Fikret Kızılok'u anıyoruz: 'Bu kalp seni unutur mu ?'
Pop müziğin en kaliteli şarkı sözü yazarlarından olan, Anadolu Pop’un öncüleri arasına adını yazdıran, halk müziğini çağdaş hale getirme yolunda ‘tek başına’ çalışıp önemli işler yapan, ancak bu kulvarda pek uzun kalmayan, kısa yaşamında her zaman ‘kendi yolunda’ yürüyen, doğrularından ödün vermeden çizgisini korumayı bilen Fikret Kızılok’u yitireli beş oldu.
Kızılok’u müzik dünyası çabuk unutsa da, ölümsüz şarkıları yine en çok istenenler arasındaydı radyolarda; besteleri genç kuşak şarkıcılar tarafından genç kulaklara taşınırken şiir tadındaki şarkı sözleri slogan oldu. Ozan sıfatı acaba kaç kişiye Kızılok kadar yakıştı ?
Kırmızı akordeonla başladı her şey
10 Ekim 1946 Ankara doğumlu Fikret Kızılok müziğe Galatasaray İlkokulu’nda okurken, onuncu yaş gününde annesinin armağan ettiği kırmızı akordeonla başlar. Sınıf arkadaşlarından birinin babasından müzik dersleri alarak akordeona ısınır ve hemen grup kurup adını ‘Fikret Kızılok ve Orkestrası’ koyar.
İlk konserlerini o yılın 23 Nisan kutlamalarında Taksim Belediye Gazinosu’nda verirler. Halk türküleri çalarlar ve en çok alkışı da Tamzara adlı parçayla alırlar.
1960’da hem liseye, hem de gitara geçer. Dönem Elvis Presley dönemidir ve Kızılok da aynanın karşısında onun gibi çalıp kıvırmaya, dans etmeye çalışmaktadır.
Hedef büyüterek Galatasaray Lisesi’nde arkadaşlarıyla Veliahtlar adlı grubu (Gökhan Torgay-bass, Harun Batıbaygil-gitar, Koral Tümay-davul) kurar ve çok beğenilen konserler verir. O günlerde en önemli destekçileri, aynı okulda öğrenim gören Timur Selçuk ile Barış Manço’dur. Veliahtlar, J’Taime/Kız Ayşe adlı bir 45’lik çıkarmayı bile başarmıştır 1965’te.
18 yaşında müziğe ciddi ciddi eğilmeye başlar ve ilk profesyonel çalışmasını arkadaşı Cahit Oben’in orkestrasıyla gerçekleştirir. Elemanlar kendi paralarıyla ‘I Wanna Be Your Man/36 24 36’ ile ‘Hereke/Silifke’nin Yoğurdu’ adlı parçaları plak yapar. Hereke, Kızılok’un bestesidir.
1965 yılında, Beatles tipi müzik üreten, beat akımını halk müziğimize uyarlamayı amaçlayan, semt konserleri veren, bir ara Füsun Önal’ı da bünyesine katan bu orkestra (Cahit Oben: gitar, Erol Ulaştır: davul, Koray Oktay: bass, Fikret Kızılok: gitar,vokal) Altın Mikrofon Yarışması’nda Halime’yle (Parçayı sahnede Kızılok seslendirmiştir.) dördüncü olmayı başarır. Halime, diğer yüzüne Makaram Sarı Bağlar adlı türkünün yorumu eklenerek 45 halinde yayımlanır. Kızılok plakta ritm gitarı da çalar.
Tam işler yoluna otururken, Cahit Oben müzik yaşamına nişanlısı Füsun Önal’la devam etmeyi kararlaştırır ve grup dağılır…
Kızılok 1966’da yine Veliathlar’la bir araya gelip bol konserlere çıkar. Sıra kendi adına bir şeyler yapmaya gelmiştir. 22 yaşında, Veliathlar eşliğinde ilk solo 45’liğini doldurur ve dört parçaya yer verir: Ay Osman-Colors/Sevgilim-Baby.
Ay Osman’ın tutacağından umutludur ama, daha sonra Barış Manço’nun da seslendireceği bu parça beklediği ilgiyi görmeyince okuluna ağırlık verip bitirmeye çalışır ve müziği boş vakitlerinde yapan biri haline gelir.
Bir ara, arkadaşı Fuat Güner’ın isteği üzerine Kaygısızlar grubuna katılır, onlarla birlikte üç-dört ay kadar Barış Manço’yla çalışır.
