Şair Kemal Özer geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.
Özer, 1935'te İstanbul'da doğdu. İstanbul Erkek Lisesi'ni bitiren Özer, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde öğrenim gördü.
Öğrenim yıllarında arkadaşlarıyla "a" dergisini çıkaran Özer, Cumhuriyet gazetesinde, Karacan Yayınları'nda çalıştı.
Özer, kitapçılık ve yayıncılık yaptığı 1965-1970 yılları arasında, şiir ve sinema alanında kitapların yanı sıra Şiir Sanatı dergisini yayınladı.
Arkadaşlarıyla 1972'de yeniden yayınladıkları "Yeni a" dergisinin kurucu ve yazarları arasında yer alan Özer, Varlık dergisinin yönetmenliğini üstlendi.
Türkiye Yazarlar Sendikası'nın ikinci başkanlık görevinde bulunan Özer, kurduğu Yordam Yayınevi'nde kitaplarını yayınlamayı 1989'dan beri sürdürüyordu.
Şair, 1983'te yayımlanan "Araya Giren Görüntüler"de 12 Eylül dönemine ilişkin tanıklığını sergilerken, 1985'te "Sınırlamıyor Beni Sevda"da, sevda olgusunu toplumsal bakış açısıyla yorumladı.
Şair aynı zamanda Sol.org.tr yazarı, Sanat Cephesi ve Nazım Hikmet Kültür Merkezi emekçisiydi.
1995'te basılan "Oğulları Öldürülen Analar" ile kayıp annelerinin sesine aracılık eden Özer'in yapıtları arısında Gül Yordamı (1959), Ölü Bir Yaz (1960), Tutsak Kan (1963), Kavganın Yüreği (1973), Yaşadığımız Günlerin Şiirleri (1974), XX. Yüzyıldan Duvar Kabartmaları 1-2 (2000) ve Temmuz İçin Yaralı Semah-Yangın Şiirleri bulunuyor.
Şairin aldığı ödüller ise şöyle
1976 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü, 1982 Ömer Faruk Toprak Şiir Ödülü, 1991 Yunus Nadi Şiir Ödülü, 1993 Ferit Oğuz Bayır Düşün ve Sanat Ödülü, 1999 Damar Dergisi Edebiyat Emek Ödülü, 2000 Truva Kültür ve Sanat Ödülü, 2001 Dionysos Şiir Ödülü ve 2008 Dünya Kitap Ödülü.
ZONGULDAK
Yerin derinliklerinden geldiler, ellerinde
susmak bilmeyen bir yeraltı güneşiyle, ne kadar
diplere bastırılırsa o kadar boğulmak bilmez yankısıyla
yüreklerinin.
Ağır ağır geldiler, karanlık sarnıçlardan sıza sıza.
sağır küplerde birike birike, yararak kaslarının içine
yuvalanmış sızıları ve ciğerlerinde yer etmiş
ışıksız lekeleri.
Geldiler bir büyük sesin harfleriyle ağızları dopdolu,
suskun çamuru küremek için kentin gölgesi sokaklarından,
sıyırıp aşmak için yıllardır gökyüzüne birikmiş pası,
ovmak için isli alnını sabahın.
Anıt bildiler sıradan ve gösterişsiz bir günü, diyecek
sözleri varsa anıt bildiler, akacak bir yatağı varsa
ırmaklarının ve atacak köprüleri varsa anıt bildiler,
toplandılar o anıtın çevresine.
Sonra her gün geldiler, artarak geldiler, kadınları
çocukları ve alkışlarıyla,yoğurt mayalar gibi geldiler,
pişkin ekmekleri bölüp de paylaşır gibi, su gibi, ateş gibi.
Her gün yeni ağızlar eklendi ağızlarına, yeni
yollarla tanıştı ayakları, her gün yeni kabuklar çatladı,
yeni kulaklar işitmeye başladı söylediklerini, bir kent
oldular sonunda
ve adını değiştirdiler ülkenin.
