Oskar’a Gidiyoz Gari

Sa, 07/11/2006 - 02:00
  • Arttır
  • Eksilt
  • Normal

Oyuncularının büyük kısmı Muğlalı köylülerden oluşan “Dondurmam Gaymak” filminin yönetmeni Yüksel Aksu, yapım süreci ve sonrasında yaşadıklarını, hissettiklerini, hedeflediklerini Halkın Sesi’yle paylaştı. Tabii aday oldukları Oskar’ı da... Röportajın tam metni Sendika.Org’da yayınlanacak

Film için “Muğlalılar toplandık bir film yaptık” diyorsun, neden bildiğimiz anlamda profesyonel bir çalışma tarzı benimsemek yerine köylülerle çalıştın?

Ben şu sıralar özellikle dünyada ve Türkiye’de bir uzman cahiller ordusu oluştuğunu düşünüyorum. İnsanlar işi ve uzmanlığı dışında hiçbir şey yapamaz ve konuşamaz gibi bir algı var. Hedeflerimizden biri bunu kırmaktı. Ben şunu söylüyorum burada: Herkes Robert de Niro olmayabilir ama herkes oyuncu olabilir. Ben sanatın birtakım insanlara bırakılması yerine her insanın sanat ve kültürle ilgilenmesi gerektiğini savunuyorum. Bu aynı zamanda sosyalizmin bir önerisidir. Fransız ihtilalinin bir önerisidir. Yani ütopyadaki gibi “öğleye kadar ziraat öğleden sonra balıkçılık, akşamda roman yazma” şeklinde. Kültür ve sanatla uğraşan toplumlara şiddet, gericilik, faşizm gibi şeyler giremez. Bunun örnekleri ortada: bugün Küba’da 12 milyon nüfusun 5 milyonu profesyonel düzeyde müzikle uğraşıyor ama aynı zamanda adam diş hekimi ya da başka birşey.

Dolayısıyla bu filmi yaparken siyasal önermemiz şuydu: Taşrada ve her yerde herkes biraz kültür ve sanatla ilgilensin. Örneğin 5 buçukta işi biten biri lokalde okey oynayacağına gitsin bir tiyatro grubu kursun.

Bu kadar insanı filme emek vermeye iten motivasyon neydi?

Oynamanın keyfiydi esas motivasyon, tabii bölgenin avantajları da var. Bana şimdi desen ki aynı işi Erzurum’da yapabilir misin? Herhalde yapamam. Birincisi Ege, dünya tragedyasının ortaya çıktığı bölge. Ben kültürlerin diyalektiğine ve sürekliliğine inanıyorum. “Kültürler bir rejim gelince yok olur bir başka rejim gelince imha edilir” gibi bir şeye katılmıyorum. Ben kültürlerin canlı organizmalar gibi yaşadığına ve diyalektik bir şekilde evrildiğine inananlardanım. Dolayısıyla orada bir tarihsel mirasın olduğunu zaten biliyorum. Ben o bölgenin insanıyım. İkincisi dünya literatürünü taradım ve orda, bu mirasın üstünün örtüldüğünü tozlandığını biliyordum. Üfledik, altından oyunculuk cevheri çıktı. Bunun sadece tekniği eksikti. Bunun için 10 haftaya yakın bir ön hazırlık yaptık. Filmde toplam 2 bin oyuncu oynadı. Müdahil olan insan da 4 bine yakındır. Belediye ve cami hoparlörlerinden, yerel televizyonlardan anonslarla filmin çekileceğini duyurduk. Elimizde handy-cam kameralarla başvuruları aldık. 150 tanesini seçtik. Bunları daha sonra sinema ve tiyatro oyunculuğu kursuna tabi tuttuk. Daha doğrusu kurs açtık ve birbirimize kurs verdik. Mehmet Ali Alabora, ben ve ekip arkadaşlarım, uzunca bir süre kurslar yaptık. İçlerindeki oyunculuğu ortaya çıkardık sonra onu dizayn ettik.

