Su insanlığın en önemli yaşamsal gereksinimi ve temel bir insan hakkıdır, yaşamın temeli olan su dünya üzerinde yaşayan tüm varlıklara aittir. Suyun özelleştirilmesi, suyun parayla alınıp satılan bir meta haline dönüştürülmesi, neo-liberal politikaların insanlığın canına kast eden niteliğinin açık açık örneğidir.
Su alanına ilişkin üretilecek politikalar bugünün insanlığı ve gelecek nesiller açısından nasıl bir dünyada yaşayacağız sorusuyla yakından ilişkilidir.
2000 yılı verilerine göre 26 ülkede 350 milyon kişi susuzluk çekmektedir ve 1.2 milyar insan yeterli su kaynağına sahip değildir. Her yıl çoğunluğunu çocukların oluşturduğu 5 milyon kişi su yetersizliğinden ya da kirli sulardan kaptığı hastalıklar sonucu yaşamını yitirmektedir. Yapılan araştırmalar 2025 yılında dünya üzerinde 3 milyar insanın susuzluk sorunu yaşayacağını ortaya koymaktadır.
Enerji kaynakları üzerinde egemenlik sorununun emperyalist savaşlarla; zorla yerinden etmelerle, katliamlarla çözülmeye çalıştığı günümüz dünyası “su savaşlarının” haberciliğini yapmaktadır.
Dörtte üçü su ile kaplı dünyamızda tatlı su oranı yalnız %2.5-3 kadardır. Yararlanabilinecek tatlı suların %77’sinin buzullarda olduğu düşünülürse, dünya su kaynaklarının %1’inin insanlığın kullanım alanı içinde olduğu görülebilir. Bugün dünyada tüm tatlı su kaynaklarında kirlenme hızla ilerlemekte, suyun maliyeti artmakta, kişi başına düşen su miktarı azalmaktadır. Yeryüzünde son derece az olan tatlı su kaynakları ülkeler arasında dengesiz dağılmaktadır. Tüm bunlar neoliberalizmin suyu hak olmaktan çıkarıp en değerli metalardan biri haline getirmesinin yolunu açmaktadır.
Dünya Su Forumu’nun beşincisinin Türkiye’de 2009 yılında yapılacak olması göz önüne alındığında su hakkı tartışmasını bugün yapmanın ne kadar önemli olduğu daha anlaşılır olacaktır.
Suyu bir kamu malı olmaktan çıkarılarak bir piyasa malına dönüştürme vizyonu ile hareket eden Dünya Su Konseyi’nin düzenlediği forum yaklaşan tehlikenin adıdır. Dördüncü Forum’un yapıldığı Meksika, özelleştirilmiş su hizmetleri deneyiminin tüm yıkıcı sonuçları ile yüzleşmiştir. Meksika’da kar peşindeki çok uluslu şirketlerin su tüketim tarifelerinde yaptıkları düzenlemeler sonucunda faturalarını ödeyemeyen yoksulların yaşam alanlarında sular kesilmiş, sözleşmelerde vaat edilen yatırımlar yapılmamış, temiz sudan yoksun insan sayısı çarpıcı bir biçimde artmıştır. Tam da bu yüzden su forumu sırasında Meksika halkı “sudan yararlanmak bir insan hakkıdır” diyerek forumu protesto etmiştir. Türkiye’de yapılacak su forumu 2009’a kadar ülkemizde su alanında ciddi gelişmelerin yaşanacağının somut belirtilerinden biridir.
Neoliberal politikalar kamusal alanı tasfiye ederek kamusal hizmetler alanını piyasalaştırmaya, insanlık için yaşamsal önemdeki tüm alanları, hizmetleri ve kaynakları sermayenin karlılık alanları olarak yeniden düzenlemeye çalışmaktadır. Tüm canlıların en temel gereksinimi olan ve tam da bu yüzden kamusal bir hak olan su artık piyasalaştırmanın tehditi altındadır. Bu durum dünyanın pek çok coğrafyasında bir tehdit olmaktan çıkmış ve yıkıcı sonuçlara yol açan projelerle hayata geçirilmiştir.
Suyun metalaştırılması, su hizmetlerinin piyasalaştırılması sermayenin hedeflerinden birisidir.
Dünya nüfusunun sadece %5’i suyu ulusötesi şirketlerden alırken dahi bu şirketlerin yıllık gelirleri dünya petrol ticaretinin yıllık gelirinin yarısına ulaşmış durumdadır. Sadece bu potansiyel dahi suya ulaşma hakkının nasıl bir tehdit altında olduğunu göstermek için yeterlidir.
DB, DTÖ; OECD, Dünya Su Konseyi, Küresel Su ortaklığı, Bölgesel Kalkınma Bankaları ve BM başta olmak üzere pek çok uluslararası sermaye örgütü suyu ticarileştirme çabasını yoğunlaştırmış durumdadır.
