"Diktatörlüğe karşı biz varız" - Oya Ersoy

Çar, 15/06/2016 - 14:11
  • Arttır
  • Eksilt
  • Normal

Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy'un, 24. Olağan Genel Kurul'unda yaptığı konuşmanın tam metni:

 

"Sayın divan,

 

Siyasi partilerimizin, demokratik kitle örgütlerimizin, sendikalarımızın değerli temsilcileri, yöneticileri, mücadele arkadaşlarımız…

 

Ve bu salona ülkenin dört bir yanından kavganın, mücadelenin içinden gelen yol arkadaşlarım, hoşgeldiniz...

 

Bugün bu Kongrede "Diktatörlüğe karşı biz varız"... diyerek buluştuk…

 

Diktatörün kim olduğunu artık bütün dünya biliyor.

 

Biz de kim olduğumuzu, diktatörlüğe karşı direnişi inşa ederken cümle aleme bir kez daha göstereceğiz…

 

Biz, Erdoğan'ı şimdi pişmanlıklarını açıklayan liberaller bir demokrasi savaşçısı olarak görürken, kentlerinden kovan; faşizme karşı göğsünü siper eden Hopalılarız...

 

Biz, yağma düzenine karşı Dikmen'de AKP'nin çetelerini önüne katıp kovalayan yoksul kondulularız..

 

Biz, eğitim hakkı için okulları kuşatanlarız.

 

Biz, ulaşım hakkı için turnikelerde tüccar düzenini yıkıp geçenleriz...

 

Biz, üniversitelerimizde cihatçı çeteleri barındırmayan Devrimci Gençliğiz...

 

Biz, yaşamlarımızın gericilikle kuşatılmasına karşı özgürlüklerimiz için isyanı örgütleyen, gericilere sokakları dar eden kadınlarız...

 

Biz, ölüm kusan polis ordusuna karşı barikat barikat direnenleriz! Ahmet Atakanız, Ethem Sarısülüğüz, Mehmet Ayvalıtaşız, Ali İsmailiz, Abdullah Cömertiz, Medeni Yıldırımız, Hasan Feritiz ve Berkin Elvanız.

 

Biz, bu ülkede çalmayan, çırpmayan, emeğiyle geçinen, onuruyla yaşayan emekçileriz.

 

Biz, doğayı, kentlerimizi, derelerimizi, ormanlarımızı, zeytinliklerimizi, okullarımızı, yaşam alanlarımızı yağmalayanlara karşı direnenleriz.

 

Biz, bu ülkenin laikleri, Kürtleri, Alevileri, solcuları, demokratları, sosyalistleri ve kadınlarıyız...

 

Bugün bu genel kurulda hedefimiz; "bizi", yani “hepimizi”, yani özgür, eşit, laik bir ülkede yaşamak isteyenleri bir direniş hattında buluşturmak, diktatörlüğün karşısına dikmektir.

Değerli dostlar;

Bugün her yerde; Meclis’te, Kürt illerinde, Suriye sınırındaki kentlerimizde, yoksul mahallerde, ormanlarda ve vadilerde, okullarda ve fabrikalarda, kent meydanlarında ve tiyatro salonlarında... Başımızı nereye çevirsek kavga var.

Her nerede ve nasıl karşımıza çıkarsa çıksın, o kavga; Erdoğan'ın diktatörlüğünde simgeleşen; Aleviye, Kürde, kadına, bilime düşman; gerici yağma düzeni ile halk arasındadır.

Devrimciler bu kavgada faşizme karşı ikirciksiz bir mücadele çizgisini örgütleyecek ve bu mücadelede geniş kesimlerle omuz omuza verecektir.

Bir başkasıyla yan yana görünmemek için Erdoğan’ın politikalarına onay vermek ya da sessiz kalmak; kenarda durmak, direnişi ertelemek diktatörlüğe yol vermektir. Ya Erdoğan'ın karşısındasınızdır, ya da diktatörlüğün yanında.

