Sokaklarını Yiğitçe Savunanlara

Ct, 06/06/2009 - 08:00
  • Arttır
  • Eksilt
  • Normal

Kaç saat vuruştuk
Kaç yüzyıl saat
Sayımızın azlığına
Düşmanın çokluğuna bakmadan
Kan tutmuş üçbin düşmana
Üçyüz yurtsever


Bu satırlar sokaklarını yiğitçe savunanlara adanmıştır.

Bu yazı Arkadaş Zekai Özger’in “Adak” şiirinden esinlenmiştir. Çünkü şiir, yurtlarını yiğitçe savunanlara dairdir. Çünkü yurtlarını yiğitçe savunanların, yıllar sonra sokaklarını yiğitçe savunacak olanlara vasiyeti vardır.

Arkadaş Özger, şiiri Ocak 1971’de yazmıştır; ondan sonraki zamanlarda, yurdunu, okulunu, sokağını, mahallesini, ülkesini ve bütün bir hayatı savunma durumunda kalacaklara rehber olmasını istemiştir.

Olmuştur da; devrimciler ne zaman sokağından, ülkesinden çıkartılmak istenmişse; kaç kez kendinden kat be kat büyük güçlerle karşı karşıya kalmışsa, sokaklarını yiğitçe savunanlara adanan şiir gelmiştir akla.

“Devrim andının” başlangıcına “Sayımızın azlığına, düşmanın çokluğuna bakmadan” cümlesinin dahil edilmesine sebeptir, SBF yurdundaki direniş. Çünkü Arkadaş Zekai Özger sonrasında şiirine almıştır, devrimle matematiğin ve bilcümle bilim dalının çelişkili olduğunu kanıtlayan denklemi. Çünkü devrim bütün bilimlerin üstündedir, hepsinin toplamı ve aynı zamanda reddidir; kendi inanışı ve aklı vardır.

Doğrudur; devrimciler ‘aklını peynir ekmekle yemiş’tir. Bu, inancı özümsemek, devrimi içselleştirmek değil de nedir? Üç yüz gencin üç bin polise direnmesi başka nasıl açıklanabilir? Genç kızlar ve delikanlılar çırılçıplaktır; karşılarındaki üç bin polis ise panzerlidir, tazyikli suludur, kalkanlıdır, silahlıdır, çelik yeleklidir. Genç kız ve delikanlılar kalplerinin sesine uyduğu için saftadır. Üç bin polis seçmecedir; boyuna, posuna bakarak alınmıştır oraya.

Olanı biteni, güçler dengesi ile açıklamaya kalkanların bütün ezberi bozulmuştur.

Arkadaş Zekai Özger ezber bozucuların safındadır; yurtlarını yiğitçe savunanların arasındadır. O gün Cumhuriyet yurduna saldıran üç bin tam teçhizatlı polise direnen üç yüz gençten biridir. SBF yurdundaki olaylar sırasında başına darbe almış, dayanılmaz baş ağrıları çekmeye başlamış, ağrılar ölene kadar peşini bırakmamıştır. Zafer Çarşısı’ndan Seyranbağları’ndaki evine yürüyerek giderken Konur Sokak ile Meşrutiyet Caddesi’nin birleştiği köşede yığılıp kalmış ve burada son nefesini vermiştir.

2-3 Haziran günlerinde, ‘yedikleri al alma, içtikleri nar suyu, her biri bir çiçek’ üç yüz insan Kızılay’ı, Konur’u, Yüksel’i, Meşrutiyet’i; sokaklarını yiğitçe savundu. Çünkü Arkadaş Özger’in mirası buydu; çünkü Arkadaş’ın, “Adak”ı “Açıncaya kadar güzel çiçek” dizesiyle sona eriyordu.

2-3 Haziran’da Ankara’da güzel çiçek o gün orada bir kez daha açtı.

Son ev, son sokak, son şehir, son ülke, son hayat kalsa bile; son nefesin verildiğine, gözkapağının bir daha açılmamacasına kapandığına aldırış etmeden, hem de sayımızın azlığına, düşmanın çokluğuna bakmadan…

Ama kul aşkına söylemeli
İyi direndik düşmana
Üçyüz açılmış çiçek aşkına
İyi dayandık üçbin düşmana

......

