkışlamaları değil, fakat onlar geliyor, her ne söylüyorlarsa söylüyorlar. Onların pek azı Ezilenlerin Tiyatrosu’nu biliyor ve pek azı sunumlara (temsillere) geliyor, bu yüzden eleştiri de olmuyor. Orada olan bazı şeyleri bilmedikleri için.
Ayrıca başka bir şey daha söylemeliyim. Ezilenlerin Tiyatrosu hakkında kitaplar var. Bunlardan biri Boal Oynamak isimli kitap, bu ülkede yazıldı. Almanya’da Ezilenlerin Tiyatrosu, Psikodrama Tiyatrosu ve Okul Tiyatrosu hakkında 5 kitap yayınlandı. Hollanda’da 2 ya da 3 kitap yayınlandı. Dünyanın her tarafında kitaplar yayınlanıyor. Fakat bu kitaplar uygulayıcılar tarafından okunuyor ve onlar, harika bulduğum deneyimlerini aktarıyorlar. Fakat dünyada, Ezilenlerin Tiyatrosu’yla, yapılanları analiz etmeye yönelik tek bir kitap yok. Eleştirmenler, profesyonel eleştirmenler, onlar olanları görmüyor, görmek istemiyorlar. Sözünü ettiğim bütün kitaplar, insanların, benim gibi, yaptıkları deneyimlerden oluşuyor, uygulayıcılar o deneyimlerle bağlantı kuruyorlar, tıpkı benim deneyimlerimle bağlantı kurduğum gibi.
Fakat artık pek çok şeyin olgunlaştığını düşünüyorum. Büyük olasılıkla gelecek Temmuz’da önemli şeyler olacak. Ezilenlerin Tiyatrosu, biz tiyatroyu bırakmak zorunda kaldığımız zaman doğdu. Başlangıçta gazete tiyatrosu, görünmez tiyatro ve ardından Forum Tiyatro geldi. Yalnız, deneyimlerimiz ve yapacaklarımız açısından çok çok önemli olduğunu düşündüğüm bir davet aldık Cecily Berry’den. Cecily beni, Kraliyet Shakespeare Topluluğu’nun oyuncularıyla, Arzu Gökkuşağı ve Kafadaki Polis teknikleriyle Hamlet çalışmak üzere Stardford’a davet etti. Bundan sonra artık tüm eleştirmenlerin bizi göreceğinden eminim, çünkü bu, Ezilenlerin Tiyatrosu’nun tiyatroya geri gelmesi anlamına geliyor. Shakespeare’in oyunu Hamlet’in oynandığı Stradford’a. Tanınmamızın artık kaçınılmaz olacağına inanıyorum, fakat şimdiye kadar, profesyonellerin bizi görmezden gelmeyi tercih ettiklerini söylemeliyim.
SORU: Yöntemin sert bir biçimde eleştirilmesinin uygulamayı geliştiren gerçekten çok önemli şeylerden biri olduğunu düşünüyorum. Söylediğiniz gibi, diyalog kurmanın bir yolu olarak gerekli bir şey bu. Bu yüzden, başlangıç olarak, sizi şaşırtmak istiyoruz, bu yüzden bazı eleştirel sorular yönelteceğiz size. İlk soru stereotipleştirme-klişeleştirme ile ilgili. Sahnede stereotipik olanı yapmakla ilgili. Belki Forum Tiyatro’nun yapısında var bu, belki Kafadaki Polis ve Arzu Gökuşağı’nda dahi var. Klişe olanı kullanmak kolay. Tiyatroda gerçekleri karşılaştırmak adına klişeleri sorgulamak adına açık bir mekanizma olmayabilir.
Biz bu yüzden, bizi ezeni, bizim eziciliğimizi ya da ileri sürdüğümüz bu gibi şeyleri sunan, iyi ve kötü kişileri gösteren Ezilenlerin Tiyatrosu’na davet edildik. Stereotipler-klişeler arasındaki tartışmada, karmaşık bir gerçeklikte olması daha mümkün görünen, gerçek bir anlaşma yolu var mıdır? Biz sorunlar üzerinde düşünmenin bir yolu olarak stereotipleri-klişeleri kullanmaktan nasıl kaçınabiliriz?