Bunların içerisinden 51 tane yan karakter oyuncu çıktı. Oyuncu olarak katılamayanlar da kimisi mekanlarını verdi mesela. Bazıları aksesuar getirdi. Ben filmimize, ‘İmece filmi’ diyorum. Çünkü yemeği mesela orada Süleyman Paşa diye bir arkadaş verdi. Hayvan tedariklerini, Akçapınar ve Dirgene Köyü muhtarlıkları yaptı, Muğla Valiliği otellerimizi karşıladı, Belediye otellerimizi ve akaryakıtımızı karşıladı, Ula ve Akyaka belediyeleri ulaşımımızı karşıladı, onun dışında eski bir dondurmacı abimiz 10 milyar nakit verdi. Ekipten bir çok arkadaş para almadı.

Dünyadaki kanaatine güvendiğimiz insanlar tarafından da beğenildik: İstanbul Film Festivali’nde, Jüri Özel Ödülü aldık, Gerard Depardio’nun en beğendiği film oldu. Adana Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü ve Halk Jürisi Özel Ödülü ve en iyi erkek oyuncu ödülü aldı. Şimdi de Oskar’a seçildi. Biz de sloganlaştırdık “Oskar’a gitcez gari” diye. Hatta Oskar nerede diye soranlar da oldu. Ben dedim “Elazığ’ın bir ilçesi”. O zaman “Çok uzak arkadaş ben gelemem” diyenler de oldu.

Projeni gerçekleştirmeye karar verdiğinde yapımcılardan nasıl tepkiler aldın?

Ben bunu yazdığımda baştan beri yerel halkı oynatmak istedim. Bunun üzerine yapımcılar “Hayır olmaz, yerel halk orada figüranlık yapsın ama şu şu rollerde şunlar oynasın al sana 1.5 milyon dolar” dedi. İstemedim ben, film bu nedenle dört yıl bekledi. Normalde yapımcılar mankenin yoksa, şarkıcın-türkücün yoksa kolay kolay sana para aktarmıyor. Ben de “Yaptırmıyorsanız yaptırmayın” dedim ve filmi çektim. Şimdi genel bir takdir var. Ama alttan alta kem gözler de var. Hissediyorsunuz zaman zaman. Normal bir şey bu. Birkaç yere çomak sokmuş oluyorsunuz.

Yerellik giderek yok olan bir şey mi sence de?

Giderek değil, artık bundan sonra daha fazla dibe vuramaz herhalde. Artık atak yapacağını düşünüyorum. Tek korkum yerellik saplantısının da ikinci bir faşizm yaratması. Yerellikle evrensellik arasında bence soğan zarı kadar fark var. Bir şey zaten yerel olduğu kadar evrenseldir, evrensel olduğu kadar da yereldir. Bunda bir sorun yok. Ne zaman ki faşistler gibi memleketçilik ve aşiretçilik yaptık, ona yerellik demiyorum ben. O bir tür ırkçılık. Ama yerellik dünyanın ülkenin yada bölgenin kısacası her yerin farklı kültürlerini farklı algılama biçimlerini değer yargılarını farklı zenginliklerini ifade etmesi çok enternasyonalist bir şey.

Ama kapitalizmin evrenselliğiyle yerellik arasında bir çatışma var. Çünkü kapitalizm kendisini dayatıyor. Enternasyonalizm kendisini dayatmaz. Enternasyonalizm herkesi birbirine kabul ettirir. Yani dünyadaki globalleşme kapitalizmi dayatmaksa bu bir enternasyonalizm değil bu bir kazık.

Mesela ben koyu şiveyle çektim, yerel şiveyle. O yüzden yerel oyuncular kullandım. Orijinal Türkmen lehçesidir. Bir çok kişi şu anda alt yazılı yapın diye önermede bulunuyor. Türkiye’de orijinal Türkmen lehçesi anlaşılamıyorsa ben ne yapayım yani, nereye gideyim? Yani yerellikle modernizm arasındaki kırılmaya benimkisi bir patlama. “Dinlemem abi tanımam abi” gibi bir patlama. Benim üstümden İskender de geldi geçti, Sultan Muratlar da geldi geçti, ben arkamdaki tarihsel mirasa ve kültürel dinamiklere bakarım.

Bu kültürel mirasa sahip çıkabiliyor muyuz?