Evet, bugün devrimciyseniz, sosyalistseniz stratejik hedef bellidir: diktatörlüğü yıkmak. Bu hedefe nasıl yürüyeceğiz? Hangi güçlerle, nasıl yol alacağız? Diktatörlüğün programının karşısına halkın programını nasıl dikeceğiz? İşte genel kurulumuzun önündeki temel soru budur.

Sevgili dostlar;

Biliyoruz ki diktatörlüğü kurumsallaştırmak için ellerinde katliam siyaseti ve savaşa sarılmaktan başka seçenekleri yok. Bunun nedeni egemenlerin ve Erdoğan’ın iktidarının  zayıflığıdır. 14 yılda çok şey yapmış olabilirler, ancak neoliberal İslamcı diktatörlüğü  anayasal temel kazandırarak kalıcılaştırmayı hala beceremediler. Erdoğan'ın “Yeni Türkiye” projesi neresinden tutarsanız tutun dökülmektedir.

İşte, bu düzenin çürümüşlüğüdür; dün "sıfırladım paraları babacım" diyen ses, bugün "Hepimiz Ensarız" diyerek çocuk istismarcılarının arkasında dizilenler!

Kendi çıkarı ve iktidarı için daha düne kadar yan yana yürüdüklerini boğazlıyor. Etrafına canilikte yarışan dalkavukları, sözü beş para etmez pespayeleri topluyor ancak! Halkın direnişi karşısında ölü bedenleri akrebin arkasına bağlamaktan, çırılçıplak soyarak teşhir etmekten medet umuyor. Mültecilerin kanı ve canı üzerinden Avrupa ile pazarlığa tutuşuyor. Ortadoğu'da kafa kesen cihatçılarla, tecavüzcülerle işbirliği yapıyor. Laboratuvarda kan inceletiyor... Muammed Ali'nin cenaze töreninde poz verip uluslararası ilişkilerdeki stratejik hezimetini örtmeye çabalıyor, onu da beceremiyor. Bu tablo zayıflığın tablosudur...

Hurafeden, fetvadan, ırkçılıktan, mezhepçilikten, kadın düşmanlığından başka sermayeleri kalmamıştır. Bu tablo hegemonya kaybının ve tükenişin tablosudur. Bu tablo; iktidarı koruyabilmek adına giderek daha çıplak bir biçimde karşımıza çıkan faşizmin tablosudur...

Saray düzeni, varlığını sürdürebilmek için şiddet aygıtlarının önünü alabildiğince açmak; her türlü ihlalin arkasında durmak zorunda. Devlet terörünü, katliamları, savaşı tırmandırmak, muhalefete göz açtırmamak, Meclis'i, burjuva demokrasisine ait şeklen de olsa varlığını sürdüren mekanizmaları tamamen işlevsiz kılmak zorundadır. MHP ve CHP’yi iç operasyonlar, tehdit ya da fiili saldırganlıkla çatırdatmak, HDP'yi Meclis dışında bırakmak zorundadır.

Anayasa ve yasaları değiştirerek yaptıklarını suç olmaktan çıkarmak, iktidarının sürekliliği için "fiili durumu" Anayasal bir çerçeveye oturtmak ve bunun için elinden ne gelirse sonuna kadar yapmak zorundadır.

Zorundadır. Çünkü Türkiye halkları, Haziran İsyanı'ndan bu yana, katliamlara, devlet terörüne, hukuk tanımazlığa, en küçük demokratik hak ve özgürlüklerin dahi yok edilmesine, "dişlerine kan değen" kontrgerilla tetikçilerine, savaş uçaklarına, şehirleri yerle bir eden tanklara, patlayan bombalara rağmen diktatörlüğe karşı direnişi seçmiştir. Biat etmemiş, vazgeçmemiş, diktatöre "alışmamıştır". 

Bize, bu ülkenin devrimcilerine düşen görev; soyut bir direniş çağrısı yapmak değil, direnişin olgunlaşacağı yataklarda, maddi gerçekliğin/siyasal çatışmaların içinde örgütlenmek ve mücadele etmektir. Yani gereği neyse onu yapmaktır!