BOAL: Forum Tiyatro ve Arzu Gökuşağı tekniklerinde, stereotip-klişe olandan başlayabileceğimizi düşünüyorum, fakat tiyatral tartışma gidebildiği yere kadar gidecektir. İnsanların klişe olandan daha derinini görebilmesi ve onu yapabilmesi için bir reçete yok ki. Ancak stereotip-klişe’den başlayarak ardından daha derine gidebileceğiniz bir yöntem var. Örnek sunumun (temsilin) stereotip-klişe olması kaçınılmazdır. Örneğin dün biz kilisede bir sunum yaptık, klişe bir sahne gösterdik. Domino ya da kağıt oynayan ya da bira içen insanlar vardı, biri geldi ve “Siz buradan çıkmak zorundasınız ve harekete geçmelisiniz, haydi bir eylem yapalım ve katılımcı olalım” dedi. Bir delikanlının söylediğinden çok etkilendim; “Niçin eyleme geçmeliyim? Ne kadar çok okuyorsam, bu ülkede olanları o kadar çok biliyorum, bir o kadar da çözüm olmadığını düşünüyorum.” Bu sözün ardından bazılarının nasıl pasifize olduğunu düşündüm. Daha doğrusu pasifize edildiğini. Çünkü medya, basın, televizyon ve çevremiz tarafından, insanı korkutan pek çok olayla ilgili, öyle çok bilgiyle yükleniyoruz ki. Bütün bunları bilmek insanları bir tür kaderciliğe sürüklüyor, kaderci olmayanları dahi kaderci yapıyor. Maalesef durum böyle. Ben çok etkilendim bu sözden. Duyduğum bu söz klişe değildi. Ancak kişinin şunu söylemesi klişedir: “Oh, hayır, bütün bunlar beni ilgilendirmiyor.” Bunlar beni ilgilendirmiyor diyen kişi, aslında konuyla ilgileniyordur fakat ya ifade etmekten korkuyordur, ya da cesareti yoktur. Bu yüzden, stereotip-klişe olanın görünenin ancak bir kısmını oluşturduğuna ve temayı tartışmak için toplanan insanlara bağlı olduğuna inanıyorum. Esas soruna ancak stereotip-klişe’nin ardından ulaşabiliriz
“Tamam, biz klişe hakkında konuşmayalım” gibi bir klişeyi de kabul etmiyorum, konuşabiliriz. Bildiğimiz hikayeler, normalde sıkça karşılaştığımız durumların hikayeleridir. Sunduğumuz örnek de, daha az ya da çok klişeydi. Fakat burada önemli olan şey yöntemdir. Biz herkesin bildiği klişelerden bazı şeylere nasıl ulaşabiliriz? “Evet, tam da bunun gibi bir şey” diyen oyuncu-seyircinin müdahalesi vasıtasıyla nasıl bilgi almaya çalışırız? Oyuncu-Seyircilerin arzularını nasıl keşfedebiliriz?
Bu yüzden stereotip-klişe’den korkmam ben, fakat kötü olan şeyden korkarım. Klişe olmayan fakat kötü bir şey sunarsanız, tamamıyla gerçek olmayan bir şey göstermiş olursunuz seyirciye. Eğer gösterdiğiniz şey yalansa, bunun bir şeyi keşfetmeye hizmet edeceğini ve insanları güçlendireceğini düşünmüyorum. Fakat stereotip-klişe’nin yalana ihtiyacı yoktur, stereotip, olabilecek şeylerden kurulan genel bir çatıdır. Bu yüzden, bunu söylemeyi seviyorum; her şey tiyatronun kendine, oyunun kendine, yöntemin kendine bağlıdır, hiçbir şeyin garantisi yoktur. İnsanlar garantilere alışıktır. Fakat biz hiçbir şeyin garantisini vermiyoruz, teknikler geliştiriyoruz. Bizim için önemli olan şey kullanılabilecek teknikler geliştirmektir, insanda çözüm yollarını bulma arzusunu güçlendirmektir. Eğer güçlü bir arzunuz varsa ve siz bundan vazgeçmiyorsanız, her şeye rağmen inanıyorsanız, o zaman bir şeyler değişebilir.
