Dünyanın yaşayan en önemli aydınlarından John Berger, Güney Afrika'daki apartheid rejimine karşı olduğu gibi bir boykotu Radikal'e değerlendirdi: Bazıları boykot çağrısını fazla naif buluyor. Evet, naif ama naif şeyler kötü değildir. İsrail'in iğrenç politikaları karşısında hiçbir şey yapmamak utançtır!
Yaşadığımız çağın bilgelerinden Britanyalı münevver John Berger, yıllardır Alplerin yamacındaki küçük köy evinden büyük gezegenimizi takibe almış durumda. 80 yaşını deviren Berger, gözlem evinde bir yandan birbirinden değerli kitaplar yazıyor bir yandan dünya meseleleri üzerine 'söz söylüyor'. Berger, insanlığı felakete sürükleyen tüm politikalara tepkisini göstermekten, mazlumlara destek çıkmaktan çekinmiyor. Berger son olarak Alplerden Filistin halkına selamını gönderdi ve İsrail devletinin saldırgan politikalarına karşı 'entelektüel dünyayı' göreve çağırdı. Kendisi bir grup Avrupalı aydın ve sanatçıyla birlikte İsrail'e kültürel boykot çağrısında bulundu. Çağrı metni, Berger'ın bir ek yazısıyla birlikte geçen günlerde The Guardian'da yayımlandı. Çağrı, Filistinli aydın ve sanatçıların ağustos ayında dünyaya duyurdukları İsrail'i boykot kampanyasına destek olarak gerçekleştirildi. Metinde dünya çapında akademisyen, aydın ve sanatçılar, İsrail'e gitmemeye ve bu ülkedeki kültürel etkinliklere katılmamaya davet ediliyor. The Guardian'daki metinde Berger dışında, yazarlar Eduardo Galeano, Arundhati Roy, müzisyenler Brian Eno, Reem Kelani, sinemacı Sophie Fiennes'in de aralarında bulunduğu onlarca aydın, sanatçı ve akademisyenin ismi bulunuyor.
Boykotla ilgili bizi aydınlatması için doğrudan John Berger'a başvurduk. Söyleşilerle arasının pek iyi olmadığını bildiğimiz Berger, telefon marifetiyle Alplere bağlanıp niyetimizi kendisine bildirdiğimizde önce biraz duraklasa da, Türkiye ile çok özel bağları olduğunu söylerek teklifimizi geri çevirmedi. Berger, derinden gelen ses tonuyla gözlem evinden aktardı...
Sizinle bu söyleşiyi insanlığın yine büyük trajediler yaşadığı 2006'nın son günlerinde gerçekleştiriyoruz. Kültürel boykot kampanyasına geçmeden önce kısaca sormak isteriz: Bugünden altı yıl geriye doğru bakıp değerlendirdiğinizde sizce insanoğlu 2000'li yıllara nasıl başladı? Yaşadığımız dönemi nasıl tanımlıyorsunuz?
Öncelikle söyleyeceğim çok açık olarak hayli karanlık bir dönemde yaşadığımızdır. Bunun ardındansa size bir grafitiden bahsetmek isterim. Arjantin'de, Buenos Aires'te bir duvara yapılmış grafitinin üzerinde şöyle yazıyordu: 'Kötümserliği daha iyi bir zamana bırakalım'. Buradaki şakayı görüyorsunuzdur, yani demek istiyor ki, o kadar ağır bir zamanki bu, kötümserliğe düşmemek gerekiyor.
O halde, yeri gelmişken sizin iyimserliğinizle ilgili de bir soru sormak isteriz. Batı aydınlarında birkaç on yıldır umutsuzluk ve kötümserlik hâkim duygular hâkim haline gelmiş durumda. Ancak bu durum sizin için hiçbir zaman geçerli olmadı. Merak ediyoruz, hiç bitmeyen iyimserliğinizin, motivasyonunuzun kaynağı nedir?
Sanırım ben, birçok aydınla karşılaştıracak olursak, hem fiziksel olarak ve hem de hayal dünyamda yaşıyorum, pek fazla kavramlarla ve düşüncelerle değil. Çok basit yaşıyorum, insanlarla yaşıyorum. Ben her zaman insanların olduğu bir alanda bir hikâye anlatıcısı olduğum duygusu içinde oldum. En ağır, en trajik durumlarda bile insanların dirimselliği bende hayran olunacak bir duygu yaratıyor. Ayrıca, doğayla baş başa olma alışkanlığına sahibim. İçinde yaşadığımız evrene karşı da bir bakış açım var ki Sufistlerinkine benziyor. Bir Sufist ya da Sufizm uzmanı olduğumu söylemiyorum ama evren karşısında tıpkı İbn Arabi'ninki gibi Sufist bir bakış açısına sahibim. Bugün trajedilerle, acılarla, ıstıraplarla dolu olsa da bu evrenin bir parçasıyız.
Motivasyonunuzu hayatın içinden aldığınız söylediniz. 2005 Kasımında mülteci kamplarındaki çocuklara resim workshopları düzenlemek için yaptığınız Ramallah ziyaretinizin bu çağrıyı yapmanızda etkisi oldu mu?