Aşık Veysel’in yolunda
Ardından, o dönem ağırlığını iyiden iyiye hissettiren aranjmanların dışında bizden bir şeyler üretmeyi kararlaştırır ve sazını kapıp mahalleden arkadaşı Arda Uskan’la Anadolu yollarına düşer. Hedefi, bu toprakları anlatan, ‘özgün’ olan Aşık Veysel’in yanına ulaşmak, onunla tanışmaktır.
Hayranı olduğu Aşık Veysel bir başına düşünmekte, bestelemekte, yazmakta, çalmakta ve söylemektedir. Ürettikleri tamamıyla kendinindir. Kızılok da, bir gün sadece kendi kafasındakileri, kalbindekileri söyleyeceğine ant içer.
Kente dönünce Veysel’in izniyle Uzun İnce Bir Yoldayım adlı bestesini plak yapar, arka yüzüne de kendi bestesi Benim Aşkım Beni Geçti’yi koyar.
Bu arada, Diş Hekimliği Fakültesi’nden mezun olmuştur. Kasım 1969’da Aşık Veysel’in köyü Sivrialan’a bu kez tek başına yeniden gider ve kar yolları kapatınca üç ay ustasının yanında yaşar.
Uzun ziyaretten dönünce Yumma Gözün Kör Gibi/Yağmur Olsam’ı 45’lik olarak yayımlar. 21 hafta listelerde kalan bu plak Kızılok’u zirveye taşıyan yapıt olur. Artık onun da ‘altın plak’ ödülü vardır…
Aralık 1970’de TRT’nin açtığı Çağdaş Hafif Müzik Yarışması’nda Senin Olsun Bu Yerler adlı bestesiyle derece alır.
Aynı yıl sözü ve müziği kendine ait Söyle Sazım parçasında cura, divan sazı ve bağlamayla folk adına ilginç ‘çok sesli sound’ elde eder ve ününe ün katar. 45’liğin arka yüzüne Güzel Ne Güzel Olmuşsun’u koymuştur. Bu 45’lik de Kızılok’a altın plak getirirken, Barış Manço’nun simge parçası Dağlar Dağlar’ın önünde ilk sıraya yükselir listelerde. Kızılok, Hey dergisi okurları tarafından yılın en iyi erkek şarkıcısı seçilmiştir.
Diskotek dergisinde 27 Ocak 1970’de yayımlanmış bir yazısında Anadolu Pop üzerine şunları söyler: ‘Sanatçı kendi öz kaynaklarından kendince bir yorum yapacak, hem kendine, hem müzikseverlere samimi olacaktı. Türk folkloru gibi gürül gürül akan bir nehre kepçe doldurmak yeter de artardı bile bu işin olması için.
Nitekim bu böyle oluyor, gün geçtikçe kendimize dönüyor, folklorumuzdaki güzelliklerin, zenginliğin farkına varıyoruz. Folk müzik, müzikseverlerimizin kalbinde yer etmektedir bugün, artık bizim motiflerimiz de hakkı olan yüceliğe erişiyor.
Gençler, folklorumuzu Batı anlayışında bir icraatla dinlemeye çalışıyorlar ve seviyorlar artık. Bakın size bir misal: Bir gün genç arkadaşlarımla toplanmış, müzik dinliyor, eğleniyorduk, bir ara bana, ‘Haydi, biraz gitar çal da, dinleyelim’ dediler.
Aldım gitarı elime ve o ara yeni yeni düzenlediğim, Aşık Veysel’in Uzun İnce Bir Yoldayım türküsünü çaldım onlara.
İçlerinden biri, ‘Çok güzel besteleriniz var’, dedi.
Hayır dedim benim değil bu besteler, bunlar birer Anadolu türküsü…
Pek şaşırdı genç, nasıl olur dedi, ben hiç böyle güzel türküler dinlemiyorum ki, demek varmış böyle şeyler.
Haklıydı genç, haklıydı ama şöylesine haklıydı. Duyuyordu evvelden bu türküleri ama dinlemiyordu bu türküleri o. Halbuki hoşlandığı, alıştığı bir enstrümanla çoksesli olarak dinleyince, seviverdi birden güzelim türküleri.
Demek ki bütün mesele sunma şekliydi. Veysel’in türküsü gitarda seslenmişti, fena olmamıştı bence de.