Suyun ticari bir meta olarak tanımlanması 90’lı yıllarla birlikte çok uluslu şirketlerin faaliyetleri ile sağlanmıştır. Bu tartışmaların ilk yazılı metni 1992 yılında düzenlenen Uluslar arası Su ve Çevre Konferansı’ndaki Dublin beyanında belirtilmiştir.
Burada su ekonomik bir mal olarak ele alınmış, su dağıtımının ademi merkeziyetçi bir biçimde yönetilmesi gerekliliği, su fiyatlandırılmasına ekonomik bir araç olarak önem verilmesi ve “su yönetimine ortakların geniş katılımının sağlanması” anlayışı genel kabul görmüştür. Elbette geniş katılım sağlayacak “ortaklar” halk örgütlülükleri değil sermaye örgütleri ve çok uluslu şirketler olmuştur.
1996 yılında “suyu bütüncül olarak ele almak için” çok uluslu şirketler ve uluslar arası örgütler bir araya gelerek Dünya Su Konseyi ve Küresel Su Ortaklığını oluşturmuşlardır. Bu kuruluşlar bünyesinde DB, Bölgesel Gelişme Bankaları ve çok uluslu şirketler üst düzeyde temsil edilmektedir. Küresel sermayenin anayasası olarak nitelendirilen GATS anlaşmasının ana gündem maddelerinden birini de “su iletim sistemleri, enerji ve atık su işleme” oluşturmaktadır. GATS’da su bir kamu hizmeti olarak kabul edilmemekte; alınıp satılır ve piyasada rekabete dahil bir meta olarak tanımlanmaktadır. Kamunun içmesuyu hizmeti, paketlenmiş su şirketleri açısından haksız rekabet yaratmakla suçlanmakta ve GATS suyun çıkarılması, işlenmesi, iletim hizmetlerinin serbest piyasa koşullarında gerçekleştirilmesini öngörmektedir.
Sermayenin uluslararası su politikası;
Suyun metalaştırılması, su hizmetleri sürecinin ilk elden halkın suya erişim hakkını engelleyeceği, suyu yüksek bedellerle ulaşılan bir meta haline getireceği, toplumsal kaynakların şirketlere aktarılmasına neden olacağı; köylülüğün geçim olanaklarını tahrip edeceği; susuz kalmanın ise sağlıklı insanca bir yaşam sürdürebilme koşullarını ortadan kaldıracağı açıktır. Bugün biliniyor ki temiz suya ulaşımın sınırlı olduğu; ya da suya ulaşım maliyetlerin yükseldiği bölgelerde su taşıma işi ile görevlendirildiklerinden kadınların eğitim oranı düşmektedir. Su maliyetlerinin yükselmesi yüzünden yoksullar suya sınırlı gelirleri içinde ancak yemek ya da eğitim gibi başka diğer temel ihtiyaçlarından kısarak erişebilmektedirler. Bu durumda çoğunlukla kirli su kaynaklarına yönelmek zorunda kalan insanları, toplum sağlığını tehdit eden salgın hastalıklar ve ölümler beklemektedir.
Ülkemizde bu alana ilişkin gelişmelerde öncelikli olarak su ve kanalizasyon yönetimi ve finansmanına ilişkin değişiklikler gündeme gelmiştir. Köy Hizmetlerinin kapatılması; belediyeler yasası ile her tür belediyecilik hizmetinin serbest piyasa koşullarına göre yapılanmasının planlanması; belediyelere hizmet veren İller Bankası’nın belediyecilik hizmetlerinin bitirilme aşamasına gelmesi; daha önce DSİ’de de kullanılan yöntemle (2003 yılı verilerine göre DSİ’nin reel yatırımlarının yarıdan fazlası dış kaynaklarla gerçekleştirilmiştir) öncelikle öz kaynaklarla bu hizmeti sürdüren İller Bankası’nın DB projeleri ile dış kaynaklara bağımlı hale getirilmesi; Belediyelerin arkasındaki kamu finansmanını ortadan kaldıracak İller Bankası A.Ş Kanun taslağının hazırlanması, içme suyu ve kanalizasyon yatırımları finansmanlarının yerelleştirilmesi yoluyla belediyelerin başvurduğu proje finansmanı çerçevesinde hizmetlerin özel sektöre aktarılması politikasının hız kazanması, su hizmetlerinde yaşanan taşeronlaştırma politikası bu yöndeki somut gelişmelerdir.
