Hayat Televizyonu ekranların 14 Nisanda “merhaba” diyen bir programın yapımcılarıyız. Günlere vurunca kısa, verilen emeğe ve harcanan çabaya bakınca oldukça uzun sayılabilecek programımızın, “Ekmek ve Gül”ün hikayesini paylaşmak istiyoruz sizlerle. Bu hikaye ne zaman başladı derseniz, hemen belirtelim, programın başladığı 14 Nisan 2008 değil bizim başlangıç tarihimiz. Bir sabun köpüğü kadar ömrü olmayan her şeyin karşımıza doğru yorum olarak çıktığı, ekranlarında ne görsek boğulduğumuz televizyon kanallarına alternatif olacak hayatın ikinci kanalı olarak karşınıza çıkma heyecanı taşıdığımız ilk günlerden beri kadınların sesi olacak, sorunları yeniden sorun haline getirmeden çözecek, kadınların görünmeyen emeklerini görünür kılacak bir program olması gerektiğini söylüyorduk. Kadınların biriktirdiği deneyimlerden yararlanacak, televizyonla yeniden kurulan eril anlayışın karşısında yer alan kadınların bu zamana kadar yürüttüğü tartışmaları onlarla birlikte daha iyisini yapmak üzere pratiğe çevirecek bir kadın programı yapma heyecanıyla yola çıktığımızda sadece 3 kadından ibaret küçücük bir ekibimiz vardı. Yalnızca 3 kadınla bunca işin altından kalkabilir miydik? Belki de deli cesaretiyle bu taşın altına elimizi soktuğumuzda yapmak istediklerimizi kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesinde ter döken kadın arkadaşlarla paylaştığımızda 3 kadın olmayacağımızı biliyorduk. Ve böyle de oldu. Eksiklerimiz yanlışlarımız olmadı mı? Evet, oldu. Ama bugün “Ekmek ve Gül” Hayat Televizyonu izleyicisi olan-olmayan her kesimden kadının kendini bulduğu bir program olma iddiasını taşıyabilecek bir düzeye ulaştı. Hala devam edebilme şansına sahip bir programın yapımcıları gibi konuşuyoruz televizyonumuzun ekranları karartılmış olsa dahi, evet, çünkü biz televizyonumuzu geri alacağımıza inanıyoruz, çünkü biz çok emek verdik, çok çaba sarf ettik.
Biz nasıl bir kadın programı yapmak istiyorduk, bu zamana kadar neler konuştuk, kadınların karşısına çıkarken hangi aşamalardan geçiyoruz biraz bunları anlatmak için yazıyoruz bu yazıyı. Programımıza neden Ekmek ve Gül demiştik? Aslında tam da Ekmek ve Gül deyince aklımıza, yüreğimize düşen ilk hisler yüzünden bu ismi koyduk programa. Kadın olarak hayatın her alanında var olduğumuzu gösteren bir program yapmamız gerektiğini düşündük en başta. Çünkü hepimizin yaşadığı gibi tencerenin nasıl kaynayacağı ya da ayın sonunun nasıl geleceği sorusu döner dolaşır kadınları bulur. Ayakta durmak ister, kendisi olmak ister. Bu yüzden ekmek ister kadın. Yalnız kendi için değil, yakınlarının da hayatı güvende olsun diye. Ekmek kavgası verilir ama elbette bununla sınırlı değildir hayata dair sözümüz. Hayatın tüm güzelliklerinden yararlanmak da hakkıdır kadının. Gül de ister o yüzden. Kadınların “ekmek ve gül”de simgeleşen daha iyi bir hayat mücadelesi önceki yüzyılın başlarına kadar uzanır. Ama hala ortak talebimiz “Ekmek ve Gül”…
Bir ayağı sokakta olan, işyerlerinde, grev çadırlarında, evin dört duvarı arasında hayatı yeniden kuran kadınların arasında, kendisine dayatılanlara karşı mücadele eden kadınların yanında olan bir program oldu Ekmek ve Gül. Kadınların bedenleri üzerinden dönüp dolaşan hiçbir konuda konuşulmasına izin verilmeyen kadınların kürsüsü olmak, hiçbir uygulamada kadınları gözetmeyen politikacıların yakasını bırakmayan kadınların sokaktaki taleplerinin savunucusu olmak, daha önce hayatında bir kez olsun polisle karşı karşıya gelmeyen kadınların evlerini, ekmeklerini, işyerlerini savunma anlarında yanlarında olmak sorumluluk da gerekiyordu ve biz bu sorumluluğu sonuna kadar yerine getirdik. Neler yaptık?
