'İdeolojik Değil Politik Bir Film-Uğur Vardan

Per, 09/11/2006 - 02:00
  • Arttır
  • Eksilt
  • Normal

Ömer Uğur: Bu filmi çekmek için 26 yıl beklemek bizim tercihimiz değildi. Bu şartlardan kaynaklanan bir durumdu.

12 Eylül döneminde işkence gören apolitik bir vatandaşın hikayesini anlatan 'Eve Dönüş'ün yönetmeni Ömer Uğur, filmde kişisel bir hesaplaşma peşine düşmediğini, bir dönemin panoramasına soyunduğunu söylüyor

12 Eylül sadece siyasetle ilgilenenlerin değil, sıradan vatandaşın hayatına da uğramıştı. Bu uğrama sadece 'hal hatır sorma' şeklinde olmadı, 'Sakın sen de bu işlerin içinde olmayasın?' kuşkusunu da beraberinde getirdi. Bir örgüt üyesi sanılan ve bu yüzden de işkenceye uğrayan sıradan bir işçinin yaşadıklarını anlatan 'Eve Dönüş' filminin yönetmeni Ömer Uğur'la, yapıtı ve darbenin toplumsal hayatımız üzerindeki izleri üzerine söyleştik.

Darbeden uzaklaştıkça cesaretimiz mi artıyor? Böyle bir cesur film için aradan 26 yıl geçmesi mi gerekiyordu?

Sorun cesaret sorunu değil, para sorunu. Parayı ancak bulabildik ve filmi çektik. Yoksa biraz demlensin, ortam daha demokratikleşsin diye beklemiş değiliz. Senaryonun ilk hali Montpellier'de ödül aldıktan sonra o zamanki Dünya Sineması'nın (şimdiki Fitaş Sinema Kompleksi'nin bulunduğu yer) sahibiyle çekmeye karar verdik, para yetmedi. Daha sonra bir kez daha niyetlendim, yine olmadı. Destek için Kültür Bakanlığı'na başvurduk, içlerinde Halit Refiğ'in de bulunduğu kurul "Bu film işkence gören herkesi suçsuz gösteriyor. Devlet böyle bir şeye yardım edemez" gerekçesiyle desteği reddetti. Dolayısıyla 26 yıl beklemek bizim tercihimiz değildi. Bu, şartlardan kaynaklanan bir durumdu.

Yani finansman sorunları halledilseydi daha önce çekecektiniz.

Evet daha önce çekerdim. Fakat bugünden bakınca, 2000 yılından önce bu filmi çekseydik, objektifliğimizin ne kadar olacağını da tam kestiremiyorum. Çünkü bu hikâyeyi ilk yazdığım zaman daha öfkeliydi. Şimdi hikâyenin daha serinkanlı olduğunu kanısındayım.

Bu film hem kişisel hem de kuşak olarak hangi hesaplaşmanın eseri?

Kişisel bir hesaplaşma yapsaydım başka türlü bir film çekerdim. Bunun örnekleri var zaten sinemamızda. 12 Eylül öncesinde Edirne tarafında işçilerle yakınlaştım. O dönem DİSK'te çalışma şansım oldu. Özellikle Memet Ali Alabora'nın canlandırdığı Mustafa tipi işçileri orada tanıdım. Dolayısıyla ben kişisel bir hesaplaşmadan çok dönem hesaplaşması olarak gördüm bu filmi. Benim derdim o döneme bakmakla ilgiliydi. Bunu yaparken de apolitik bir karakterden yola çıktım. Zaten İzmir'de hiçbir işle ilgili olmasa da işkenceden geçirilmiş insanlar gördüm. Vardı yani Mustafa gibileri o dönemde. Zaten kendi hesaplaşmam üzerine bir filmi olsaydı, ideolojik olurdu. Ama şimdiki haliyle 'Eve Dönüş' ideolojik değil ama politik bir film. Ben filmi kendimden uzak tuttum.

Filmin en baskın karakterlerinden biri Civan Canova'nın canlandırdığı şef. Sizce bu tür işkenceci polisler, 80 darbesinden bu yana geçen 26 yılda ne yapmıştır, hâlâ kızlarının yaş günlerini vicdanları sızlamadan kutluyorlar mıdır?