SORU: Başka bir deyişle Oyuncu-Seyirci (Spectactor) bir durumu stereotip-klişe’den yola çıkarak öğrenir. Onlar bu stereotip aracılığıyla olanı ve ne yapmaları gerektiğini keşfederler. Başlangıçtan itibaren stereotipten yola çıkarak, ardındaki şeyleri keşfetmek, bir joker-lider olarak sizden çok, bir akademisyen ya da eleştirmenden çok Oyuncu-Seyirci’ye (Spectactor) bağlı. Yani grup tarafından keşfedilmeli.
BOAL: Tiyatral yöntem belirleyici oluyor. Kimi zaman da olanların gidişatına göre değişiyor. Çünkü bazen durum stereotipiktir, bazen hikaye, kimi zaman da stereotipik bir karakter öne çıkar. Şili'’de yaptığım bir çalışma sırasında, tartışma sürerken keşfedilen bir buluşu hep hatırlarım. Bu buluş, Pinochet'’e karşı mücadele eden ve bu mücadelenin içinde yer alan çalışanlarca neredeyse kahraman olarak bilinen, cehennem eziyeti çekmiş biriyle ilgiliydi. Fakat bu adam, aile yaşamını oynarken, kendi ailesine, karısına, çocuklarına, özellikle kızlarına Pinochet gibi davrandığını keşfetti. Yani klişe bir baba gibi davrandığını. O, karısına, kızlarına, oğullarına, Pinochet’ye karşı mücadele eden bir baba gibi davranmıyordu. Kızlarından biri, randevusundan zamanında gelse dahi, onun tepkisi, bir zorbaya karşı mücadele eden insanın tepkisi gibi olmuyor, tersine o da zorbaca davranıyordu; “ Eve zamanında dönmek zorundaydın. Bunu yapmak zorundaydın, şunu yapmak zorundaydın...” gibi. O, işyerlerinde maruz kalınan baskılar, kızlarını ve eşlerini korumaya yönelik dayatmalar gibi bütün davranış formlarını evde yeniden üretti.
Bazen de durum stereotipiktir. Dünkü gibi. Dün stereotipik bir durum vardı. İnsanlar oyun oynarken (domino ya da kağıt oyununu yansılama) , biri çıkıp şunu söyledi: “Oynamayı bırakın. Gelin ve bir şeyler yapın....” İnsanların; “İnsanları suçlamak, onların kendilerini suçlu hissetmelerini sağlamak için bir şeyler yapmak zorundasınız...” demeleri de stereotipikti. Bu bir klişe durumdur. Bunun gibi pek çok durumla karşılaşırız hayatta. Kimi zaman stereotip-klişe olan, bir başka durumda da ortaya çıkar; Siz onların gösterdikleri oyunun yerine, zevk veren hiçbir şey öneremezsiniz. İşinizle meşgul olmaya devam edin demektir bu. İnsanlar bazen, yalnızca uğraşmaktan yorulur, yaptıklarından zevk de almak isterler. Dün, yaptıklarınıza, size ve orada olan insanlara müdahale etmeyi düşündüm, çünkü zevk almadığınızı ve üzerinizde oyunun dinamiklerinin baskısını gördüm. Yalnızca durumdan sorumlu olan ya da suçlu olan siz değilsiniz. Eğer yalnızca kendinizi suçlamazsanız, zevk de alırsınız, çünkü bu adaletsizliğe karşı mücadele etmek de insana zevk verir. Dolayısıyla oyunun içinde zevk de alınabilir. Yani stereotip-klişe bazen bir durum, kimi zaman da bir karakterdir.. Oyuncu-Seyirci’ler olarak kendimiz stereotipikleştirmezsek (klişeleştirmezsek), kişilerde gizlenmiş stereotipleri daha iyi anlamak için o stereotipleri-klişeleri kullanamayız. Çünkü stereotip-klişe olan, aynı şeyi tekrarlamaktır, yaratıcılıkla ilgisi yoktur. Forum’un düşüncesi; stereotipin ardındaki stereotipleri tahrip ederek, onları kırmaktır. Çünkü bazen stereotip olan şey (tekrarlanan şey) insanı rahatlatır. Bu beraberinde şöyle bir söyleyişi getirir: “Tamam, böyle devam et. Kimse senin canını sıkamayacak...”