Kalktık gittik Veysel’e, misafir etti bizi günlerce. Ve günlerce ona kendi türkülerini gitarla söyledim, pek çok hoşlandı, hem fikirlerimizden hoşlandı. Haklısınız madem gençler böylesini dinleyince daha çabuk seviyorlar, varın yapın ben bile hoşlandım, onlar tabii hoşlanacak.
Veysel’den sonra Aşık Şah Turna’ya oradan nice nice aşıklara gidip dinlettik bu türkülerini, hepsi de hoşlandı hem de pek çok.
İşte böyle bir ortamda biz folkçular müzikseverlerden bulduğumuz desteğe güvenerek, yola çıkıyoruz, devrim yapmaya. Bundan böyle kendimize dönüş var, Batı’ya açılan pencerelerimizi kapamaksızın’…
Veysel’in ardından bağlamayı kırıyor
1971’de Ahit Oben (org), Mehmet Horoz (bass), İzzet Eti’yle (davul) birlikte kendi grubunu kurar ve çok yoğun bir döneme girer. 1972’de Bulgarca Hey Madelaine ile bestesi Vurulmuşum’la (şiir: Ahmed Arif) Altın Orfe’ye katılır, Gar gazinosunda kaftanıyla, elinde bağlamasıyla sahneye çıkar, Güner Ümit’in sahneye koyacağı Pamuk Prenses ve Yedi Cüce adlı çocuk oyununun müziklerini yazar, Hey Dergisi’nde yayımlanan fotoromanda rol alır, Çiğdem adlı şarkıcının Dağlar Ağlar Pir Sultan Deyu/ Nenni Nenni adlı 45’liğinin düzenlemelerini hazırlar. Ayrıca, Tansu adlı diğer genç şarkıcı Kime Sormalı, Timur Selçuk da Duyar mısın adlı Kızılok bestelerini yorumlar.
Bir Ali Var adında oyun yazar ve oyunun müzikleri de onun kaleminden çıkar. Bu müzikleri daha sonra Anadolu’yum, Köroğlu Dağları, Gün Ola Devran Döne, Leylim Leylim, Gözlerinden Bellidir, Tutamadım Ellerini adlarıyla plak haline getirir…
Mart 1973’te Aşık Veysel yaşamını yitirince radikal bir karar alır; ustasının ardından bağlamasını kıran Kızılok, o günden sonra ürettiği plaklarda bu çalgıya hiç yer vermez.
Gayet üretken bir sanatçıdır ve yaptıklarını akademik veriler üzerine oturtmayı hedefler, yereli evrensele taşırken özgünlüğü zedelememeye özen gösterir. Kafasındakileri, deneylerini tam anlamıyla müziğine yansıtmaya başlamışken bu kez de tek yayın organı TRT’nin katı denetimiyle karşı karşıya kalır.
7 Kasım 1973 tarihli Hey dergisinde şunları söyler: ‘Bugün ülkemizde Ulusal Türk Hafif müziği diye anılan türün öncüsü olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. Hatta bu deyimi ilk olarak Hey dergisine verdiğim ilanda ben kullanmıştım. Müziğe başladığım günden bugüne dek bu türde zevkle çalışadurdum. Birkaç yıl sonra da bu çalışmalarımın meyvesini TRT’nin Büyük Ulusal Türk Müziği ödülünü alarak topladım. Bu akım, hafif müzik seven gençlerin olumlu ve toprağına bağlı bir yönde gelişmelerini sağlarken zamanında bu akıma çok katkısı bulunan TRT’nin içinden vurulmasıyla son verilmek istendi. Artık Türk Hafif Müziği’ne benim getirdiğim saz, darbuka, klarnet, mey gibi enstrümanlarımızı dinleyebilmek mümkün değildir. Kendi içlerinde aşama yapmayı zor bulduklarından, en kolay aşama olan baltalamayı uygun gören yetkilileri kınıyorum. Bunlar Atatürk’ün sanat anlayışından, modern çağın geniş görüşünden yoksun kalmış, hoşgörü sahibi olmayan kafası örümceklenmiş kişilerdir. Bugüne değin, bir parça başarılı oldular ama unutmamaları gereken bir nokta var: Zaman kendi yasalarını da birlikte getirir. Gün olacak, devran dönecek ve Ulusal Türk müziğinin yakasına yapışan bu cahil eller söküp atılacaktır. Bu kaçınılmaz bir sonuçtur. Devamlı aşama içinde olan Türk gençliğinin önüne temelsiz bir baraj gibi çıkan kötü niyetli TRT Denetim Kurulu üyeleri bakalım ne zaman boğulacaklar’…
Ardından yolu Fransa’ya düşünce, bu kez de Jacques Brel’in yaptıklarını inceleme olanağı bulur. Şarkılarında yalnız kendini ve dünya görüşünü anlatmayı deneyen ünlü ozanın özgün tavrından etkilenmiştir. Aynı günlerde bestelerini yabancılara söyletmeyi planlar, ancak başaramaz.