Belki garip bir şey olacak ama benim abim başkomiserlikten emekli. Bu insanların ciddi bir hayatları var. Bu insanların yaptıklarını sadist bir boşalma olarak görmemek gerek. Yaptıklarına inanıyorlar. Görevlerini bir memur gibi yapıyorlardı. O dönemde de kendilerini biraz Tanrı gibi gördüler. Düşünsenize, 'Yat' diyorlar, insanlar yatıyor, 'Soyun' diyorlar, soyunuyorlar. Otomatiğe bağladılar. Bunu da bir iş olarak gördüler. En kötüsü de buydu. İşkence tezgâhı diyorlar ya gerçekte insanlar bir yerden giriyor diğer yerden işkence görmüş olarak çıkıyordu. Üstelik bunların çoğu da bilgilendi. Solcu olamadılar ama lügate hâkim oldular. Bizim yaşımızda olanlar Halkın Birliği ile Halkın Yolu arasındaki farkı sorsan unutmuşlardır ama onlar unutmamışlardır.

Dolayısıyla bunların çoğu küçük bir memur emeklisi olmanın getirdiği eziklikle hayatlarını sürdürüyordur.

Peki vicdanlarında bir hesaplaşma yapmışlar mıdır?

İnsanoğlu kendini kolay inandırıyor her şeye. Her şeyi rasyonalize ediyor. Şimdi sorsan 'Neden böyle yaptınız?' diye, 'Biz de emir kuluyduk. Bize böyle emir geldi. Ben görevimi yaptım, çoluk çocuğum vardı.' derler. Dolayısıyla ben onların çok büyük bir üzüntü duyduğunu zannetmiyorum. Tabii bu birkaç polisin yaptığı bir şey olarak düşünülmemeli. O dönem sistemli bir şekilde, öğrenilmiş bir şekilde işkence yapıldı. Mesela 'Telefono' denilen Arjantin usulü bir işkence şekli geliştirmişlerdi. Kulağın iki tarafına birden aynı şiddetle vuruyorlardı, kan beyne gidiyor ama dışarıdan bakıldığında hiçbir darbe izi görünmüyordu. Bu harekete karateci gibi çalışmışlardı. Sonradan bu yöntemin Arjantin polisinin icadı olduğunu öğrendik. Toparlarsak ben olayı bir polis mevzusu olarak görmüyorum.

'Eve Dönüş' Türk sinemasında 12 Eylül'le hesaplaşmanın neresinde duruyor? Onlarca film çekildi, ilk defa 'masum' bir adamın hikâyesi anlatıldı. Daha anlatılmamış ne kaldı?

Her şeyin ölçünü kaçırıyoruz ya, bu konuda da aynı refleksi gösteriyoruz. Ya bu filmlerden nefret ediyorlar ya da 'Aaa yine mi solcu hikâyesi' diye burun kıvırıyorlar. Oysa bu ülkenin darbelerle hesaplaşması gerekiyor. Daha darbenin 60'ı, 70'i var, postmodern darbesi var. 60'la 70 arasında dört tane darbe girişimi var, askerlere karşı askerin içinden. Yani geleneğe göre, Türkiye'de bu işler bitmez. Çünkü askerler 'Bu ülkeyi biz kurduk, buranın da Cumhuriyet'in de sahibi biziz. Bu halk da potansiyel olarak ihanete hazırdır' düşüncesiyle baktıkları için darbeler hep yapılıyor. Bence Türk sinemasında hikâye yok diyorlar ya, aslında buralara, özellikle 60'lı, 70'li yıllara baktığında o kadar çok hikâye kaynıyor ki.

Savaş Dinçel'in canlandırdığı Esma'nın babası emekli asker Sacit karakteri nasıl bir simgenin karşılığı?

Bence Türkiye'yi anlatan en mühim karakterlerden biri emekli askerler. Darbe yapmış askerlerden bahsetmiyorum. Bu emekli askerler sivil hayatta apartman yöneticisi, mahallenin muhtarı oldular. Çoğu evlatlarına sevgi göstermez, çünkü meslek hayatı içerisinde uzun süre bir klan gibi yaşıyorlar. Sivil hayata geçince şaşırıyorlar. O zaman dışarıdaki hayatı biçimlendirmeye çalışıyorlar, ortaya da komik durumlar çıkıyor.

Peki Mustafalar ne yaptı darbeden sonra?