SORU: Bir bakıma yapının kendisi, yöntem, yalnızca eyleme katılmaya değil, eylemi oluşturan durumlara katılmamıza da izin veren yansıtıcı öğeleri içeriyor.
BOAL: Daha çok müdahale yöntemini, Oyuncu-Seyirci’nin müdahalesini içeriyor. Örneğin; evdeki kadınları ve erkekleri oynadığınızda, örnekler şu stereotiplerden çıkar: Gazete okuyan, televizyon izleyen, birasını yudumlayan erkekler, telefonda konuşan, bebeğiyle ilgilenen, yemek yapan kadınlar. Bu bir klişedir. Burayı bilemem, fakat benim ülkemde öyle. Bu tür tekrarlanan davranışlar çok kullanılan bir şeydir.
Bir keresinde çok güzel bir oyun vardı hatırlarım. Hamile kalan bir kız hakkındaydı. Durum, işinden evine gelen bir babaya hizmet eden anneyle başladı. Babanın eve geldiğinde yaptığı ilk şey ayakkabılarını fırlatmak oldu, anne terliklerini getirdi ve masayı hazırlamaya koyuldu. Sonra kız geldi ve hamile olduğunu açıkladı. Kızın hamile kalması büyük bir sorundu ve ailesinin desteğine ihtiyacı vardı, bütün ailenin. Grup, bir kızın bu tür baskılara kaşı nasıl mücadele edeceğini tartışmak istedi. Ancak grubun gözden kaçırdığı bir şey vardı; ayakkabılarını fırlatıp atan koca ve ona terliklerini getiren kadın arasındaki stereotipik ilişki. Bir gün, hatırlıyorum, oyun başladığında, seyredenler ve oynayanlar, başlangıçtaki merkez noktaya varmak için çok hızlı davrandı. Biri dedi ki; “Durmayın. Başlangıca geri dönün.” Oysa benim için merkez nokta kızı tartışmak değildir. Merkez nokta; birasını yudumlayan ve ayakkabılarını dilediği yere fırlatan erkeğe terliklerini getirerek hizmet eden kadındır. Tam da bu noktada temel bir problem vardır, sonrasında değil. Sonrası bunun sonuçlarıdır. Böylece tartışma daha çok koca ve kadın üzerinde yoğunlaştı, baba ve anne üzerine. İnsanlar bunu yapılandırdılar, normal olan yolu; stereotip-klişe koca ve kadını.
Stereotip-klişe ayrıca bir örtü-perde (mask)dir. Stereotip yalnızca edebiyattaki, elinde bir ateş topu olan delikanlı gibi ya da böyle olduğu söylenen bir şey değildir. Siz bir stereotip kullanıyorsunuz, bir edebi stereotip. Fakat siz, sahnede iki karakter kullanıyorsanız, bir dramatik klişe-stereotip oluşturuyorsunuz demektir bu. Bir dramatik klişe bazen bir ritüel (töre-alışılmış davranış kalıpları)dir. O zaman yapmak istediğimiz ne olacaktır? Biz ritüellere karşı mücadele etmeyi istiyor muyuz? Günlük yaşamın kutsal olmayan ritüellerine (alışkanlıklarına) karşı? Çünkü kutsal olmayan ritüeller, bize perdeleri(maskeleri) empoze eder. Sonra biz, yaratıcı olmayan biçimde o maskelere göre davranırız. Ben bir kocayım. Ben bir babayım. Ben buyum. Ben şuyum. Ve ben kendim değilim!.. Bu yüzden edebiyattaki bir stereotipi-klişeyi kullanmak (elinde ateş topu olan bir delikanlı gibi) bazen iyi değildir. Bu sizin söylediğiniz belli şeyler anlamına gelir. Belli stereotipler. Bunlar kötü imgelerdir, aşınmış imgeler. Tiyatroda stereotipler-klişeler bazen ritüelizasyonun (alışılmış töresel davranışlar) mekanizmasını oluşturur. Oysa Forum tiyatro’da bu tür klişeleri yıkmak yararlıdır.
