Bir sürü çocukla beraber şarkılar söyleyip dans ediyordun. Dört gözle izliyordum o şenliği.. Sahiden dört gözle. Gözlerimin ikisi sana odaklanmış, diğer ikisiyle de çocukları ve şenliğinizin bütününü görmeye çalışıyordum. Tam manasıyla bir şenlikti, rengarenk, cıvıl cıvıl... Çocuk sesleri şu an penceremin önünden odama yayılan akordeon sesi gibi sarıyordu her yeri. Senin söylediklerini duymaya, anlamaya çalışıyordum. Benim yavrum şarkının hangi sözlerini daha yüksek sesle söylüyor acaba, duymak isteyerek..
Duygularım da çocuk sesleri gibi birbirini bastırarak yükseliyordu içimden. Kaygımın üstünü örtüyordu sesinizin ısıttığı, ışıttığı güzel duygular. Aklımda sadece şenliğinizi izlemek sizlerle coşmak vardı o sırada. Kelimelerimin bir kısmı zaten bir süredir beynimin odalarından birinde saklı. Söze gerek yok bazen. Kelimeler yetersiz kalabiliyor bazı şeyleri anlatmaya. Sizin güzelliğinizin ve yaşattığınız hissin kelimelerini beynimin saklı odasında bile bulamazdım belki...
Her şey o kadar netti ki, bunun bir rüya olduğunu uyanıncaya kadar anlamamıştım. Uyandığımda sana baktım, şenliğin yorgunluğundan çıkmış gibi uyuyordun yatağında. Her şey hala netti, ne bir rüya fululuğu ne de bir gaz bulutu içinde kaybolmamıştı gördüklerim. Çocuğum sen rüyamda ait olduğun yerdeydin. Mutlu çocuklarla, şarkılar söyleyip dans ediyordun gözlerimizin önünde. Güzel günler görüyorduk sizinle, ezgilerinizle...
Uyanınca sana sordum, "bir şenlik var bu akşam, gitmek ister miydin?" Cevabını bilmiyordum ama hem merak ediyordum hem ürküyordum vereceğin cevaptan. Bir haftadır bunu düşünüyorum. Bir şenlik var, yüzlerce çocuk şarkılar söyleyip eğlenecek, su gibi berrak yüreklerinden seslenerek 'güzel günler' vaad edecek. Gerçekte öyle olmadığını bildiğimiz hayatı, onların gözünden bir an için görüp umutlanacağız.. Şarkılarınızın neşesiyle uyanacaktı biz yetişkinlerin içindeki çocuklar. Acıları ve korkuları içimizdeki çocuk sesleri bastıracak ve yarını görmek için bir nedenimiz daha olacak.
Sen rüyamda ait olduğun yerdeydin çocuğum, bense seni reel hayatta kaygımla sarıp sarmalayarak ait olduğun yerden uzak tutuyordum. Bir şenlik var ve arkadaşların katılacak... Sen katılmak ister miydin? Ben seni götürmek isterdim, ama benim içimdeki çocuğa gaz sıktılar, tekmelediler. Kemiklerini kırdılar, üstüne yüklendiler.. Seni gerçek bir şenliğe götürebilir miydim?
Gitmek isterdin eminim ama gitmeyeceğini dillendirdin. Bir buçuk ay dokunamamış sarılamamıştın bana. Nereme dokunsan oradan bağırıyordu canımın acısı. Ben sıkıyordum dişimi ama sen hissediyordun sanki kırık kemiklerimin sızısını. Annen bir gün yardıma gitti, yardım etmek istediklerinden beter halde eve getirildi. Sen şimdi yardım etmek isteyecek miydin ihtiyacı olan insanlara? Şarkılarına eşlik edebilecek miydin güzel arkadaşlarının? "Güvenlik güçlerinin" varlığı güvenini tehdit edecek miydi? Şenliğiniz bu korkularla gölgelenecek miydi?
Henüz hür iraden yokken, seni götürsem arkadaşlarının yanına, sonra Allah muhafaza, bir yerlerden fışkıracak bir tehlikenin damlası düşse yakınınıza ben bunun hesabını verebilir miydim kendime? Dün öğretmenlerine anlattım kaygılarımı.. Bana, "Biz çocukların etrafında bir güvenlik şeridi oluşturacağız, onlara zarar gelmemesi için gereken her şeyi yapacağız" dediler. Öğretmenlerine diyemedim içimdekileri... "Sizler de çok güzel çocuklarsınız. En az benim evladım kadar. Ama zalimler size de dokunabilir, acıtabilir, yok edebilir. İçinizdeki çocuğu koruyarak bileyleyen bu hayat, şimdi yetişkinliğinizde size saldırabilir. Bütün bunlardan korunmanın yolu el ele vermektir belki ama, ben birine el vermekten korktum. Cesur değilmişim sandığım kadar. Oğlumun elini bir daha tutamama korkusu kör etti beni. Sevginizi, iyiliğinizi görüyorum ama sevgimi ve iyi niyetimi içime gömüyorum." diyemedim..
