Sosyal Hizmet Atölyesi için çağrı

Per, 07/06/2007 - 01:00
  • Arttır
  • Eksilt
  • Normal

Engelliler, yaşlılar ve çocuklar-gençler, diğer toplum kesimlerine göre çok daha fazla sosyal, ekonomik ve kültürel dezavantajlar taşıyan ve ‘özel ihtiyaç grupları’ ya da ‘risk grupları’ kapsamında değerlendirdiğimiz kesimleri ifade etmektedir. Bu kesimlerin, belli ‘risk’ler taşıması ya da ‘özel ihtiyaçlara’ sahip olması, doğal olarak, bu kesimlere ‘has’ sosyal politikaların yürürlükte olmasını ya da yürürlükte olmayan politikaların tartışma ve eleştiri ortamını gerekli kılar. Engelli, yaşlı ve çocukların-gençlerin ‘özel ihtiyaçlarının’, sosyal politikalar ve yasalar şeklinde gündeme gelmediği ve halihazırda bulunan anayasa hükümlerinin uygulanmadığı takdirde, bu kesimlerde, ciddi bir ‘yoksunluk’ ve ‘yoksulluk’ hali belirmektedir.

 

Engelliler

Engelliler için yeterli sosyal ve fiziki koşullar bulunmamakta, engellilerin bireysel gelişimi adına somut herhangi bir çalışma yapılmamakta; engelliler, hayatın her alanında ve her anında hissedilebilen bir ayrımcılık ve dışlanma ile karşı karşıya kalmaktadırlar.

 

AKP iktidarı tarafından 2005 yılında yürürlüğe sokulan 5378 sayılı Kanun, “engelli haklarına dönük büyük bir ilerleme” olarak lanse edilmesine rağmen, yalnızca, halihazırda bulunan bazı düzenlemeleri yeniden ele almış, kimi ek hükümler getirmiş; ancak engellilerin hak mahrumiyetlerini giderecek ve toplum içinde bulundukları dezavantajlı konumlarını daha olumlu bir çizgiye çekecek bir yaklaşımdan uzak kalmıştır.

 

Birleşmiş Milletler (BM), engellilerin haklarını düzenleyen ve ülke hükümetleri düzeyinde bağlayıcılığı bulunan uluslar arası bir sözleşmeyi henüz birkaç ay önce düzenlemiş ve ülke parlamentolarının onayına sunmuştur. Türkiye de, bu sözleşmeye imzasını koymuştur.

 

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Özürlüler İdaresi ve TURKSTAT’ın  2002 yılında yaptığı araştırma sonuçlarına göre ülkemizde, 8.4 milyon engelli bulunmaktadır, ki bu sayı, ülke nüfusunun %12.29’una denk gelmektedir.

 

Araştırmadan elde edilen verilerde; ortopedik, görme ve işitme engelli bireylerde, doğuştan engelli olma oranları ile sonradan engelli olma oranları arasında 3 kata kadar çıkan bir fark vardır. “Sonradan engelli olma” oranlarının büyüklüğü ve bu durumunun yaygınlığı, Türkiye’de, özellikle çalışma ve yaşam koşullarının olumsuz bir noktada olduğu sonucunu ortaya çıkarmaktadır.

 

Yaş gruplarına göre engellilik incelendiğinde; yaş ilerledikçe, herhangi bir engelliliğe sahip olma oranının arttığı gözlenmektedir. Bu, ülkemizde, engellilere, yaşlılara ve özellikle “engelli yaşlılara” yönelik önleyici ve rehabilite edici  hizmetlerin bulunmayışını ortaya koymaktadır. Veriler, özellikle, engelli yaşlılara yönelik hizmetlerin bir an önce işlerlik ve yaygınlık kazanması gerektiği sonucunu ortaya çıkarmaktadır.

 

Ülkemizde okuma-yazma bilmeyen engelli nüfus oranı %36.33 iken, okuma-yazma bilen engelli nüfusa oranı %63.67’dir. Buradan, okuma-yazma bilmeyen engelli oranının oldukça yüksek bir sayıya tekabül ettiği gözlemlenmektedir. Toplum yaşamında birçok sorunla karşılaşan engellilerin, bunların yanında, bir de okuma-yazma bilmiyor olmaları, sorunlarını kat be kat artıran bir durumdur. Engellilerin eğitim-öğretim süreçlerine daha fazla katılımının sağlanması gerekmektedir. Engellilerin eğitim-öğretim süreçlerinde yeteri oranda bulunmayışları, maruz kalınan ‘ayrımcılık’ biçimindeki muamelelerden de kaynaklanmaktadır. Ülkemizde ayrımcılığın, devlet (sosyal politikalar) ve toplum çapında yaygın bir eğilim olduğu bilinmekte; ayrımcılığa maruz kalan ve buna karşıt olarak ‘pozitif ayrımcılıkla’ da tanışamayan engelli bireylerin önemli bir kısmının, eğitim-öğretim hayatlarını sürdüremedikleri gözlemlenmektedir.

 

Yaşlılar

2000 Nüfus Sayımı verilerine göre; ülkemizde, 65 ve üzeri yaşta bulunan insan sayısı 3.9 milyondur ve bu sayı, genel nüfusun %5.7’sine denk gelmektedir. Ülkemizdeki yaşlı nüfusun %45.3’ü erkek, %54.7’si kadındır.

 

Son olarak gündeme gelen SHÇEK Yasa Tasarısı, diğer alanlarda olduğu gibi, yaşlılık alanını da piyasaya açmaktadır. Tasarı, korunmaya muhtaç yaşlılara nitelikli biçimde hizmet sunumuna ilişkin ciddi eksiklik ve yanlışlıkları barındırmaktadır. Tasarı, özel kuruluşların huzurevi ve bakımevi açmasını teşvik etmekte, bu da, yaşlılık hizmetlerinin yüksek meblağlar karşılığında alınabilen bir hizmet türü olmasına kapı aralamaktadır. Benzer biçimde, tasarı, yaşlılık hizmetlerinin yerel yönetimlere devrini öngörerek, bu hizmetlerde piyasalaşma ve rantın önünü açmaktadır.