Anadolu Pop’tan politik müziğe…
1974’te Tehlikeli Madde adlı iddialı bir grup daha kurar. Turhan Yükseler (org), Siret Yurtsever, Eser Sayıner (davul, vurmalılar), Ataman Hakman (gitar, bağlama, sitar), Sahir Kayahan’dan (bass) oluşan Tehlikeli Madde folk-rock çizgide müzik yapacaktır.
Bu grupla doldurduğu plaklar arasında en fazla öne çıkanı ‘Haberin Var mı?’ olur ve 1974 ilkbaharında düzenlediği Anadolu turnesinden yüzünün akıyla döner.
Konserler ilginç geçmiştir. Örneğin, Keşan Orduevi’nde verdiği konserin afişi şöyledir: ‘Dikkat: Konser Değil, 3. Kıbrıs Harekatı’. Bastırılan bu afişte Kızılok’un mihverli fotoğrafı vardır...
1975’e Tehlikeli Madde’yi dağıtarak girer ve son 45’liği Biz Yanarız (Aşık Mahzuni)/Sen Bir Ceylan Olsan’ın (Aşık Veysel) ardından Anadolu Pop’tan kopup yeni rotasının politik müziğe doğru yöneldiğini açıklar.
Yeni bir kulvardadır şimdi; 1977’de Nazım Hikmet’in dizelerine, atonal tarzda yazdığı bestelerini ‘Not Defterimden’ adlı albümde bir araya getirir. Ancak, Varşova’da iki ödül almış bu plak sakıncalı bulunup Türkiye’de toplatılınca küsüp köşesine çekilir ve profesyonel müzik çalışmalarına ara verir. Bu yapıt 1993’te yeniden yayımlanacaktır. Kızılok,Anadolu Pop’ta hümanizmi öne çıkaran, ulusal değerleri savunan çizginin liderlerinden biridir. Solcudur ve politik arenanın net biçimde ikiye bölündüğü dönemde, kutupta yer almayarak ‘ortanın solu’nda yoluna devam eder.
Yıllar geçer ve Kızılok, Seksenler’in ikinci yarısında bu kez hayli sert söylemle geri döner. 1983’de kurduğu Çekirdek Sanatevi’nde, kendi çizgisine yakın seyreden Bülent Ortaçgil’le verdiği konserlerin ya da solo çalışmaların yetersiz teknikle kaydedilmiş sonuçlarını kasetlere aktararak, piyasada kabul gören arabeske bir ölçüde alternatif yaratmaya çabalar. İkili, ‘Biz şarkılarımızı pazarlamayız deterjan gibi’ diyerek arabeskten, ucuzculuktan yana esen rüzgara karşı durmaya kalkışır.
İki ozan, daha sonra, Pencere Önü Çiçeği adlı albümü üretir; Türk-Yunan dostluğundan, çarpık entelektüelliğe, medyanın ninnilerinden Ajda Pekkan’a kadar bizi yansıtan manzarayı eleştirir.
Zamanla Ortaçgil’in mistik çözümleriyle Kızılok’un nesnel saptamaları ve görüşleri arasındaki çatışma belirginleşir; bu sıra dışı proje erken sona erer…
1989 tarihli Yana Yana albümünde yeni değerlerin yarattığı magandalara açık açık Vay Hayvan Vay (Why High One Why) derken Zaman Zaman albümünde aşk şarkıları söyler Kızılok.
’Aydınlık Türkiye’den yana net tavır
Pop patlayıp çatlamış, yozlaşan medya müziğin gündemini belirlemeye başlamıştır. Böyle bir piyasada yer almak yerine evinde çalışmayı yeğler.
Sağlık sorunları vardır ve 1993 yılında kalbinde destek piliyle yaşamaya başlar.
Sonra, art arda Demirbaş-Müzikal Vaziyetler, Vurulduk Ey Halkım, Devrimcinin Güncesi adlı albümleri yayımlayarak ‘Aydınlık Türkiye’den yana tavrını net bir şekilde ortaya koyar.