Ben şuna inanıyorum, Türkiye bağlamında aydınların arka bahçesini terk ettiği her yeri gericiler ve faşistler işgal ediyor. Sonra da mızmızlanıyorlar. Git, arka bahçende çalış domates çapala, organik tarım yap, politika öğret, kültür-sanat öğret yani vefakar ve cefakar ol. ‘12 Eylül’de beni sattı’ diye küskünlüğü uzatma. Cemaatin terk ettiği yeri başka cemaat işgal ediyor. Bence sosyalistlerin bugün felaket teorilerinden vazgeçip pozitif duygular üretmesi lazım. Kaza geçiren adama sağlık sektörünün sorunlarından söz etmeden, “bu devlet sana bakmıyor gördün mü” demekten önce yaraya pansuman yapmak lazım. Çok dervişçe ustaca çalışmalar yapmak lazım. Bu konuda Halkevleri de önemli bir karargahtır. Çok ciddi bir kültürel mirası da vardır. 70’lerden dolayı adı biraz yıpratılmıştır. Ancak bu ülkede devrimci bir daimiyeti temsil etmektedir.

Bugün yeni bir aydınlanma için neler yapmalı?

Genel olarak Türkiye ve dünya aydınlanmasının en önemli şiarlarından bir tanesi, halkın kültür ve sanata müdahil olmasıdır. Taşımak değil, ‘topla köylüleri senfoni dinlet’, yahut ‘topla devlet tiyatrosu izlet’ değil. Oradan tiyatro üretebilir misin, oradan müzik üretebilir misin?

Dolayısıyla Halkevleri’nin kurulması, halk odalarının kurulması, köy enstitülerinin kurulması gibi çalışmalar, bu şiara yönelik çalışmalardır. Nitekim Türkiye’deki en baba türküler en baba masallar, en baba bilmeceler, etnografik malzeme Halkevleri aracılığıyla ortaya çıktı. Ben ilk tiyatroyu Halkevi vasıtasıyla izledim 1977-78’lerde kendi kasabamda. Halkevleri’nde kütüphaneler olurdu. İnsanlar oraya gider ödevlerini yapardı. 78’den 80’e kadar her hafta abilerimizin hazırladığı seminerlere katılırdık. Seminer kavramını ilk orda öğrendik. 70’lerdeki o yarılma, iç savaş şartları... Bence sivil faşist saldırılar sonucu Halkevleri de kendi pozisyonunu almış, ilerici demokrat ve yurtsever refleksi karşılığında  daha siyasallaşarak kültürel çalışmaları daha talileştirmiş. Konjonktür bunu gerektiriyormuş ve kültürel çalışmalar daha propagandif hale gelmiş. Biz şimdi Halkevleri, Halkodaları ve Köy Enstitüleri mirasının üzerinde duruyoruz.. Köy Enstitüleri’nde de, dikkat edin, ders gören öğrenci aynı zamanda okulunu yapan marangozdur, aynı zamanda okulunun aşçısıdır. Gittikleri köyde onlar hem öğretmendir hem de yarma aşı göz aşısı ve kakma aşıyı yapan adamlardır. Hem öğretmendir aynı zamanda da baytardır, aynı zamanda da romancıdır. Fakir Baykurt, Bekir Yıldızlar ve bir kuşak Köy Enstitüleri’nden çıkarak önemli bir sanatçı kuşağı yetiştirmiştir. Gidilen köylerde bir tür aydınlanma yaşanmıştır.

Peki Muğlalılar olarak Oskar’ı alacak mısınız?

Oskar’da meğer tanıtım faaliyetleri de çok önemliymiş. Ben de yeni öğrendim. Mesela Pedro Almadovar’ın -ki tanıtıma da ihtiyacı yok, oyuncusu Penolope Cruz- 6-7 milyon dolar tanıtım bütçesi var. Şimdi Almadovar’ın yerine dondurmacı Yüksel nasıl olacak bu? Artı Penolope Cruz yerine dombalak dombalak bir sürü kadın. Bir de üstüne bizim tanıtım bütçemiz 100 bin dolar, onu da bulabilirsek Yani şöyle diyeceğiz “Oskar’ı verirlerse Allah razı olsun vermezlerse de canları sağ olsun”.

Film neyi anlatıyor?