İşkenceden sonra Mustafa işkencecisinin elini öpüyor. Darbeden iki yıl sonra Türk halkı da 1982 Anayasası'na yüzde 92'yle 'Evet' dedi. Ben Mustafa'nın el öpmesini Türk halkının Anayasa'yı kabul etmesine benzetiyorum. Dolayısıyla 12 Eylül'ün sadece bir darbe olduğunu düşünmüyorum. Adamlar bir toplum mühendisliğine soyundular. Yeni bir toplum yaratmak istediler ve başardılar. Tartışmayan, pısırık, bireyci vicdanı az bir toplum yarattılar. Mustafa gibilerin uzantısına gelince, büyük bir ihtimalle emekli oldular. Şimdi ikinci bir iş yapıyorlar. Yaşadıklarını hatırlamak istememektedirler. Oyunu da muhtemelen AKP'ye atıyordur.

Film ajitasyona soyunuyor mu?

Filmin üç sahnesini ajitatif bulduğum için filme koymadım. Mesela bir tanesinde işkence arası Mustafa ile Hoca konuşuyordu. Mustafa diyordu ki 'Abi, sen solcuymuşsun ama harbi abiymişsin.' Ben bir solculuk güzellemesi olduğunu düşündüğüm için attım. Sadece bir yer belki ajitatif sayılabilir. Orada Mustafa 'Abi ben bir işçi parçasıyım, ne sağla ne solla bir ilişkim yok. Bu işlere aklım ermez' der Hoca da bunun üzerine 'Senin gibilerin aklı erse biz burada olmayız' cevabını verir. Bu konuşmayı koyup koymama konusunda uzun süre düşündüm, tartıştım kendi kendimle. Bu diyalog yönetmenin ağzı gibi duruyordu. Ama koydum. Şunu tekrar özellikle söyleyeyim. İdeolojik değil bu film, politik. Düşündüğüm gibi bir film yaptığıma inanıyorum.

Peki dünya sinemasında unutamadığınız politik filmler neler?

'Z', 'Kayıp', 'Ateş Altında' gibi filmler ilk anda aklıma gelenler. Ama ben Yılmaz Güney sinemasıyla büyüdüm. Dünyada ve Türkiye'de izlediğim en politik film 'Umut'tur. Ama en sevdiğim filmi sorarsanız 'Bisiklet Hırsızları' derim, ne zaman izlesem ağlarım...

Darbeyi 'içeride' karşılamış

12 Eylül'ü nerede karşıladınız?

Karaburun Cezaevi'nde. Buca Cezaevi'nde isyan çıkarmıştık. Oradan bizi sürmüşlerdi. Şansımıza Karaburun Cezaevi'ne düşmüştü. Ben 12 Eylül sabahı bir anonsla uyandım. Karşı koğuştaki radyodan geliyordu anons ve 'MİSK, MHP kapatılmıştır ve Alparslan Türkeş aranmaktadır' diyordu. Ben de o anlık yanılgıyla yanımdaki arkadaşlara, "Kalkın, Kemalistler ülkeye el koydu" demiştim, çok geçmeden gerçeği anladım.

Neden içerdeydiniz?

142'ye muhalefetten. Öğretmendim, TÖB-DER üyesiydim.

12 Eylül'ü içerde karşılayanlar sonradan girenlerden daha şanslıydı derler. Doğru mu bu yargı?

Evet, doğru. Can Yücel'in dediği gibi 'içerde, hiç olmazsa içeri düşme' korkusu yoktu. Ben 12 Eylül'de içerde olmasaydım ve sonradan girseydim, sanki bugün hayatta olamazdım gibime geliyor.

Filmi Semih Önkan ve Seyid Konuk'a adamışsınız. Onların öyküsü ve 12 Eylül'le ilişkileri nedir?

Semih ve Seyid benim İzmir'deyken ev arkadaşlarım. Seyid İzmir'de 82'de asılan üç çocuktan biriydi. Semih'i de 83-84 yıllarında askere aldılar, ayağı sakat olduğu halde. TARİŞ olaylarında ayağından vurulmuştu. Gitmek istemediği halde askere aldılar. Orada da "Ben Kürtlere ateş etmem" dediği için başı belaya girmişti. Sonra bir operasyonda öldürüldüğü haberini aldık. Ölüm nedeni hâlâ net değil, ikisinin de benim açımdan çok acıklı bir durumu vardı.