Şair Kemal Ozer'i Yitirdik‏

Çar, 01/07/2009 - 08:00
  • Arttır
  • Eksilt
  • Normal

Şair Kemal Özer geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.

Özer, 1935'te İstanbul'da doğdu. İstanbul Erkek Lisesi'ni bitiren Özer, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde öğrenim gördü.

Öğrenim yıllarında arkadaşlarıyla "a" dergisini çıkaran Özer, Cumhuriyet gazetesinde, Karacan Yayınları'nda çalıştı.

Özer, kitapçılık ve yayıncılık yaptığı 1965-1970 yılları arasında, şiir ve sinema alanında kitapların yanı sıra Şiir Sanatı dergisini yayınladı.

Arkadaşlarıyla 1972'de yeniden yayınladıkları "Yeni a" dergisinin kurucu ve yazarları arasında yer alan Özer, Varlık dergisinin yönetmenliğini üstlendi.

Türkiye Yazarlar Sendikası'nın ikinci başkanlık görevinde bulunan Özer, kurduğu Yordam Yayınevi'nde kitaplarını yayınlamayı 1989'dan beri sürdürüyordu.

Şair, 1983'te yayımlanan "Araya Giren Görüntüler"de 12 Eylül dönemine ilişkin tanıklığını sergilerken, 1985'te "Sınırlamıyor Beni Sevda"da, sevda olgusunu toplumsal bakış açısıyla yorumladı.

Şair aynı zamanda Sol.org.tr yazarı, Sanat Cephesi ve Nazım Hikmet Kültür Merkezi emekçisiydi.

1995'te basılan "Oğulları Öldürülen Analar" ile kayıp annelerinin sesine aracılık eden Özer'in yapıtları arısında Gül Yordamı (1959), Ölü Bir Yaz (1960), Tutsak Kan (1963), Kavganın Yüreği (1973), Yaşadığımız Günlerin Şiirleri (1974), XX. Yüzyıldan Duvar Kabartmaları 1-2 (2000) ve Temmuz İçin Yaralı Semah-Yangın Şiirleri bulunuyor.

Şairin aldığı ödüller ise şöyle

1976 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü, 1982 Ömer Faruk Toprak Şiir Ödülü, 1991 Yunus Nadi Şiir Ödülü, 1993 Ferit Oğuz Bayır Düşün ve Sanat Ödülü, 1999 Damar Dergisi Edebiyat Emek Ödülü, 2000 Truva Kültür ve Sanat Ödülü, 2001 Dionysos Şiir Ödülü ve 2008 Dünya Kitap Ödülü.

ZONGULDAK

Yerin derinliklerinden geldiler, ellerinde

susmak bilmeyen bir yeraltı güneşiyle, ne kadar

diplere bastırılırsa o kadar boğulmak bilmez yankısıyla

yüreklerinin.

 

Ağır ağır geldiler, karanlık sarnıçlardan sıza sıza.

sağır küplerde birike birike, yararak kaslarının içine

yuvalanmış sızıları ve ciğerlerinde yer etmiş

ışıksız lekeleri.

 

Geldiler bir büyük sesin harfleriyle ağızları dopdolu,

suskun çamuru küremek için kentin gölgesi sokaklarından,

sıyırıp aşmak için yıllardır gökyüzüne birikmiş pası,

ovmak için isli alnını sabahın.

Anıt bildiler sıradan ve gösterişsiz bir günü, diyecek

sözleri varsa anıt bildiler, akacak bir yatağı varsa

ırmaklarının ve atacak köprüleri varsa anıt bildiler,

toplandılar o anıtın çevresine.

 

 

Sonra her gün geldiler, artarak geldiler, kadınları

çocukları ve alkışlarıyla,yoğurt mayalar gibi geldiler,

pişkin ekmekleri bölüp de paylaşır gibi, su gibi, ateş gibi.

 

Her gün yeni ağızlar eklendi ağızlarına, yeni

yollarla tanıştı ayakları, her gün yeni kabuklar çatladı,

yeni kulaklar işitmeye başladı söylediklerini, bir kent

oldular sonunda

 

ve adını değiştirdiler ülkenin.

