Türkiye “Barış Süreci” sancıları içinde kıvranırken sinemalarda Güneydoğu Anadolu’da 25 yıldır süren savaşın filmi gösterime girdi. 1993 yılını anlatan “Nefes” filminin ikinci adı da şöyle: Vatan sağolsun!
Gösterime girer girmez Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ da seyirciler arasına katıldı, çıkışta filmi çok beğendiğini söyledi.
Nefes dağ başında bir sınır karakolunda geçiyor.
Sık sık baskına uğrayan bu talihsiz karakolu kurtarmak için bir yüzbaşının başında bulunduğu komando timi yardıma geliyor. Film de böyle başlıyor…
Nöbetçi askeri uyurken yakalayan yüzbaşı, içtima için toplanıldığında avazı çıktığı kadar bağırarak soruyor:
-Adın ne?
-Ahmet…
-Ahmet sen öldün!
Karakoldaki bütün askerleri aynı “şefkatli” yaklaşımla uyarıyor:
-Hepiniz öldünüz!
Bu etkileyici sahnenin finalinde komutan sözlerini şöyle bağlıyor:
-Ben siz öldürtmeyeceğim! Ölmeyeceksiniz, cenazelerini bayraklı tabutlara koydurtmayacağım!
Şahane bir komutan!
Çünkü askerlerini çok seviyor. Onların komutanı değil de ağabeyleri, babaları gibi…
Nöbetçi kulübesinde uyuyan askeri de affediyor!
SAVAŞ GERÇEKLERİ
Eğer Elazığ’a bağlı Karakoçan’da uyuyan bir askerin eline pimi çekilmiş el bombasını verip de dört askerin “şehit” olmasına sebep olan teğmen Mehmet T. olayını yakın zamanda öğrenmemiş olsaydık, uyuyan nöbetçiye şefkat gösteren komutan tipini daha rahat özümseyebilirdik.
Ama gerçek ne yazık ki, “Nefes”in anlattığı kadar sevimli değil. Gerçi Nefes’te de el bombasını yanlışlıkla patlatan bir er var ama bu eğitim birliğinde meydana geliyor, ortalık yanıp yıkılması karşılık kimseler ölmüyor. Bu sadece bir Anadolu çocuğunun iyi niyetli “salaklığından” ibaret örnek olarak takdim ediliyor.
Nefes’te yaralı olarak ele geçen bir kadın militanın hayatta kalması için gösterilen olağanüstü çaba her türlü takdirin üzerinde bir görüntü zenginliği içinde yansıtılıyor. Hatta bu kadın militan için helikopter bile çağrılıyor.
Bunlar savaşın “güzel”, “centilmen” tarafları… Sadece küçük bir sorun var:
-Gerçek, gerçekten böyle mi?
Ben de bir komando yüzbaşı tanımıştım. Gözü pek, askerinden önde giden, silahşor, pek çok zafer kazanmış bir kahramandı.Uzun bir içkili sohbet gecesinde, yaptığı baskınları, girdiği çatışmaları anlatmıştı.
Bir evde kıstırdığı PKK militanı ile girdiği silahlı çatışmanın finaline geldiğinde, şaşırarak sormuştum:
-Ağır yaralı olduğu halde teslim olmuyor ha?
Yüzbaşı gülümseyerek şöyle demişti:
-Ben sağ teslim almam zaten!
Gözlerimin kocaman açıldığını görünce, bir başka savaş gerçeğini ortaya koymuştu:
-Nazım bey, insan öldürmenin ilki zordur!..
NEFES’İN SORUSU
Nefes filmi görsel efekt, kamera kullanımı, montaj tekniği, bakımından Amerikan filmlerinin gerisinde kalmıyor.
Final sahnesindeki yüksek ateşli çatışmada parçalanan kafalar, kopan kollar, delinen bedenler, gerçek bir savaşın ne kadar vahşi olduğunu açık olarak gösteriyor.
Bu açıdan bakılınca film gerçekçi olmuş denilebilir.
Savaşa karşı çıkanların da ne kadar haklı oldukları da anlaşılabilir.
Ama bir şartla… Filmin senaryosunda olması gereken bir soruyu içine yerleştirmek kaydıyla:
-Niçin?
Nefes bu can alıcı bu soruyu sormuyor!
Tıpkı yıllardır Türkiye’de kimsenin soramadığı gibi…
Gidin, savaşın, öldürün, ölün…
Sonra?
Vatan sağ olsun!
Güneydoğu’da yaşananları Nefes’e sağlanan hoşgörü ile izlemeye alışabilirsek, belki arkası da gelebilir.
Mesela Yeşilyurt köyünde dışkı yedirilen köylülerin hikayesi de oralarda neler yaşandığını öğrenmemizi sağlayabilir.
Yoksa aynı yolda ilerleyip aynı çıkmaz sokaklara yeniden sapabiliriz.
Ülkemizdeki demokrasinin kronik hastalığı gibi…
-“Nefes” darlığı!