SORU: Eğer ben Forum Tiyatro’nun içindeysem ve bir imge yaratıyorsam, biri bana; varolan sosyal bağlamdan, bana ait olan kişisel deneyimlerimi ayırmanın çok kolay olduğunu söyleyebilir. Ben, yalnızca kendi bakış açımla bir ezen imgesi yaratırım. Eleştiri yapılabilir. Ama ben kendi imgeme -nasılsa daha geniş bir perspektiften bu imge benim gerçeğim olduğu için- inanabilirim. Oynayan-Seyreden(Spectator Audience) sosyal ve kişisel olanla tekrar bağlantı kurabilir mi?
BOAL: Bu yapıya da bağlı. Örneğin; işinde daha çok maaş almak ve daha iyi bir duruma gelmek istediği için patronuyla konuşmaya giden bir çalışanla ilgili bir yapı(çatı) kurun. Diğer bütün çalışanlar da, aynı fabrikada, aynı iş yerinde olsun, onlar durumu hemen kavrayacaklardır. Kuşkusuz onlar ezildikleri konusunda hemfikir olacaklardır. Ardından patrona karşı mücadeleye girişeceklerdir. Çünkü patron daha çok kâr etmek ister ve daha az ücret, daha kötü ve gayri-insani olanaklar sunar. Böylesi bir durumda, çok açıktır ki; biri grev yapmak gerektiğini söyleyecektir. Bunu anlamak çok kolay.
Fakat biri ile diğeri arasındaki ilişkide kategori iyi belirlenmemişse, o zaman karmaşa başlar. Örneğin; kadınlarla erkekler arasındaki bütün ilişkilerde, duygusal ilişkilerde, bazen her ikisi de, bir diğeri tarafından ezildiğini hisseder. İçinde, bir kadın tarafından ezildiğimi hissettiğim bir oyun gösterebilirim. Forumda sunulacak bu oyunda, ezilmekten daha çok belki de ezdiğimi keşfedebilirim. Bu yalnızca forumda olmayabilir. Geçen gün böyle bir imge yaptık ve delikanlılardan biri sonunda gerçekten adeta patladı; “Bakın, ben nasıl ezildiğimi gösteriyordum ve herkes diğerinin pozisyonunu aldığında (Ezdiğini düşündüğü partnerinin tutumunun diğer katılımcılar tarafından yinelenmesi) çok şaşırdım! Sonunda anladım ki, belki de ben diğerini eziyorum, diğeri beni ezdiği için.” Bazen durum sosyal olarak çok açık değildir, çok konsantre ve stereotipik de değildir, ritüelistik de (Alışılmış-töresel) değildir. Hissetmenin sorgulanmasıdır durum, duygunun sorgulanması da olabilir. Bu durumda kimin kimi ezdiğini söylemek çok zordur. Çünkü biri ezen de olabilir, ezilen de. İçinde ezeni ya da ezileni gerçekten bulamayacağınız öyle teknikler geliştirildi ki. Burada amaç; ezeni ve ezileni bulamamak değil tabii. Bir kişi ile diğeri arasındaki ezen-ezilen durumunun değişebilirliğini anlamaya çalışmak.