Arkadaş Zekai Özger 

1948 yılında Bursa’da doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksek Okulu’ndan mezun oldu. TRT'nin Ankara bürolarında çalıştı. 1970 öncesinde okulunun polislerce basıldığı bir gün, çıkan olaylarda başına ağır darbeler aldı. Aradan yıllar geçtikten sonra 5 Mayıs 1973’te sokakta ölü bulundu. Beyin kanamasından öldüğü belirlendi. Arkadaşları, ölümünü okulun basılması sırasında başına aldığı ağır darbelere bağladılar. Dergi ve gazetelerde yayınlanan şiirleri ölümünden sonra "Şiirler" adlı bir kitapta toplandı (1974). Daha sonra aynı kitap "Sevdadır" adıyla Mayıs yayınlarınca Mart 1988’de yayınlandı.

Arkadaş Zekai Özger adına, İzmir'de Mayıs Yayınları tarafından 1996' dan bu yana her yıl şiir ödülü verilmektedir.

 

AŞKLA SANA
alnını
dağ ateşiyle ısıtan
yüzünü
kanla yıkayan dostum
senin
uyurken dudağında gülümseyen bordo gül
benim kalbimi harmanlayan isyan olsun
şimdi dingin gövdende
uğultuyla büyüyen sessizlik
birgün benim elimde
patlamaya sabırsız mavzer olsun

başını omzuma yasla
göğsümde taşıyayım seni
gövdem gövdene can olsun

söyle bana ey
ölümün açıklayıcı pervanesi
hangi yavru tek başına yiğittir
hangi yangın bir başına söndürülür
ah herkes susuyor
hiçkimse bilmiyor içimin yangınını
ah herkes mi susuyor
kalbimi kalbine bağladım dostum
ah herkes mi susuyor
kalbi kalbimize benzeyen dostlar
bir çarmıh gibi bırakıyorken kendini dünyaya
hayatın ateş renkli kelebekleri
bir bir tutuluyorken korkunç koleksiyonlar için
ah herkes mi susuyor

bağırsam içimdeki dehşeti
hırsım deler mi toprağı
beni
acısıyla onduran
dostumu
aşkla vurduran hayat
sana
yaşananla harlanan bağrımın sevdasını akıttım
dünyanın yeni baharına
çatlarken kadim güneş
bağrım delinirken fidanların kanıyla
anamın doğurgan karnıdır diye
sevgilimin sütlenecek göğsüdür diye
dostumun üretken gülüdür diye
sana bağlandım
sana sarıldım

beni umutsuz koma
tarihle avutma beni
çünki aşkla sınanmışım sana
sana yangınla, suyla, ateşle
ölümle, yaprakla, şiirle sınanmışım
ey yaşarken kanayan acı
şimşekli gök, tufan, kan fırtınası
uçurum kıyısında hızla büyüyen ot
yapraksız bir ölümün anısı için
körpecik kuzuların derisi için
beni tarihle avutma
umutsuz koma beni

akıtsam deliren sevdamı
köpürür mü hayatı besleyen su
ey benim
yedi başlı kartalım
her başını
bir dağ başlangıcında koyanım
senin
böyle diri bir akarsu gibi kıvrılan gövdendir
bizim aşkımızı solduranların korkusu
çünki elbette bir su
kendi akacağı toprağın sertliğini bilir
ve suyun gövdesiyle yırtılınca toprak
artık ırmak mı ne denir
işte devrim
ona benzer bir akışın hızına denir

yarın ne olur bilirim ben
bahar gelir, otlar büyür
ölüm de yapraklanır
bir dağ bulur uzun uzun bakarım
bir çam ağacı gölgesi
güzel kokular veren
bir damla güneş görünce
sana da gülümseyeceğim yarın

şimdi senin uzanıp yattığın otlarda
yarın yeni bir yeşillik büyüyecek