Medyayı tartıştık kadınların gözünden, medyada kadının temsilini eleştirdik bu işe gerçekten gönül vermiş kadınlarla. Kampanyalara sahip çıktık ve kendi televizyonumuzda da bu işin mücadelesini yürüttük.
Kentsel dönüşümle evlerinden edilen Başıbüyüklü, Sulukuleli, Mamaklı, Antepli, Malatyalı kadınları konuk ettik dertlerini, mücadelelerini, bu mücadelede edindikleri deneyimleri diğer kadınlarla da paylaşsınlar diye.
Sosyal güvenlik adı altında yürütülen sosyal güvencesizlik yasasına karşı sokaklarda, iş yerlerinde eylemler yapan kadınlarla, konuyla ilgili çalışmalar yapan kadın akademisyenlerle ssgss’nin kadınlar için ne anlama geldiğini tartıştık, sokağa sorduk ne düşündüklerini, kadınlara sorduk ne talep ettiklerini.
Her 23 Nisan’da başbakanların, cumhurbaşkanlarının, valilerin koltuğuna oturan küçük çocukların gariban hallerini de, Ayazma’da, Başıbüyük’te, Sulukule’de, Sincan’da, Okmeydanı’nda, Diyarbakır’da, Kırklareli’nde yaşayan çocukların en güzel çağlarının zorluklarını da getirdik ekrana. İstanbul Valisi’nin koltuğuna oturan küçük Eylem’in “kreş açacağım” cümlesini de gösterdik…
Kadınlar için 1 Mayıs ne anlama geliyor, bunu da tartıştık işçi kadınlarla, sendikacı kadınlarla, işsiz kadınlarla, genç kadınlarla, ev kadınlarıyla. Gülsuyu’nda bir tekstil atölyesi oldu mekânımız, bir yandan çalışıp bir yandan bizimle sohbet eden kadınların hayat hikâyelerini paylaştık izleyicimiz olan kadınlarla.
Kadınların gündemine oturan her şey bizim de gündemimiz oldu; haksız tahriki konuştuk, boşanma meselesini konuştuk, çocuk istismarını, şiddeti, sığınma evlerini, ailenin korunmasına dair kanunu konuştuk. Konuyla ilgili çalışmalar yapan kadınları davet ettik. Sözlerini kesmeden dinledik onları, söyleyecekleri bitmeden bitirmedik hiçbir programı.
Kadınların siyasete katılımını konuştuk, kendine yer açmış kadınları konuk ettik, deneyimlerini paylaştık. Kadınları söz söylemeye davet ettik. Aldığımız her yanıt yeni bir deneyimin yolunu açtı.
İstihdam paketinin tartışıldığı günlerde kadınların işsizliğe, güvencesizliğe, ev içlerine mahkûm edilmelerini tartıştık.
“Piyasa koşullarına uygun olmadıkları” gerekçesiyle sesleri kesilen sanatçı kadınların, amatör grupların, farklı dillerden farklı seslerden farklı düşüncelerden kadınların platformu olduk.
Eğlenmesini de biliriz, gülmesini de dedik.
Kürt kadınlarının kendi dillerinden dinledik sorunlarını, onlara gittik yaşadıkları coğrafyalara. Onların sesi olduk.
Ve bütün bu konuları konuştuğumuz, tartıştığımız, birlikte ses verdiğimiz kadınlar artık Ekmek ve Gül’ün yapımcıları, yani artık üç kişiden oluşan küçük bir ekip değiliz. Bu yazıyı okuyan çoğunuzla en az bir kere yan yana geldik, en az bir kere görüştük, en az bir kere bir paylaşımda bulunduk…
Ve şimdi ekranımız karanlık, hiçbir hukuki dayanağı olmadan hem de. Biz yine de yeni yayın döneminde kadınlarla yeniden buluşmak üzere çalışıyoruz. Gündemi takip ediyoruz kadınlar cephesinden, kadın hikâyeleri çekiyoruz, kadınların yaşamlarını kolaylaştıracak bölümler oluşturuyoruz, bize destek veren, bizimle birlikte çalışan, bizimle birlikte üretimde bulunan kadınlarla buluşuyoruz, önerilerini alıyoruz, eleştirilerini dinliyoruz… Ve bütün bunlar hayatın bir parçası olarak devam ederken bir mücadele yürütüyoruz. Emek veren bunca kadının alın terleri heba olmasın, boşa ter akıtmış olmayalım diye… 24 Temmuz Perşembe günü saat 19.30’da Taksim Tramvay durağında buluşuyoruz…