Mücadelemizde "yeni bir yol açmamız" gerektiği açıktır. Çekinerek, sinerek, kendi özel yaşam alanlarını yaratarak, “eski güzel günler” e ağıt yakarak, diktatörlüğe onun çizdiği sınırlar içinde muhalefet edebileceklerini sananlar, süreci geçiştirmeye, “fırtınadan sakınmaya” çalışanlar gölge etmesin yeter.

Biz, bu yolu açarken gücümüzü; onlarca devrimci hareket kuşağının, bu toprakların devrimci geleneğinin; kentlerden kırlara, üniversitelerden gecekondulara, sokaklardan fabrikalara büyük bedeller ödeyerek yarattığı mücadelesinden alıyoruz!

Biz bu yolu açarken gücümüzü Mahirlerin, Denizlerin, İboların, Terzi Fikrilerin devrimci mirasından ve "Diktatörün Gezi korkusu"nda simgeleşen, bu topraklardaki isyancı geleneğinden alıyoruz!  

Gücümüz; Haziran İsyanı'ndan, Cerrattepe'den, Sinop'ta gericiliğin bariyerlerini yıkanlardan, karanlığa meydan okuyoruz diyen liselilerden, bodrum katlarında "bizimle onur duyun teslim olmadık" diyerek ölüme yürüyenlerden, yasakları yıkıp atan "Tayyip kes sesini" diyen kadınlardan geliyor.

Buradan bir kadın olarak, kadın özgürlük mücadelesinin ilkelerini kendi mücadele bayrağına yazmış bir örgütün genel başkanı olarak diyorum ki o kadın düşmanı sesini keseceksin!

 

Senin; tarihsel kazanımlarımızı elimizden almaya, emeğimiz, bedenimiz ve yaşamımız üzerinde tahakküm kurmaya gücün yetmez!..

 

Biz kadınlar; “yarım kadın” değil, halkın yarısıyız! Tek başımıza kalsak da gerici-erkek egemen saldırganlığa karşı mücadele edeceğiz! Sadece evlenip evlenmeyeceğimize, kaç çocuk doğuracağımıza, nasıl yaşayıp, nasıl güleceğimize değil; bu ülkenin geleceğine de biz karar vereceğiz.

 

Biz kadınlar; yasaklı 8 Martları özgürleştirirken, Özgecan için sokakları işgal ederken, kürtaj hakkımızı savunurken, direnişin içinde bu sözü verdik, savunma hattımızı direniş; çizgimizi özgürlük ve eşitlik gibi iki temel devrimci toplumsal taleple; kendi eşitliğimiz ve özgürlüğümüzle birlikte eşit ve özgür bir toplumu inşa etme iddiamızla kuruyoruz...

 

Ve tüm toplumsal muhalefet bileşenlerini de kadınların öncülüğünde ve kadınların cüretiyle harekete geçmeye çağırıyoruz.

 

Sevgili mücadele arkadaşlarım;

Diktatörlüğün programına karşı halkın programı; hayatın içinde, kavganın ortasında oluşuyor. Sermayenin dünyası ile emeğin dünyası; sömürü ve kölelik dünyası ile kardeşlik ve özgürlük dünyası karşı karşıya geliyor.

Yürüyeceğimiz yol bellidir! diktatörlük hangi temeller üzerinde yükseliyorsa, oraya vuracağız.

Hak mücadelelerinde geliştirdiğimiz doğrudan eylem çizgisini, diktatörlüğün karşısında da yaratacağız.

Diktatörlüğün düzen kurucu gücüne dönüşen dinsel gericiliğe karşı; laiklik mücadelesinin bayrağını biz taşıyacağız.

Biliyoruz ki laikliğin savunulması; ne basitçe geçmiş kazanımların savunusuna indirgenebilir ne de soyut bir ideolojik mücadeleye. Laiklik mücadelesine de bugünkü anlamını başta eğitim hakkı ve kadın mücadelesi olmak üzere somut politik çatışmaların içinde vereceğiz.

Gericiliğin karşısına laikliği, bilimselliği, demokrasiyi ve eşitliği koyacağız!