Oğlum, evden çıkıp yol boyunca seni, rüyamı, arkadaşlarını, öğretmenlerini, şenliği düşündüm. İşten erken çıkıp seni kucaklayıp şenliğe götürmek için yükselen isteğimi bastıramayan korkularıma takviye kuvvetler de ekleniyordu bir yandan.. Bu karmaşayla Kızılay'a indim. Kızılay'da her gün tahmin oyunu oynuyorum artık işe giderken. "Polis, değil, sivil, vatandaş, polis, değil, sivil,..". Vatandaşlar her geçen gün azalıyor tahminime göre. Yüzlerine bakıyorum polislerin, tahmin oyunumun ikinci etabı başlıyor bu sefer.. "Polis, kötü polis, bu da, bu iyi olabilir, bu kesin kötü, bu da, bu? belki,..." Sanki iyilerin de oranı vatandaşlar gibi azalıyor her gün. Güvenpark'ta eskiden sevgililer oturur, usul usul koklardı birbirlerini, görürdüm. Şimdi sanki o kızla o oğlan yan yana polis kimliklerini gizlemek için oturmuş, yalan bir sohbet içinde gibi geliyorlar gözüme.. Bilemiyorum. Tıpkı o gece gibi, tehlike nereden ne şiddette yağacak işte bunu tahmin edemiyorum...
Canım oğlum, o kısa video'da "onurlu bir yaşam için..." deyişin geliyor gözümün önüne... Gözlerim doluyor, içim coşuyor, senin annen olduğumu, ben neysem senin de o olacağını düşünüyorum, korkaklığı bir yana fırlatmak istiyorum. Yaşananların bir milat gibi bundan sonrasını belirlemesine izin vermemek, o miladın öncesinde olduğu gibi yaşadıklarımla bilenmek geçiyor içimden.. Sonra yeniden yerde gözyaşları içinde coplanırken hissettiğim seni bir daha göremeyecek, belki büyüdüğüne tanıklık edemeyecek olmanın büyük acısı ve derin korkusu geliyor aklıma. Seni kapıp kaçmak istiyorum uzaklara, olanlara kızıp memleketime küsemiyorum. Mayınlar hayatın nerelerine gizlenmiştir, sezemiyorum...
Analık yürek ister bunu biliyorum, ama nice anaların yüreği dağlandı, evlatları onların gözyaşlarıyla yıkandı, evlat katilleri yeniden içimize salındı, "adaleti" iktidar kendi bahçesinde dağıttı, işte o anaların yatağı evlatlarının toprağı oldu yavrum... Geceleri toprağın üstünde dönüp dönüp evlatlarını düşlerinde kucaklayabiliyorlar artık.
Beni darmadağın edenler polislerdi, hayatımı kurtaran da bir polis oldu.. Eskişehir'de bir ağabeyi öldürdüler.. Ağabey dediğime bakma, sana göre ağabey.. Anasının gözünde benim gözümde sen neysen o.. Onu da yok eden bir "doktor" oldu. Yeminini inkar halinde, insanlığı da doktorluğu da şaibeli bir "doktor"... Daha neler neler oldu bir bilsen yavrum.. Anlatsam, olanların şiddetine ve vehametine, insanların gücüne ve cesaretine, yaşatılanlara ve karşısındaki dirence, çekilen acılara ve inadına gülen, inadına yürüyen, inadına duran, inadına şenlikler düzenleyen insanlara şaşarsın...
Hayatın acı ve korkunç yüzünü gösterdiler bize. Ama umudu ve güzelliklerini de tattık eş zamanlı..
Bize saldıran polisler, yalnız ve sevgisiz şimdi. Halkın nefretiyle lanetlendi. Hak etmeyenler de var içlerinde muhakkak. Üzülüyorum onlar için. İktidarın kullandığı suç aleti gibiler çoğu, ama tutukluk yapmadılar bu da onların suçu! Bu ilk kez olmadı yavrum, tarih buna benzer ya da daha vahim yaşanmışlıklarla dolu. Ama garip bir ironisi var hayatın. Bir zamanlar şiddetin etkisiyle susan insanlar, bu kez şiddetin etkisiyle döküldü sokaklara.. Orantısız şiddete orantısız zeka ile karşılık verdiler. Tomaların suyunda sabunlar köpürttüler, polis mermi sıktıkça karanfil attı bizimkiler, Ethem'in düştüğü yerde, dikilen insanlar var. Sadece bir insan durdu, umut yine koşturdu. Çocuklara gaz sıktılar, nurtopu gibi çapulcular doğdu.. Tencere, tavalarda yemekler pişmedi bir süre ama insanlar her zamankinden daha çok doydu. Uyananlar oldu, uyuyanlar oldu, göz yumanlar oldu, gözünü kırpmayanlar oldu, ölüp dirilenler, yaşarken ölenler oldu, parkları mesken edinenler yeryüzü sofraları kurdu....
Bu "Çılgın Halk", özgürlük için el ele verdi: "Bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine..."
Ne dersin yavrum, biz de gidelim mi? Ethem'in düştüğü, annenin dövüldüğü yerde yapılacak şenliğe... Bu memleket bizim! Ve inadına umut için...
* Aslı Leman Atlı, Dikmen Halkevi Yaz Okulu velisi