SORU: Haydi şöyle bir durum var sayalım; Size fabrika sahipleri Ezilenlerin Tiyatrosu yapmak için nasıl bir senaryo oluşturacaklarını sordu. Onlar da, ailelerini, mal varlıklarını sabit bir düzeyde tutmak ve hissedarlara sorumlu olduklarını belirtmek ve varlık içinde yaşamak için – ben açıkça size zarf atıyorum, farkındayım- bunları yapmak zorunda olduklarına dair bir senaryo oluşturacaklar. Onlar kazançlarını arttırmak için işçi sendikasından ödün istiyorlar. Eğer bu ödünü alamazlarsa, daha az rekabet olacak ve daha az kâr edecekler. Onlar işyerinin kapılarını kapatmak zorunda kalabilirler. İşçileri işten çıkartmak zorunda da kalabilirler. Bu yüzden onlar size; bu durumda biz aslında ezildiğimizi ve işçilerin bizi ezdiğini nasıl gösterebiliriz diye soruyor.
BOAL: Tiyatroda çok önemli bir şey vardır. Bu, tiyatroyu hangi biçimde yaparsanız yapın en önemli şeydir. Bu önemli şey; tiyatronun, gerçeğin dönüştüren ve devamlılığı olan imgelerini sunmasıdır. Siz gerçeğin bir imgesini sunarken bir bakış açısı seçersiniz, o imgeleri görebileceğiniz bir yer. Bir fotoğrafçı gibi. Oyun yazarı ya da tiyatro yapan kişiler baktıkları yeri seçmek zorundalar. Hangi açıdan baktıklarını. Örneğin; dün biz polis tarafından kötü muameleye maruz kalmış insanlarla konuşuyorduk. Belki polislerin de kendilerini baskı altında hissettikleri söylenebilir, evde pek çok problemleri olduğu. Belki evde birlikte oldukları insanlar da, başka bir yerde eziliyor olabilirler. Fakat gerçeğin imgesini yapmak ve nerede duracağınızı bilmek durumundasınız. Çünkü tiyatro moral bir değer sunar, Ezilenlerin Tiyatrosu ya da diğer formlar fark etmez. Biz gerçeğin imgesini gösterdiğimizde, gördüğümüzü, görmek istediğimizi gösteririz. Dönüştürme yöntemiyle. Benim tezim, benim desteklediğim şey; örneğin; dünkü durumda, hiç bir neden yokken dövülen Meksikalı adamla ilgilidir. Biz, polislere ateş edildiğini ve onların korktukları için öyle davrandıklarını söyleyebiliriz. Ben polislerin kendi problemleri olduğunu da biliyorum. Fakat belli durumlarda polisin, hiçbir şey yapmamış birini dövdüğünü de biliyorum. Belki yanlış yorumlanmış bir tavır, bir saldırı olarak algılanmış ve öyle davranılmıştır. Ama sonuçta adam acımasızca dövülmüştür. Bu yüzden Meksikalı adamın yanında yer almalıyım, bundan kuşkum yok. Bu bir ahlâki tercihtir.
Bu yüzden sizin söylediğiniz durum da, neredeyse bütünüyle gerçek, örnek aldığınız topluluk da toplumun bir parçası. Siz bir yöneticisiniz, işyerinde çalıştırdığınız insanlar var, işçileriniz var, aileniz var, siz toplumun içinden birisiniz. Fakat şunu söylemek zorundasınız: “Nerede durmalıyım? Benim ahlâki tercihim nedir?” Ve sonra tercih yaparsınız. Pek çok kere Brezilya’da banka memurlarıyla çalıştım. Biz banka çalışanlarının kendi içlerinde mücadele ettiklerini biliriz, çünkü onların kimi yönetici-müdür , kimi yönetici-şef olmayı ister. Bazıları da bir atamaya karşı greve gider. Bu yüzden bazen yönetici-müdür ya da daha iyi konumda bir müdür olmak isteyen biri greve karşıdır. Dolayısıyla her durumda siz gerçek bir imge sunarken, insanlara, çelişkiler içinde mücadelenin bir türünü sunarsınız. Yani siz, nerede duracağınızı bilmelisiniz ve bu duruş ahlâki bir duruş olmalı. Kuşkusuz benim durduğum yer, gerçekten ezildiğini düşündüğüm insanların yanıdır, Meksikalılar gibi, buradaki Latinler gibi, çalışanlar gibi. Brezilya’da da kuşkusuz Brezilyalı insanların yanında olacağım; yoksulluk var olduğu için kendilerini ezilmiş hisseden zenginlerin yanında değil. Çünkü yoksulluğu yaratan onlardır, tabii ki onların yanında asla olamam.
