Motorsiklet Günlüğü

Sa, 01/02/2005 - 09:00
  • Arttır
  • Eksilt
  • Normal

“Motorsiklet Günlüğü” Che’nin 1952’de arkadaşı Alberto Granado’yla Güney Amerika’dan çıktığı bir yolculuğun öyküsünü anlatır. İki insanın hem kimliklerini aradıkları hem de Latin Amerika kıtasını keşfederek insanın ruhunun en uzak köşelerini keşfetmek için çıkılmış yolculuğun öyküsüdür.

23 yaşında bir tıp öğrencisiyken çıktığı bu yolculuğun sonucunda, bir özgürlük savaşçısına dönüşünün öyküsüdür aynı zamanda. 1959’da Batista rejimine karşı savaşmak için anavatanı Arjantin’den Küba’ya gitmiş ve şimdilerde bir külte dönüşmüş bir özgürlük savaşçısıdır Che.

Ancak filmin başında da belirtilmiş olduğu gibi “Motorsiklet Günlüğü” etkileyici eylemlerin hikayesi değil, bir yol boyunca dolaşan iki insanın hayatlarından bir kesittir. Amaçları özdeş, hayalleri ortak. Dolayısıyla bu filmde görmek istediğimiz Commandante Che’yi göremiyoruz. Zaten film bu düşünceyle izlenmemeli. Kişinin, birey ve insan olabilme yolunda eşiklerde sınandığı bir sürecin gösterimi olarak izlenmelidir. Eşiklerin başarıyla geçilerek devrimci bireyin ve devrimci durumun nasıl yaratılabildiği gözüyle izlemek, filmin vermek istediği mesajı anlamayı kolaylaştıracaktır.

Yaşam, insanları eylemleri ile sınar. Yaşamın kırılma noktalarındaki eylemlerimiz eşiklerimizi aşıp aşamayacağımızı gösterir. Eşiği atlayabilmişsek kimliğimizi ve kıtamızı keşfetmekte yolumuza devam edebiliriz. Ancak eşik atlanamamışsa ömür boyu kayboluş ve arayışımız sürüp gidecektir.

Ernesto ve Alberto film boyunca sınanır ve eşiklerle yüz yüze kalırlar. Kırılma noktalarında da bilinçlerinde sıçrama yaşayarak keşiflerini gerçekleştirirler. Ancak ne varki iki farklı kişiliğe sahip iki insandan Alberto macera olsun diye çıktığı yolculuğunda Ernesto’nun sınanmalardan ve eşiklerden atlamasıyla yoluna devam edebilir. Çünkü küçük yalanları da olsa, Ernesto’nun dürüstlüğü ve insancıl yanı tercih edilir. Bugün Ernesto CHE olmuş, Alberto’da Che’ye sadık kalarak Küba’da tıp fakültesi kurup, her uçak uçuşunda Che’yi anmaktadır.

Sevgilisine mayo almak için aldığı 15 doları hastaneye gitmememe pahasına da olsa harcamaması ancak madenci çifte vermesi; -para konusunda Alberto’yla devamlı çatışırlar- tümörlü hastaya karşı dürüst davranması; motorsuz yollarına devam etmeleri; madenci çiftle görüşmelerinden sonra gerçeğin değişmesi ve kamyona taş atması; gemi yolculuğu sırasında gemiye bağlı küçük kayıktaki yoksulları aklına yazması; Peru üzerine yedi makalenin ve Peru’lu, Şili’li yoksul halkla tanışması; İnka yerlilerin öyküleri; cüzzamlı hastalar; nehrin hastalarla hasta olmayanları ayırması; adada kuralları yıkıp, kuralsızlıklar yarattığı eldivenleri giymemesi, ayine katılmaması; hastalarla kurduğu pedagojik ilişki ile onların özgürleşmelerini sağlaması sonucu hastaların yemek çalıp Ernesto’ya getirmeleri; geleneğin yok edilip kolektivizmin örgütlendiği futbol maçının özgürleştirici özelliği; hastaların Ernesto ve Alberto’nun yolculuklarının devam edebilmesi için sal almaları; astımlı olmasına rağmen adayı ikiye bölen nehri doğum gününü hastalarla kutlamak için yüzerek geçmesi… Ernesto’da yolcuğu boyunca sınandığı ve kırılma noktalarından sonra bilinç değişimi yaşadığı karelerdir.

Che ne metalaştırılmış ne ucuzlaştırılmış ne de idealize edilmiş bu filmde. Herhangi bir kişiyken nasıl devrimci olduğuna dair yolculuğu sunmaktadır film. Bu film ders olarak işlenebilir bir özelliğe sahiptir.

Neredeyse filmin bütün kareleri bir şey anlatır. Hepsini yazmamız olanaksız; ancak siyah-beyaz fotoğraflar ve nehri geçmesi yazılmayı zorunlu kılıyor. Filmdeki bütün siyah-beyaz kareler Ernesto’nun aklına kazıdığı fotoğraflardır; aslında sınandığı, kırılma noktaları ve değişime uğradığı anlar. Bu karelerin bir özelliği var ki; bu, yönetmenin, Che’nin ve Latin Amerika’nın ruhunu çok iyi anladığını gösterir. Siyah-beyaz kareler donmuş fotoğraflar şeklinde değildir; ya bir insan gözünü kırpar, ya yanındaki at başını oynatır, ya da arkasında hareket eden bir makina vardır. Siyah-beyaz ama hareketli, çünkü bütün bunlar Latin Amerika’da yaşananlar ve gerçeklerdir.

Nehri geçtiği kareler ise, Ernesto’nun devrimciliğe ilk adımlarını attığı sınırı kaldırıp nehrin iki yanını birleştirdiği eylemidir. Sınırlar kalkar hayalindeki Birleşik Amerika’nın küçük ama yarına taşınmış basit bir sonucudur.

Sonuç olarak; insancıl olmak, dürüst olmak, devrimci olmak için yeterli midir? Ernesto dürüst ve insancıl bir yapıya sahiptir. Acaba kendini ve Latin Amerika kıtasını keşfetmek için o yolculuğa çıkmasaydı “commandante” olur muydu? Madenci komünist çifti görmeseydi, İnka yerlileriyle tanışmamış olsaydı, Peru’lu, Şili’li yoksullara tanık olmasaydı, cüzzamlı hastalarla özgürleşmeseydi Ernesto, CHE olur muydu?

Che bize yaşamın kırılma noktalarını gösterdi. Eşikleri nasıl atlayacağımızı öğretti.

Gerisi bize kalmış…