Akşamları eve geldiğimizde ya da gün boyu evde iş yaparken bir yandan bize yoldaş (!) olan televizyon neyi anlatıyor? Ya da dünyada bizlere televizyon izleme rekorları kırdıran dizilerin birbirinden farkı ne? Yani neye bakıyoruz?Kurtlar Vadisi, Bir İstanbul Masalı, Çemberimde Gül Oya… İçinde canlanan karakterlere taraf olduğumuz, kesik elektriklere sinirlenerek başka semtlerdeki akrabalara gittiğimiz televizyon programlarının her birinde, birbirinden farklı hikayeler, bize başka dünyaların kapılarını açıyormuş gibi gözükse de aslında anlatılan hep aynı; iyi ve kötü arasından yaratılan geçici çatışmalar iyilerin lehine sonuçlanır. Bu arada baktığımız, takipçisi olduğumuz olaylar dizisi, bizi günlük sorunlardan uzaklaştırır ve dizideki, televizyondaki kahramanın hayatında taraf olan bir konuma geliveririz. Ödenemeyen kirayı, parasızlıktan tedavi olamadığımız sağlık sorunlarını, Irak’ta katledilen şoförleri, kadınları, çocukları unutarak suyun bu yanında Tülin’le Caner’i konuşan ve suyun öte yanını unutan bireyler oluruz. Hiçbir televizyon dizisinde yoksullukla boğuşan insanların bir araya gelerek kazanımlar elde ettiği görülmemiştir. Çünkü; televizyon endüstrisi birkaç kişinin elinde olup, onların bakış açısının, onların durduğu tarafın kürsüsü olarak vardır.“Şu anda bizi yetmiş milyon izliyor” cümlesi sık sık geçer. Evet, yetmiş milyon izlediğinden herkesin anlayabileceği ve kabul etmekte zorlanmayacağı bir dili vardır hepsinin ve bu dil kullanılırken tüm izleyenleri taraf etme amacı da taşımaktadır. Tarafsız olmak bir yandan yüceltilirken bir yandan da Tülin’le Caner, kayınvalide Semra ile Sinem, Bayhan’la Abidin arasında taraf olduğumuzu fark ederiz. Aslında taraf olmazken (olmamaya çağırılırken) yapay ve sonuçsuz taraflık ilişkisi içinde buluruz kendimizi. Tülin’le Caner evlense ya da Abidin birinci olduğunda bizim hayatımızda değişen nedir?“Filistin’li kaynaklar Cenin mülteci kampına yaptığı baskında 25 kadın ve çocuğun öldüğünü…” İDDİA ederken, İsrail’li kaynaklar “üç ölü olduğu” BİLGİSİNİ verirler. Yani, Filistililer’inki iddia, İsrailliler’inki bilgidir.Herhangi bir basın açıklamasında demokratik haklarını kullananlara polis saldırıp, gözaltına alırken, medya “polis göstericilere müdahale etti” tanımını kullanır.Haberi sunan spikerin yüz ifadesinde izlenecek habere dair nasıl bir tepki verilmesi gerektiği zaten bellidir. Avrupa Birliği’ne dair olumlu haberlerde gülümseyen spiker, Avrupa Birliği’ne karşı olanlara ilişkin bir haber sunarken olumsuz bir ifade ile bakmaktadır. Çünkü; Avrupa Birliği’ne girmenin hayatımızda nasıl değişiklikler yapacağına dair bir bilgiye sahip değilken, medya sahip olmamız gereken kanıyı göstermiştir bizlere.Beş yıldızlı Ceylan Otel’de yoksulluğa dair konuşan Recep’e itiraz eden Mehtap Yurtluk’a “sicili kirli” diyen Recep’i gösterirken, Recep’in kirli sicilini ortaya çıkarmak hiç aklına gelmez. Çünkü medya, sahibi olan sınıfın sesi olmuştur, ne yoksulların, ne işçilerin, ne de ezilenlerin sesi değildir.Olaylar çarpıtılır, olmayan olmuş gösterilir: Körfez Savaşı’nda Basra Körfezi’nde sanayi ve petrol atıkları nedeniyle ölmüş olduğu iddia edilen hayvanların görüntüsünün aslında İskandinav ülkelerinden birinde yaşanan bir felaketin sonucu olduğu yayını yapan CNN tarafından yıllar sonra itiraf edilmiştir.Körfez depreminin faturası müteahhit Veli Küçük’e kesilir, asıl suçlunun çarpık ve sağlıksız yapılaşmaya izin veren sistem olduğu yok sayılarak.Memoli gibi saç tarar, Seğmen Ağa gibi bakar, Çakır gibi racon keseriz…Ve biz görürüz ki; ister A ister B kanalı olsun hepsinde dil aynıdır.Ve daha pek çok kirli sicile sahip televizyonu oturup izlemeye devam ederiz. Evet izleyelim ama neye baktığımızı bilerek ve biraz da şüpheyle…