Evet, elbette oldu. Orada gördüklerimden çok etkilendim. Zaten ben gördüğüm, dinlediğim, hissettiğim son derece fiziksel olan ve insani şeyler üzerine konuşuyorum.
Kültürel boykot çağrısı nasıl bir ihtiyaçtan doğdu. Böyle bir mücadele taktiği size neden cazip geldi?
Çok açık konuşalım. Bazı Filistinli ve İsrailli aydınlarla sanatçıların birlikte hazırladığı ve benim de desteklediğim bu boykot, İsrail devletine ait olan kurumlara karşı bir karşı bir boykot. Tek tek bireylere, İsraillilere karşı değil. Neden böyle bir çağrıda bulunuldu? Çünkü İsrail devleti bütün diğer çağrılarının hiçbirini, mesela Birleşmiş Milletler çözümleri ya da İsrail'in işgalini mahkûm eden La Haye'deki Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin yargılamaları gibi, tanımadı. Bu arada, bu sorunla ilgili bir şeyler yapmaya çalışanlar olsa da Avrupalı politikacıların önemli bölümü (Amerikalı politikacılardan hiç bahsetmiyorum) bu sorun karşısında çok sessizler. Dolayısıyla bu şartlar altında Filistin'e karşı yürütülen terör sürekli daha da artıyor, durum gittikçe kötüleşiyor. Böyle bir durumda aydınlara, sanatçılara ve akademisyenlere tepki verme çağrısı yapıyoruz. Ama onların bu boykotu, nedenini açıklayarak yapmalarını istiyoruz. Ortada uluslararası anlamda hüküm giymiş ve hâlâ süren bir durum var. Şunun altını da özelikle çizmek isterim ki, bu, bir anlamda global bir çağrı değil. Yani demek istediğim şu ki, bu çağrıya katılan her birey bunu nasıl uygulayacağını kendi seçmek zorunda.
Mektubunuzda da belirtmeye çalıştığınız gibi sorunun çözümü adına olumluluk teşkil edecek durumlarda boykot uygulanmayabilir yani.
Evet. Mesela İsrailli ve Filistinli sanatçılardan oluşan, Daniel Barenboim yönetimindeki 'Doğu-Batı Divanı Orkestrası'nı ele alalım. Burada İsrailliler ve Filistinliler arasında bir işbirliği ve son derece pozitif bir durum söz konusu. Böyle bir durumda tabii ki boykot uygulanmayacaktır. Dolayısıyla bu, sanatçılara ve aydınlara bu yolla tepki duygularını ifade etmek için bir çağrıdır. Ve böylesine adaletsiz, böylesine küçük düşürücü, böylesine iğrenç bir politika karşısında hiçbir şey yapmamak utançtır.
Bu çağrınız İsrail-Filistin sorununa çözüm arayan aydınların kimilerinden olumsuz tepki gördü mü?
Bazı insanlar var ki boykot çağrısını olumlu ancak fazla naif buluyorlar. Bir anlamda evet, naif. Ama naif şeylerin kesinlikle kötü şeyler olduğunu zannetmiyorum. Bu çağrı, tam anlamıyla çok temel ve çok derin ve dünyanın bu bölgesi için anahtar niteliğindeki bir soruna dokunuyor. Ve bunun tarihsel olarak kesinlikle çok önemli olduğuna inanıyorum. Çünkü eğer İsrail-Filistin sorununda bir çözüm olmazsa, dünyanın bu parçası sürekli catışma altında kalacak. Zaten bütün akıllı gözlemciler de bunun farkında.
İslam'ın küresel politik aktörler tarafından ihtiyaçları doğrultusunda yeni bir düşman haline getirildiği, medeniyetler arasında önyargıların iyiden iyiye arttığı 11 Eylül sonrası dünyada bu sorunun çözümünün dünya barışı için de önemli olduğunu söyleyebilir misiniz?
Evet, öyle olduğunu düşünüyorum. 11 Eylül'den sonra ABD İsrail politikalarını daha da fazla destekledi. 11 Eylül'ün bu sorunu çözmek için bir fırsat olarak değerlendirilmesi gerekiyordu. Ama, dünya çapında bir süper güç olan ABD bunu görmek yerine İsrail devletinin tüm taşkınlıklarını daha da destekledi.
Son olarak sizin uzmanlık alanlarınızdan olan görsellik ve sanatla ilgili birer soru sormak istiyoruz. Siz, görsellikle ilgili yazılarınızda 'her görüntünün arkasında bir ideoloji olduğunu' her zaman vurguladınız. Günümüzde TV ve internet vasıtasıyla önümüze gelen Ortadoğu'daki vahşi savaş görüntülerinin arkasında yatan ideoloji sizce nedir?
Sanırım burada bir ayrım yapmak gerekiyor. İnsanların haberdar olmadığı bir şeylerin kanıtı niteliğinde olan, örneğin Ebu Garib'deki işkence fotoğrafları gibi fotoğraflar var. Ancak genel olarak şiddet görüntülerinden bahsedecek olursak... Bu görüntüler televizyonlarda çok az sözle birlikte sunuluyor. Bu durumda görüntüler tırnak içinde 'şok edici', 'sansasyonel' görüntüler haline geliyor. Bu durumda ortadaki acının ve şiddetin normalleştirilmesi tehlikesi doğuyor. Dediğim gibi, bu sadece görüntülerle değil, aynı zamanda sesin kullanımıyla gerçekleştiriliyor.