Doğru ya da yanlış, çizgisinden ödün vermemesi, kararlı duruşu, müzik çevrelerinde ona yeni bir lakap getirmiştir: ‘Başöğretmen’. Boyalı basın bir yandan Kızılok’a ‘protest müziğin ünlü ismi’ etiketini uygun görürken, diğer yandan da onun tükendiğini ve çareyi modası geçmiş sloganlarda aradığını söyler.
Oysa, Aşık Veysel’lerle Karacaoğlanlar’la başlayıp gelişen bu çarpıcı serüven, çağdaş değerleri müzik yoluyla arayan, saygıya değer bir çabadır. Sonrasında, şöhretin getirdiği yapay gerçeğe sırtını dönüp doğayla, denizle kucaklaşır ve deneysel çalışmalarına hız verir ozan.
Doksanlar’ın ortasından itibaren dostlarına emanet ettiği yapıtlarıyla da gündeme oturur Kızılok. Mazhar-Fuat-Özkan’ın Sakın Gelme’sinde (söz: Kızılok-beste: F. Güner), Haluk Levent’in Yeter ki’sinde, Çelik’in Bu Kalp Seni Unutur mu?’sunda (söz: Kızılok, beste: Özkan Samioğlu), Sertab Erener’in Kumsalda’sında hep onun imzası vardır.
1999 sonunda Kızılok klasikleri Kalan Müzik tarafından Gün Ola Devran Döne adlı bir albümde toplanır. Her dönem farklı yolda yürümeyi becermiş ozan albümün kapağına düştüğü birkaç satır notta müziğe başladığı günlerdeki havayı şöyle aktarmıştır: ‘1960-70’li yıllar bizler için dünyayı değiştirebiliriz umutlarıyla geçen gençlik yıllarıydı. Kendimizi ifade etmemizin de dışavurumu, şarkılarımız, türkülerimiz, öykülerimizdi. İlericiydik, haklıydık, aceleciydik’…
Fikret Kızılok 22 Eylül 2001 günü İstanbul’da yaşama veda eder. Dönemin başbakanı Ecevit, Olmasın Varsın adlı şiirini bestelemiş Kızılok’un ölümü nedeniyle yayımladığı başsağlığı mesajında, sanatçının, birbirinden güzel besteleri ve eşsiz yorumculuğuyla her dönem büyük beğeni topladığını, müzik tarihimizin öncü isimlerinden olduğunu belirtir...
2002’de oğlu Yağmur Kızılok’un girişimleriyle Dünden Bugüne 1965-2001 adlı bir best of albümü yayımlanır ustanın. Yirmi parçadan oluşan albümün kapağında Kızılok’un bir zamanlar ‘kendini’ kaleme döktüğü notlarına yer verilmiştir: ‘Şarkılarımı kendim yazdım; düşündüm, besteledim, çaldım ve söyledim. Bu bütünlüğe inandım. 13 altın plağım oldu. Zaman Zaman, Yana Yana, Not Defterimden, Yadigar gibi uzunçalar ve de kaset-disklerim. ‘Meşhur’luğun bir hastalık olduğunu bilerek ortalıkta fazla görünmedim, sadece işimi yaptım, şarkılarımı söyledim. Aşk mektuplarımı başkasına yazdırmadım. Soldan doğdum, soldan uyandım, solda oturdum, insan olmanın haysiyetini solda buldum, hep solcu oldum, hep solcu kalacağım. Sebebi gayet basit; insanın soyutlarının ve somutlarının bir olduğudur. Güzelliklerin, kültürün ve sanatın satın alınamayacağıdır. Bir ‘Akl-ı evvel’in yaratıp her şeyin ortasına koyduğuna inanmam. Mistik işlerle uğraşamam. Eni boyu, yukarı aşağıya bütün kavramlarıma paradoksal bir ikilik koyarak ‘sonsuza doğru’ buluşmak üzere diyalektiğe ve ölüme inanmışım. Kendimi ince ince doğrayan ve uykumdan sıçrayıp uyandıran bir hayatım oldu. Hep onu bekledim. Gelse de onu bekledim. O kadın değildi, o para değildi, o ölümsüzlük değildi. ‘O’nu ben de merak ettim, onun için yaşadım, ona koştum ve onu buldum. Ne mi o? Yaşadıkça bulunan O’na tanjant hayatım, Şarkılarım…’