(Damar, Nisan 1999)
AYLI KARANLIK
saklı tuttun saklı tutmanı sevdim
en karanlığa açılan kapını sevdim
yüzümü döndürmek için az mı
denizler dalgalar az mı yangınlar bulutlar
geldi savruldu üstüme geldi yıkıldı
bir nice batık taşlara gemilerim
yıkılmış ağaçlara bir nice gölgelere
gemilerim dedim beni alır götürür
onun kıyısına bırakır onun ülkesine
koskoca bir uykunun ardında
bir ormanın ardında karıncaların
olmadı mı en çok onu sevdim
saçlarını kurutmaya yaz güneşi
olmadı mı ellerini sevdim gülüşlerini
ateşler yaktım ısındım karanlığında
yoluma çıktıkça gözlerinin akşamı
ne ürkek ne büyük olduklarının akşamı
sevdim çağrıladım ben seni geceler
günler yalnız olduğumun kıyılarında
aydınlığı sürüp giderken yan yana gelmelerin
dedim elleri kimbilir kimin elinde
saçları dudakları kimbilir kimin
BİR ALEV GİBİ
Bir alev gibi ozanın karısı.
Nereye yürüse onunla karşılaşıyor,
onun tuttuğu aynada görüyor ozan
ilerde şiire dönüşecek ilk ipuçlarını.
Bir alev gibi ozanın karısı.
Kaşlarının birbirine değecek kadar
yakın olması ve değmeden kalması,
omuzlara doğru akacak olması
ve durması saçlarının ensede öylece
duyumsatıyor ozana durmadan
baktığı zamanki başdönmesini
bir uçurumun kıyısından.
Sürekli açık kitabından gözlerinin
okuduğu satırlarla eğitti yüreğini,
sürekli dönüştüren ellerinden öğrendi
ne vakit bir işe sarıldıysa
sonuç alana kadar direnmeyi.
Bir armağan. Güneşli günlerin
solduramadığı bir alev, söndüremediği
en başa çıkılmaz fırtınanın bile.
Küçük bir alev. Duyarlı ve titreşimli.
DENİZ ORAKÇISI
sor kendi kendine bir sabah
av hazırlığına başlarken
sulara kim salar ilk güneşi
sen kayığına binmesen
orağını almasan eline
ilk ürünü kim biçer denizden
kent niye bir büyük gergeftir
geçirmiş ilmiğini alınterine
niye aç ağızlardan örülü
bir martı cığlığıdır gök
iner kalkar başının üzerinde
küçük dalışlarla yoklar tekneni
bir başınasın yaşamı üretirken
zıpkın çizer kürek acıtır ağ yorar
neden elleri bulunmaz elinin yanında
sofrasına çökerken yeryüzünün
sor kendi kendine bir sabah
EN KÖKLÜ YORUMDAN EN KÜÇÜK ANIYA
bakarsınız, özetliyiverir bir tek sözcük,
insanın bakışını bir savaşa
dönüşür bir tek sözcüğe, bakarsınız,
geçmişteki bir olayın bütün anlamı.
yıllar sonra, yeniden yazılmış,
bir duvarda çıkar karşınıza.
düşünürsünüz, küçümsenir gibi değil,
bir tek sözcük deyip de hiçbiri;
en az bir silah kadar yeri var kavgada.
sözcükler olmasa, bir zaferin işlevini
nasıl çarpıtırlardı tarih kitaplarında,
ne ile süsleyip de yuttururlardı yalanı?
anlarsınız, okurken yanlış bir şiiri,
kendi sesinizle dirilttiğiniz düşman.
ne kadar köprü varsa, yaşamla aranızda,
biliyor önce onları atmak gerektiğini,
sözcüklerle kurulduğunu biliyor köprülerin,
geçmiş serüvenleri bugüne bağlayan.
öyleyse, dersiniz, ulaşmak yetmez
nice kan ve acıdan sonra zafere,
yapmak ve kazanmak kadar savaşı
sürdürmek de gerekir düşünce ve bilinçte,
durmadan sürdürmek, çoğaltmak, tazelemek
en köklü yorumdan en küçük anıya dek.
SENİ ANMAKLA ARTIYORUM
korkak değilim umutsuz değilim bundan böyle
değiştirdim sana yaraşmayan günlerimi verdiklerinle
sana yaraşmayan ne varsa bir bir çıkarıp attım
yeller esiyor şimdi o büyük karanlığımın yerinde
geldin kutsal bildiklerimi yeniden tanımladın
ülkemi bir bakışta bağladın güzelliğine
en varılmaz yerlere vardırdın ellerimi
en gizli denizleri açtın gemilerime
sensin artık adı bir dönülmezliği çağıran
kelimeleri ölümsüz kılan şiire
YÜZÜN
Bir sözcük, belki yıllar önce okumuşum
bir kitapta, belki bir konuşma cümlesinden
sıçramış kulağıma. Yeniden duyuyorum onu
başımı kaldırıp süzülen bir buluta bakarken
ya da tam adım atmak üzereyken bir yolculuğa.