Klasik küçük esnaf olan eski tip üretim yapan bir dondurmacıyı anlatıyor. Panda, Algida gibi büyük dondurma firmaları karşısındaki hezimeti sonucu kendi kasabasına püskürtülmüş, son parasıyla bir motosiklet almış arkasına sele yaptırmış, dağ köylerine dondurma satmaya giden bir adamın hikayesi. Bütün kavgası hazır dondurma üreticileriyle. Bütün iddiası da kendi dondurmasının saf ve hakiki olduğu, şimdiki dondurmalarınsa olmadığı üzerine kurulu. Kendisine göre yaptığı iş dünyada profesörlüğün üzerinde bir meslek. Seyrek akıllı Egeli yok olmuş bir küçük esnafın öyküsü. Sosyolojik olarak, globalleşme ve tekelci sermayenin markaların karşısında küçük esnafın imhasını anlatan bir film. Yani kahraman bakkal süper markete karşı gibi veya konfeksiyon üretimi karşısında terzilerin yok oluşu gibi.

Filmin yapım öyküsünden bahseder misin?

Yapım tarzı olarak bilindik sosyolojinin ötesinde bir tarzı var. Bu film kendi anlattığı hikaye gibi yahut organik tarım ürünü gibi tamamıyla Muğlalı köylülerin bir araya gelip hem oyunculuk hem sponsorluk yaptığı hem dekor ve kostümle uğraştığı bir imece filmi. Yönetmeni, oyuncuları, senaristi, sponsorları Muğlalı. Ki büyük sermayeden sponsor bulamadık, filmde ünlüler, starlar mankenler olmadığı için. Toplandık kendi filmimizi yaptık. Başta biz dünyanın en yerel evrensel filmini yapma kurgusuyla yola çıkmıştık. Adem-i merkeziyetçi olsun istiyorduk. Demokratik olsun istiyorduk. Başlarken sloganlarımızdan bir tanesi herkes sinema yapabilir ikincisi herkes oyuncu olabilir. Herkes kültür ve sanatla uğraşabilir gibi şeylerdi. Elbette bir felsefi arka planımız, dünya literatüründen beslendiğimiz şeyler vardı. Ama yerel dinamiklerle dünya literatürü arasında harmanladığımız bir şeydi. Bu daha önce dünyada Sovyet devriminden sonra yapılmış çalışmalar, peşi sıra İtalyan yeni gerçekçilerin uyguladığı bir yöntemdir. Biz biraz bunun Türkiye versiyonunu yapar gibi olduk.

Ne zaman vizyondasınız?

Film 24 Kasım’da vizyonda, ama bunu söylemeden önce biz filmin dağıtımına ilk Muğla’da başladık. İlk gala Muğla’da yapıldı. 21 Nisan’da ve 5 bin kişi yürüyüş yaptık davullu zurnalı. Daha sonraki süreçte bir kamyon yaptık projeksiyon makinesi ve beyaz perdeyle dağ köylerine ve kasabalarına seyyar kamyon sineması kurduk. Kimisi sandalyesiyle kimisi minderleriyle geliyordu. Hemen çekirdekçisi gazozcusu toplanıyordu. Böyle bir süreç geçirdik. Çok da iyi oldu. Ben insanların sinemaya susadığını gördüm orda. Bir tane ihtiyar geldi mesela “Allah bin kere razı olsun” dedi. Ben sinemaya gitmeyeli 40-50 sene oldu Allah senin tuttuğunu altın etsin” dedi. Muhtemelen o dualar, o pozitif enerji yüzünden Oskar’a gidiyoruz biz. Muhtarlar da konuşma filan yapıyordu. Sayende abi en az 50 oy aldım diye teşekkür ediyordu. Festivaller öncesinde dağıtımcılar 10 kopya düşünüyordu. Şimdi filmin popülaritesi arttıkça 50 kopyaya çıktık. 24 Kasımda büyük şehirler ve bazı Anadolu kentlerinde vizyona girecek. Aynı anda da 8 Avrupa ülkesinde de vizyonunu yapıyor. Bütün ilerici demokrat arkadaşları filme bekliyorum. Bu filme gelmezlerse ömürleri boyunca beddua ederim onlara mankenli şarkıcılı filmler yaparım.

Halkın Sesi