Yaşadığımız toplumda “siyaset”, egemen çıkarların sahiplerini temsil etmek, egemenliklerini sürekli kılmak ve toplumun geri kalanını onlar adına yönetmekten ibaret bir güç oyunudur. Bu güç oyunu, gündelik toplumsal ilişkilerin içine yayılmış, görünmezleşen dağınık, parça parça güç ilişkilerini dev bir ayna gibi toplar, siyasal müdahaleler olarak topluma yeniden yansıtır ve onları bu biçimde süreklileştirmeye çalışır. Yaşadığımız toplumda siyaset, öncelikle sınıf siyasetidir ama yalnızca sınıf siyaseti değildir: Egemenlerin siyasi partileri, siyasetlerini yalnızca egemen sınıf çıkarlarının cinsel ve ulusal egemen çıkarlarla kesiştiği alanda oluşturabilirler.
AKP’nin iktidara geldiği andan itibaren sürdürdüğü siyasetler, haklı olarak, hep egemen çıkarların siyasetleri olarak damgalandı: Uluslararası kapitalizmle bütünleşmiş taşeron sermayenin, “ılımlı İslamcı” piyasa odaklarının, ABD işbirlikçiliğinin, Amerikancı “Kürt çözümünün” siyasetleri. Ancak konu AKP’nin “kadın siyaseti”ne geldiğinde, temsil edilen “egemen çıkar sahibi”, genel bir “gericilik” söylemiyle maskelenmektedir. Oysa “gericilik”, sadece bundan ibaret olmasa da, toplumsal cinsiyet ilişkileri dokusu dışında kurulabilen bir doku değildir. Gerçekte AKP ve onun temsil ettiği “zamane gericiliği”, bir sermaye siyaseti olduğu kadar, açıkça ve alenen (biyolojik-fiziksel değil toplumsal cinsiyet anlamında) bir “erkek” siyasetidir. AKP’nin “kadın siyaseti”, yaşadığımız toplumun cinsiyetçi toplumsal ilişkileri içindeki egemen kutbu egemenliğini yeniden üretebilmesinin özgün bir yolunu önermektedir.
Bugün “katı olan her şey buharlaşıyor”…Kadın bedeni hariç. Daha doğrusu katı olan herşeyin buharlaştığı, bütün toplumsal konumların çatırdadığı, “insanla insan arasında çıplak öz-çıkardan, ‘nakit ödeme’den başka hiçbir bağın kalmadığı” bir dünyada kadın bedeni, genelgeçer mülkiyetin son kalesi olarak, bıçakla, dayakla, parayla ve aile bağlarıyla; kısacası hem şiddetle hem tatlı dille elde tutulmaya çalışılıyor. AKP’nin “kadın siyaseti” bu mülkiyet koruma telaşesinin en vahşi, muhafazakar, tutucu biçimlerini bir piyasa siyaseti şemsiyesi altında toparlayarak temsil edip koruması altına alıyor. Bağları çözülerek cemaatleştirilen toplum; onun çekirdek örgütü olarak kutsanan aile ve kadın bedeni üzerindeki kontrole dayalı “AKP gericiliği”, sınıfsal kutuplaşmalarla parçalanan “erkek kamusuna” teklif edilen yeni uzlaşma alanlarından birisidir. Bu yeni kamunun zenginleri itaatkarlaştırılan kadın işçilerinin sırtından kazandıklarını, itaatkarlaştırılan eşlerinin, metreslerinin, odalıklarının hayatlarını kontrol etmek için harcar; itaatkarlaştırılan kadın işçilerin eşleri, mülklerini yitirenler, kadın bedeninden başka kaleleri kalmayanlarsa satırla, bıçakla, kezzapla eşlerini, kızkardeşlerini doğrar. AKP’ye bakınca gerici bir parti görmek işin kolayıdır. Ama bu gericilikle hem sınıfsal hem de cinsiyetçi ayakları açıkça tanımlanmadan ve her ikisiyle de açıkça hesaplaşmadan mücadele edilebilmesi mümkün değildir. Üstelik hayat her iki hesaplaşmayı da zaten dayatmaktadır… Çünkü katı olan herşey buharlaşıyor… Kadın bedeni dahil!