Özellikle yerelleştirme politikaları neoliberal politikaların bu alanda uygulama zemini oluşturmuş, özelleştirme, alternatif finansman adı altında dış borçlanma ve proje finansmanı çerçevesinde de kamu hizmetlerinin sübvansiyonlu olmaktan çıkarılarak piyasa koşullarında ücretlendirilmesi adımları atılmaya başlanmıştır. Ülkede kamu alanında gündeme gelen neoliberal içerikli reform projeleri suyun da içinde olduğu kamu hizmetleri sunumunun ticarileştirilmesi, yerel ve merkezi yönetimlerin özel sektörle işbirliği yaparak hizmet yönetiminden çekilmesi, bunun mali, hukuksal yönetsel altyapısının hazırlanmasını amaçlamaktadır.Bunun su alanına yansımasında ise kamu yönetimine su sektörüne yatırım yapacak şirketlerin karlarını garanti altına alma ve karşılaşmaları olası riskleri en aza indirme görevi verilmektedir. Yine kentsel hizmet sunumu ve dağıtımı da çeşitli yöntemlerle piyasalaştırılarak hizmet alanlarının sermayenin tekeline girmesinin önü açılmaya çalışılmaktadır. Açıktır ki karşı mücadele yöntemleri hemen belirlenmediği ve harekete geçilmediği sürece su hakkımızı savunmak için çok geç olacaktır.
Son dönemde su kaynaklarının azaldığına ve su sıkıntısının kapıda olduğuna dair yapılan uyarılar yanlış su politikalarının; rant amaçlı, kamu kaynaklarını talan eden anlayışla yapılan yatırımların; sermayenin insan yaşamını; su kaynaklarının da içinde yer aldığı doğal çevreyi tahrip etme pahasına sürdürdüğü kar odaklı faaliyetlerin yarattığı kirliliğin sonuçlarını çok yakında gündelik yaşamımızda açık bir şekilde göreceğimizi göstemektedir. Susuzluk ise su hizmetlerinin piyasalaştırılması için zemin hazırlamaya yardım edecektir.
Sonuç:
Su kaynakları dünyanın en önemli değerlerinden biridir. Bu değer dünya üzerindeki tüm canlılara aittir.
Eylem önerisi:
2009 Dünya Su Forumu karşıtı ortak çaba için şimdiden ortak protesto hazırlıklarına başlanması.
Dipnotlar:
1 2006 yılında İller Bankası ile DB arasında 213 milyon Euroluk Belediye Hizmetleri Projesi kapsamında anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşmaya göre İller Bankası “müşterileri” olan belediyelere DB kredisini dağıtma işlevi almıştır. Yine İller Bankası’na yönelik hazırlanan yasa taslağına göre İller Bankası artık İlbank A.Ş olarak sadece yerel yönetimlere kredi kullandıran bir aracı kuruma indirgenmektedir.Böylece İller Bankası’nın teknik hizmet sunma ve sübvansiyonlu kamu kredisi sunma işlevi sona erdirilmektedir.
2 Dış finansmana dayalı modelin uygulamaya konulması ile dünyanın en büyük su şirketleri Antalya belediye su işletmeciliği imtiyazına 10 yıllık süre ile el koymuştur. İzmit’te Yuvacık Barajı’nın işletme imtiyazı 16 yıllığına küresel bir şirkete devredilmiş, en son İzmit halkının susuz kalması dışında kamu kaynakları bu proje ile haksız şekilde şirkete akıtılmıştır. Adana’da, Bursa’da; Çeşme’de, Diyarbakır’da, Erzurum, Konya, Fethiye,Siirt, Sivas ve Van da özellikle su kanalizasyon, arıtma, atık su projeleri çok uluslu şirketlerin oluşturduğu konsorsiyumlarla yürütülmektedir. Birçok belediye Dünya Bankası’nın, özel bankaların, çeşitli ülkelerin yatırım bankalarının fonlarını kullanarak atık su arıtma, içme suyu arıtma, su dağıtım sistemlerinin yenilenmesi, baraj inşaatı gibi projeleri çokuluslu tekeller aracılığı ile sürdürmektedir.
KAYNAKLAR:
Jeoloji Mühendisleri Odası Haber Bülteni; Su Dosyası (Sayı 2006/3 Temmuz/Ağustos/Eylül -2006)
Neden Su?- (JMO Yönetim Kurulu)
Dünya Su Konseyi, Su Forumları ve İstanbul 2009 (Serhat Salihoğlu)
Türkiye’de Su Mevzuatının Geçirdiği Evreler ve Günümüzde Durum (Özdemir Özbay)
Türkiye’nin Su Kaynakları ve Su Politikaları (Behiç Çongar)
Küresel Su Politikaları ve Havza Yönetimi (Ayşegül Kibaroğlu)
Meta Fetişizminde Yeni Açılımlar:Su (Selim Yılmaz)
Diplomasinin Odağında Su (Sencer İmer )
Yeraltı Sularının Satışı (Ahmet Apaydın)
DSİ Sorgulanmalıdır (Tahir Öngür)
Neoliberal Su Politikaları Doğrultusunda İller Bankası, DSİ ve Belediyelerin Değişen Rolü (Tayfun Çınar)