Sanat tarihinde büyük trajediler hep etkileyici sanat eserlerini doğurdu. Hatta bazı trajediler, bazı yapıtlar (Örneğin Picasso'nın Guernica'sı) vasıtasıyla öğrenildi. Sizce bugün Filistin'deki trajediyi tüm dünyaya aktaran yeteri kadar etkileyici sanat eseri var mı?
Sanat tarihinde trajedileri anlatan eserler genelde o trajedilerin üzerinden belli bir süre geçtikten sonra ortaya çıkmıştır. Guernica ise tam anlamıyla bir istisnadır. Bir kere epey güçlü filmler var. Mükemmel hikayeler var. Benim için çok büyük bir şair olan Filistinli şair Mahmud Derviş var. Bu çatışmayı anlatan olağanüstü şiirler yazmıştır. Bunlar benim için Goya'nın gravürleri ya da Picasso'nun Guernica'sı kadar güçlüdür. 34 günlük Lübnan savaşı boyunca gün be gün şiir yazdı. Hatta ben de Arap arkadaşlarımla bunların bazılarının İngilizce'ye çevrilmesine yardımcı oldum. Dolayısıyla eğer bu tradejiyi anlatan bir sanat eserinden bahsedilecekse Derviş'in şiirlerinden bahsetmek gerekiyor.
Sayın Berger söyleşileri sevmediğiniz halde teklifimizi kabul ettiğiniz için içten teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim, çok mutlu oldum. Biliyorsunuz benim nezdimde Türkiye'nin çok özel bir yeri bulunuyor.
--------------------------------------------------------------------------------
Bir modern çağ bilgesi
Susan Sontag'ın "Lawrence'tan beri sezgi ve duygu dünyasına bilincin de gerekliliklerine cevap vererek bu kadar dikkat eden bir yazar çıkmamıştır" diye tanımladığı John Berger, bir sanat eleştirmeni, şair, ressam, politik filozof, roman, öykü ve senaryo yazarı olarak dünyanın yaşayan en önemli entelektüellerin biri olarak tanınıyor. Berger, 1926'da orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak Londra'da doğdu. Babasının ısrarıyla Oxford'daki St. Elmonds'ta yatılı okuyan Berger, 18 yaşındayken subay olmayı reddedince Kuzey İrlanda'ya askerliğini er olarak yapmak üzere 'gönderildi'. İlk yazı deneyimi de, kışladaki arkadaşlarının ailelerine gönderilmek üzere kaleme aldığı asker mektuplarıydı. Askerlikten sonra Chelsea Güzel Sanatlar Okulu'na gitti, resim dersi vermeye ve bazı dergilere sanat eleştirileri yazmaya başladı. Eleştirilerindeki açıklık ve her zaman pratiğe yaslanan bir havayla, Londra sanat çevrelerine meydan okudu ve bu çevrenin önde gelenlerinde öfke yarattı. 1958'de yayımlanan 'Zamanımızın Bir Ressamı' adlı kitabı o dönemin bazı entelektüelleri tarafından eleştirildi ve yayımlanmasından bir ay sonra toplatıldı. Baskılara rağmen, Berger bunun ardından 'Clive'ın Ayağı' ve 'Mantarcının Özgürlüğü' başlıklı İngiliz şehir hayatının yabancılaşmışlık ve melankolisini yansıtan romanlarını yayımladı. 1962'de İngiliz hayat tarzına duyduğu tiksintiyi neden olarak göstererek, Fransız Alplerindeki bir köye yerleşti. 1972'de BBC için hazırladığı 'Görme Biçimleri' adlı belgesel yayımlandı; belgeselin metni de aynı yıl aynı adla basıldı. Kitap Berger'in en çok okunan, sanat eleştirisine yepyeni boyutlar kazandırmış kitabı oldu. Yine 1972'de yayımlanan romanı 'G' ona Booker ödülü getirdi. Berger, ödül törenindeki konuşmasında, Batı Hint Adaları'ndaki ticari faaliyetleri nedeniyle Booker McConnell'ı kınadı ve ödül olarak verilen paranın yarısını Kara Panterlere bağışladı kalan yarısını Avrupa'daki Türk işçileri konu alan 'Yedinci Adam'ın çalışmaları için ayırdı. Yıllar içinde farklı alanlarda eserler üreten Berger'ın kitaplarının birçoğu Türkçede de yayımlandı. Yazarın Türkiye ve Türk entelijansiyasıyla da arasında çok özel bir ilişki bulunuyor. Türkiye'ye birkaç kez gelen, Murat Belge'den Latife Tekin'e birçok Türkiyeli entelektüelle dostluğu bulunan Berger'in Nâzım Hikmet'ten Ömer Uluç'a birçok yazar ve sanatçımız üzerine yazıları bulunuyor.