SORU: Ama egemen çevreleri, ezilenler olarak kendilerini sunan ve kendi bakış açılarıyla sorunlarını aktarmak isteyen varlıklı çevreleri hoş görebilirsiniz. Herhalde siz seyircinin içinde olmak istersiniz.
BOAL: Evet isterim fakat, ezenlerden yana olacağıma inanmıyorum. Örneğin; Brezilya’nın durumuna bakalım. Şimdi Brezilya’da, orta sınıfın yok olduğu, çoğu insanın halkın tarafını tuttuğu ve yine çoğu insanın, bizim bütünüyle bir toplum olduğumuza ve hepimizin o toplumun bir parçası olarak minimum haklara sahip olmamız gerektiğine inanılan bir dönem yaşanıyor. Eğer biz toplum hakkında konuşacaksak, toplumun bütün üyelerinin yaşamak hakkına sahip olduğunu söylemek zorundayız. Toplumun her üyesi; yaşamak için bir yer edinmek, çalışmak için iş bulmak, sağlık ve eğitim sorunlarını çözebilmek için uygun koşullara sahip olmak, taşıma olanaklarından yararlanmak, özetle minimum koşullarda yaşamak haklarına sahip olmalı. Az sayıda insan maksimum yaşam koşullarına sahip olabilir. Ancak bütün insanlar minimum yaşam standardında yaşamak zorunda. Bu durumda Brezilya’da olan şey –benzeri örnekler de var-, toplumun tamamını dikkate almamaktır. Biz bütün bir toplumu dikkate almalıyız, yalnızca varlıklıları ve “diğerleri beni ilgilendirmez” diyenleri değil. Bu yüzden zenginler(patronlar) gerçeğin bir imgesini yapmayacaklardır, çünkü bir mikrokosmos bir makrokosmosu , yani çoğunluktan olan sıradan birinin sorunu genel sorunu oluşturur ve biz, içinde onların(çoğunluğun) ezildiğini gösteren mikrokosmoslardan oluşan imgeleri görmeliyiz. Makrokosmosda, onların halkı nasıl ezdikleri görülecektir.
SORU: Siz onları bu halk arenasına davet etmiş olsaydınız ve “Evet, bize imgelerinizi gösterin, bir tartışma platformu olarak bunları kullanmak isteriz” deseydiniz?
BOAL: İyi olabilirdi. Dün eğer polisler gelmiş olsaydı ve onlar Meksikalıları nasıl gördüklerinin imgelerini göstermiş olsalardı, Meksikalılar da kendi imgelerini gösterselerdi iyi olabilirdi. Eğer bir diyalog oluşturabilseydik belki de iyi olabilirdi. Fakat polisle halk arasındaki çatışmayı oluşturan husumeti göstermek çok da gerekli değil. Şimdi bu ülkede, sizin polisin düşmanı olmanız için Meksikalı olmanız yeterli. Polisin düşmanı olmanız için kara derili olmanız yeterli. Bu yüzden eğer onlar gelirse, kendilerinin ezildiğini hisseden ezenlerden biri gelip, kendi imgelerini gösterirlerse, biz de zum yaparız. Eğer bu problemi siz böyle görüyorsanız, haydi hızla geriye dönelim. Yalnızca mikroyu görme yerine, makroyu görelim, bütün bir toplumu görelim. Fakat gerçek doğrular ortaya çıksın.