(Damar, Nisan 1999)

 

AYLI KARANLIK

saklı tuttun saklı tutmanı sevdim

en karanlığa açılan kapını sevdim

yüzümü döndürmek için az mı

denizler dalgalar az mı yangınlar bulutlar

geldi savruldu üstüme geldi yıkıldı

 

bir nice batık taşlara gemilerim

yıkılmış ağaçlara bir nice gölgelere

gemilerim dedim beni alır götürür

onun kıyısına bırakır onun ülkesine

koskoca bir uykunun ardında

bir ormanın ardında karıncaların

 

olmadı mı en çok onu sevdim

saçlarını kurutmaya yaz güneşi

olmadı mı ellerini sevdim gülüşlerini

ateşler yaktım ısındım karanlığında

yoluma çıktıkça gözlerinin akşamı

ne ürkek ne büyük olduklarının akşamı

 

sevdim çağrıladım ben seni geceler

günler yalnız olduğumun kıyılarında

aydınlığı sürüp giderken yan yana gelmelerin

dedim elleri kimbilir kimin elinde

saçları dudakları kimbilir kimin

 

BİR ALEV GİBİ

Bir alev gibi ozanın karısı.

Nereye yürüse onunla karşılaşıyor,

onun tuttuğu aynada görüyor ozan

ilerde şiire dönüşecek ilk ipuçlarını.

 

Bir alev gibi ozanın karısı.

Kaşlarının birbirine değecek kadar

yakın olması ve değmeden kalması,

omuzlara doğru akacak olması

ve durması saçlarının ensede öylece

duyumsatıyor ozana durmadan

baktığı zamanki başdönmesini

bir uçurumun kıyısından.

 

Sürekli açık kitabından gözlerinin

okuduğu satırlarla eğitti yüreğini,

sürekli dönüştüren ellerinden öğrendi

ne vakit bir işe sarıldıysa

sonuç alana kadar direnmeyi.

 

Bir armağan. Güneşli günlerin

solduramadığı bir alev, söndüremediği

en başa çıkılmaz fırtınanın bile.

Küçük bir alev. Duyarlı ve titreşimli.

 

DENİZ ORAKÇISI

sor kendi kendine bir sabah

av hazırlığına başlarken

sulara kim salar ilk güneşi

sen kayığına binmesen

orağını almasan eline

ilk ürünü kim biçer denizden

 

kent niye bir büyük gergeftir

geçirmiş ilmiğini alınterine

niye aç ağızlardan örülü

bir martı cığlığıdır gök

iner kalkar başının üzerinde

küçük dalışlarla yoklar tekneni

 

bir başınasın yaşamı üretirken

zıpkın çizer kürek acıtır ağ yorar

neden elleri bulunmaz elinin yanında

sofrasına çökerken yeryüzünün

sor kendi kendine bir sabah

 

EN KÖKLÜ YORUMDAN EN KÜÇÜK ANIYA

bakarsınız, özetliyiverir bir tek sözcük,

insanın bakışını bir savaşa

dönüşür bir tek sözcüğe, bakarsınız,

geçmişteki bir olayın bütün anlamı.

yıllar sonra, yeniden yazılmış,

bir duvarda çıkar karşınıza.

 

düşünürsünüz, küçümsenir gibi değil,

bir tek sözcük deyip de hiçbiri;

en az bir silah kadar yeri var kavgada.

sözcükler olmasa, bir zaferin işlevini

nasıl çarpıtırlardı tarih kitaplarında,

ne ile süsleyip de yuttururlardı yalanı?

 

anlarsınız, okurken yanlış bir şiiri,

kendi sesinizle dirilttiğiniz düşman.

ne kadar köprü varsa, yaşamla aranızda,

biliyor önce onları atmak gerektiğini,

sözcüklerle kurulduğunu biliyor köprülerin,

geçmiş serüvenleri bugüne bağlayan.

 

öyleyse, dersiniz, ulaşmak yetmez

nice kan ve acıdan sonra zafere,

yapmak ve kazanmak kadar savaşı

sürdürmek de gerekir düşünce ve bilinçte,

durmadan sürdürmek, çoğaltmak, tazelemek

en köklü yorumdan en küçük anıya dek.

SENİ ANMAKLA ARTIYORUM

korkak değilim umutsuz değilim bundan böyle

değiştirdim sana yaraşmayan günlerimi verdiklerinle

 

sana yaraşmayan ne varsa bir bir çıkarıp attım

yeller esiyor şimdi o büyük karanlığımın yerinde

 

geldin kutsal bildiklerimi yeniden tanımladın

ülkemi bir bakışta bağladın güzelliğine

 

en varılmaz yerlere vardırdın ellerimi

en gizli denizleri açtın gemilerime

sensin artık adı bir dönülmezliği çağıran

kelimeleri ölümsüz kılan şiire

 

YÜZÜN

 

Bir sözcük, belki yıllar önce okumuşum

bir kitapta, belki bir konuşma cümlesinden

sıçramış kulağıma. Yeniden duyuyorum onu

başımı kaldırıp süzülen bir buluta bakarken

ya da tam adım atmak üzereyken bir yolculuğa.