Yeniden, ama bir güzellik çıktığı vakit karşıma
ya da yüreğim yeni bir heyecanla tanışınca
o sözcük değil artık duyduğum, onun titreşimi.
Tıpkı gördüğüm bir kıvrımın yıllar sonra
bir nakışta ışıyıp yeniden öne çıkması gibi.
Tıpkı dokunduğum bir yüzeyde yeniden
bir pürüzün parmak uçlarıma bulaşması,
bir kokunun küçük bir esintiye sığınıp
yeniden ardıma takılması, atılan
bir taşın suyu yeniden uyandırması gibi.
Bir sözcük nasılsa senin yüzün de öyle,
görüntü değiştiriyor her yeni kıvrımla birlikte
pürüzlere değdikçe dokunurluk kazanıyor
kokudan gezginliği öğreniyor, sudan akıcılığı
durmadan yeniliyor senin titreşimini bende.
adam sanat, sayı: 228
ADIM METİN OLSUN
Hadi
gel birlikte yazalım bu şiiri
adım
metin olsun bu kez benim de
hadi
benim sesimle ama senin hüznünden
hadi
benim acımdan ama senin sesinle
birlikte
söz edilsin bu şiirde
Birlikte
yazalım hadi ölüme karşı
konuşalım
bir yürekten hadi bir ağızla
kimse
ayırt etmesin kimin söylediğini
nereye
kadarı benim nerden sonrası senin
kıvrıla
kıvrıla yanan bir kağıtta
Değdirir
değdirmez kanatlarını yüzüme
senin
kaşlarında yuva kurmuş sorular
hadi
gel bir yangın öksüzlüğünün ardından
kalan
külü bile tanımayan çocuklara
nasıl
anlatırızı konuşalım susmak yerine
Nasıl
direnirizi elimize bir gül almadan
bir
sözün içinden geçen kıvılcımları
nasıl
taşırızı konuşalım herkes sussa bile
bir
külden nasıl dirilirizi bir şiirle
ne
kadarını kimin söylediği belli olmadan
Her
dizeyle biraz daha ilerlesin bu çerçeve
her
sözcük bütünlesin içine konan resmi
hadi
benim yüzümle ama senin kanatılmış yazgın
hadi
benim bitimsiz özlemim ama senin yüzünl
birlikte
dile gelsin bu resimde
Dize / Sayı 86
EL ALMAK
Yaşanan bir dalgınlıksa
onu da yazmalısın ey ozan
el almalısın yazmak için
kimi günler bile bile
üniversite durağına doğru
yolunu uzatan bir babadan-
görür gibi olsun da
öğrenciler arasında kızını
dalıp dalıp gitsin diye
önünden geçerken otobüsler.
Onu da yazmalısın
bir mırıldanma kaldıysa dudaklarda
duyurmak için o mırıldanmayı
el almalısın ey ozan
iki kardeşin bir duvarda
yan yana gülümsediği iki fotoğraftan
zamanı dondurmak isteyip de
geç kaldıklarını düşünen bir ailenin
o duvara bakarken biz ancak
kağıtlarla avunuyoruz diye andığı.
YARINA SELÂM
Bir gün oradaydık diyelim bu dünya konuşulursa
ışığını bizden de aldı, bizim birbirimize uyanan bakışımızdan
Bir soluk diriltti diyelim solgun bir yazgıya dokununca
bizden de geçti, bizi tanımayan o alev titreşimli hızdan
Bir mektup yazılmış diyelim prangalar eskitmenin soğuğunda
bizden de bir damla, her satırında bir damla direnen sabrımızdan
El ele tutuştuk sevgilim, bizi de sınadı bilenmiş orağıyla
emek kardeşliğinin rüzgârı bir daha eskimedi alnımızdan
El ele yükseltilen bir doruk tekili taşırmak için çoğula
yeryüzü kalabalığına varmak için kabuğunu kıran yalnızdan
yeni bir renk katmak için her yağmur sonrası gökkuşağına
kıvılcımlar saçan çeliğe su vermek için gözyaşımızdan
yaşamı düğüne dönüştürmek, hak edilmiş mutluluğa
bir gelin ışıltısı devşirmek için yüreği aşılı kızdan
Hepsini bizde bir araya getirdi bu sevdalı buluşma
yarına bir selâm, kızıllığı yıllar sonra da ışıyacak yıldızdan