Savaşa karşı barışı savunacağız. Emperyalistlerin, bölgesel işbirlikçilerinin, cihatçı çetelerin savaşının karşısına halkların özgürlüğünü, bağımsızlığını ve kardeşliğini koyacağız.

Biliyoruz ki bugün, savaşa karşı barış, kardeşlik ve yaşam hakkı mücadelesi, bir iktidar mücadelesidir.

Haziran İsyanı’nda Antakya halkının barış talebini isyana katan Güneyin üç fidanına; Ali İsmail’e, Abdocan’a, Ahmetimize sözümüz var!

10 Ekim’de Ortadoğu halklarının barış talebini Ankara’ya taşıyan Necla Duran’a, Filistinli yoldaşımız Ahmet El-Haldi’ye sözümüz var!

Diyarbakır’da, Suruç’ta, Ankara’da katledilen mücadele arkadaşlarımıza sözümüz var! Bizler bu ülkede, Ortadoğu’nun savaş merkezi yapmaya çalışanların iktidarına son verecek, barışın ülkesini kuracağız!

Bizler, oyalama ve yok sayma siyasetinden açık katliamlara kadar kendilerine yönelen her türlü saldırganlığın karşısında direnen; artık geri dönülemez biçimde eşit yurttaşlık, anayasal statü talep eden Kürt halkının yanında olacağız, faşizme karşı birlikte direneceğiz. Bunu yaparken aynı zamanda halkların; diktatörlüğe karşı ortak direnişine zarar veren eylemlere ilişkin açık tutum almaya devam edeceğiz. Buradan bir kez daha söylüyoruz, bir özgürlük hareketi, toplumsal kurtuluşu intikam siyaseti üzerine inşa edemez.

Savaşı sivil halka, toplumsal/kamusal yaşam alanlarına doğru genişletmek halkların ortak mücadelesine; eşitlik ve özgürlük mücadelesine zarar verir.

Evet, yoldaşlar sokaklar bizimdir! Kentler, mahalleler bizimdir! Üniversiteler, okullar, hastaneler, fabrikalar, tarlalar, parklar, yeraltı ve yerüstü, hava, toprak ve su bizimdir, bu memleket bizimdir. Emeğimiz bizimdir.

İşte diktatörlüğün karşısına bu cüretle çıkacağız, kentte kırda fabrikada, her bir hak mücadelesinde, Saray'ın gerici bir sınıf iktidarı olduğunu göstereceğiz...

Emeğin sermayeye, ezilenlerin diktatörlere karşı mücadelesi büyük bedellere mal olmuştur. Özgürlük, eşitlik ve barış yolunda ağır kayıplar versek de, bu yolda yürümekten bir an bile tereddüt etmedik. Bu yol sosyalizmin yoludur.

Ve biliyoruz ki, neoliberal kapitalizmin bu ülkenin başına musallat ettiği, tarihin en gerici ve çürümüş saldırganlığına karşı mücadeleyi bir toplumsal eşitlik hareketi olarak örgütlemek görevimizdir.

Kadınlara, emekçilere, gazetecilere, sanatçılara, bilim insanlarına, Alevilere, Almanya’daki Türklere, Türkiye’deki Kürtlere, kendisine biat etmeyen herkese hakaretler yağdıran, bu ülkenin gençlerine en değerli vaadi ölüm olan Erdoğan, şimdi de “kıyamete kadar mücadeleden” bahsediyor.

Buradan Erdoğan’a müjdemiz olsun. Ne dediğini çok iyi biliyoruz, çağırdığı kavgaya hazırız. Kıyamet dediğin ha koptu ha kopacak. Bu ülkenin onurlu insanları senin diktatörlüğüne karşı ayağa kalkacak. Ve emekten, barıştan, eşitlikten ve özgürlükten yana bir dünya kuracak.

Onurumuzla, öfkemizle, gelecek güzel günlere inancımızla diktatörlüğün karşısında biz varız. Emekten, barıştan, eşitlikten ve özgürlükten yana o dünyayı biz kendi ellerimizle kuracağız.

Yolumuz açık olsun..."