 

Yeniden, ama bir güzellik çıktığı vakit karşıma

ya da yüreğim yeni bir heyecanla tanışınca

o sözcük değil artık duyduğum, onun titreşimi.

Tıpkı gördüğüm bir kıvrımın yıllar sonra

bir nakışta ışıyıp yeniden öne çıkması gibi.

 

Tıpkı dokunduğum bir yüzeyde yeniden

bir pürüzün parmak uçlarıma bulaşması,

bir kokunun küçük bir esintiye sığınıp

yeniden ardıma takılması, atılan

bir taşın suyu yeniden uyandırması gibi.

 

Bir sözcük nasılsa senin yüzün de öyle,

görüntü değiştiriyor her yeni kıvrımla birlikte

pürüzlere değdikçe dokunurluk kazanıyor

kokudan gezginliği öğreniyor, sudan akıcılığı

durmadan yeniliyor senin titreşimini bende.

adam sanat, sayı: 228

 

 

 

 

ADIM METİN OLSUN

Hadi

gel birlikte yazalım bu şiiri

adım

metin olsun bu kez benim de

hadi

benim sesimle ama senin hüznünden

hadi

benim acımdan ama senin sesinle

birlikte

söz edilsin bu şiirde

 

 

 

Birlikte

yazalım hadi ölüme karşı

konuşalım

bir yürekten hadi bir ağızla

kimse

ayırt etmesin kimin söylediğini

nereye

kadarı benim nerden sonrası senin

kıvrıla

kıvrıla yanan bir kağıtta

 

Değdirir

değdirmez kanatlarını yüzüme

senin

kaşlarında yuva kurmuş sorular

hadi

gel bir yangın öksüzlüğünün ardından

kalan

külü bile tanımayan çocuklara

nasıl

anlatırızı konuşalım susmak yerine

 

Nasıl

direnirizi elimize bir gül almadan

bir

sözün içinden geçen kıvılcımları

nasıl

taşırızı konuşalım herkes sussa bile

bir

külden nasıl dirilirizi bir şiirle

ne

kadarını kimin söylediği belli olmadan

 

Her

dizeyle biraz daha ilerlesin bu çerçeve

her

sözcük bütünlesin içine konan resmi

hadi

benim yüzümle ama senin kanatılmış yazgın

hadi

benim bitimsiz özlemim ama senin yüzünl

birlikte

dile gelsin bu resimde

Dize / Sayı 86

 

EL ALMAK

 

Yaşanan bir dalgınlıksa

onu da yazmalısın ey ozan

el almalısın yazmak için

kimi günler bile bile

üniversite durağına doğru

yolunu uzatan bir babadan-

görür gibi olsun da

öğrenciler arasında kızını

dalıp dalıp gitsin diye

önünden geçerken otobüsler.

 

Onu da yazmalısın

bir mırıldanma kaldıysa dudaklarda

duyurmak için o mırıldanmayı

el almalısın ey ozan

iki kardeşin bir duvarda

yan yana gülümsediği iki fotoğraftan

 

zamanı dondurmak isteyip de

geç kaldıklarını düşünen bir ailenin

o duvara bakarken biz ancak

kağıtlarla avunuyoruz diye andığı.

 

YARINA SELÂM

Bir gün oradaydık diyelim bu dünya konuşulursa

ışığını bizden de aldı, bizim birbirimize uyanan bakışımızdan

 

Bir soluk diriltti diyelim solgun bir yazgıya dokununca

bizden de geçti, bizi tanımayan o alev titreşimli hızdan

 

Bir mektup yazılmış diyelim prangalar eskitmenin soğuğunda

bizden de bir damla, her satırında bir damla direnen sabrımızdan

 

El ele tutuştuk sevgilim, bizi de sınadı bilenmiş orağıyla

emek kardeşliğinin rüzgârı bir daha eskimedi alnımızdan

 

El ele yükseltilen bir doruk tekili taşırmak için çoğula

yeryüzü kalabalığına varmak için kabuğunu kıran yalnızdan

 

yeni bir renk katmak için her yağmur sonrası gökkuşağına

kıvılcımlar saçan çeliğe su vermek için gözyaşımızdan

 

yaşamı düğüne dönüştürmek, hak edilmiş mutluluğa

bir gelin ışıltısı devşirmek için yüreği aşılı kızdan

 

Hepsini bizde bir araya getirdi bu sevdalı buluşma

yarına bir selâm, kızıllığı yıllar sonra da ışıyacak yıldızdan