 

2007 yılı Haziran ayı itibariyle SHÇEK’ten edinilmiş verilere göre, ülkemizde bulunan huzurevi sayısı ve huzurevlerinin bağlı bulundukları kuruluşlar aşağıdaki gibidir.

 

SHÇEK’e bağlı huzurevi sayısı:                                69 (Kapasite: 7560)

Dernek ve Vakıflara bağlı huzurevi sayısı:               33 (Kapasite: 2313)

Özel huzurevi sayısı:                                                  103 (Kapasite: 7651)

Belediyelere bağlı huzurevi sayısı:                             19 (Kapasite: 1990)

Diğer bakanlıklara bağlı huzurevi sayısı:                 6 (Kapasite: 2442)

Azınlıklara bağlı huzurevi sayısı:                               7 (Kapasite: 991)

            Toplam                                                                       237  huzurevi bulunmaktadır.

 

Dikkat çeken bir nokta, mevcut huzurevi ve bakımevlerinin önemli bir kısmının, özel girişimlerce (kişi, dernek, vakıf vs.) açılmış olması.

 

Yaşlı Dayanışma Merkezleri (YDM), ülkemiz çapında yeterince yaygınlaşamamıştır. 2’si Ankara’da, 1’i Çanakkale’de, 1’i İzmir’de, 1’i de Eskişehir’de olmak üzere, toplam 5 YDM vardır.

 

Çocuklar-Gençler

Çocuk ve gençlik refahına dönük olarak ülkemizde,

  • Evlat Edindirme
  • Koruyucu Aile
  • Çocuk Yuvaları
  • Sevgi Evleri/Çocuk Evleri
  • Yetiştirme Yurtları
  • Kreş ve Gündüz Bakımevleri
  • Çocuk ve Gençlik Merkezleri

hizmet modelleri bulunmaktadır.

 

SHÇEK verilerine göre, ülkemizde her yıl, ortalama 500 çocuğun evlat edinme işlemi gerçekleşmektedir. Yılda ortalama 100 çocuk, koruyucu aile yanına yerleştirilmektedir.

 

SHÇEK’e bağlı 86 Çocuk Yuvası’nda, 9100 civarında çocuk bakım altındadır.

 

Türkiye çapında halen, 17 Çocuk Evi ve 8 Sevgi Evi hizmet vermektedir.

 

Yetiştirme Yurtları Daire Başkanlığı’na bağlı, halen 109 (39 kız, 62 erkek, 4 karma) Yetiştirme Yurdunda 3420 kız, 7089 erkek olmak üzere, 10509 çocuk ve genç koruma ve bakım altındadır.

 

Sokakta yaşayan ve/veya çalışan çocuklar ve gençlere hizmet vermek amacıyla da, Çocuk ve Gençlik Merkezleri açılmıştır. Çocuk ve Gençlik Merkezleri, yatılı veya gündüzlü biçimlerde hizmet vermektedir. SHÇEK verilerine göre, Aralık 2004 itibariyle, 1997 yılından itibaren ulaşılan sokakta yaşayan ve/veya çalışan çocuk ve genç sayısı 6853 iken, bu çocuk ve gençlere hizmet veren Çocuk ve Gençlik Merkezi sayısı 44’tür.

 

 “Çocukları Koruma Kanunu”, ülkemizde çocuk alanına yönelik yapılmış son yasal düzenlemedir. Bu kanunla, ülkemizde, sadece çocuk alanına özgü bir yasal düzenleme yapılması hedeflenmiştir.

 

Türkiye’nin en önemli toplumsal yaralarından biri, ‘çalışan çocuklar sorunu’dur.  DİE verileri, ülkemizde 3.850.000 çalışan çocuk olduğunu belirtmektedir. Bunlardan 2.970.000’i (%77), aynı zamanda eğitim-öğretim sektörü içinde de aktiftir; yani ‘okumaktadır’. Bu veri, ülkemizde, aile boyutunda yaşanan yoksulluğun, çocuğa nasıl yansıdığını ve yoksulluğun nasıl bir ‘yoksunluk’ doğurduğunu belgelemektedir.

 

Çocuklar, aslında ülkemizin en kitlesel ve en dinamik gücü. Türkiye’de 27 milyon çocuk var; fakat, (doğası gereği) eğitim sitemi dışında hiçbir hizmet alanında çocuklar doğrudan özne değil. Bu durumun en basit şekilde anlamak için, siyasi parti ve hükümet programlarına bakmak yeterli.

 

Bazı siyasi partiler, parti programlarında ‘çocuk’tan hiç söz etmemekte, diğer pek çok parti, sadece 1 kez, o da eğitim alanında ve genel-geçer ifadelerle söz etmektedir. 20 sayfalık hükümet programında, ‘çocuk’tan sadece 2 kez söz ediliyor ve içerik de çok zayıf. Halbuki, ülke olarak bir ‘çocuk politikamızın’ olması gerekir.

 

Geniş halk kitlelerini refaha ve en iyi toplumsal yönetim tarzına kavuşturmayı vadeden siyasi partilerin programlarında ‘çocuğa ‘ yer olmaması, hükümetlerin de bu çizgiyi korumaları, aslında, ülkemizin sosyal politika düzeyinde çocukları ve gençleri ‘dert edinmemesi’ ile de paralellik taşıyor.

 

SONUÇ

Bu atölye çalışmamızda, dilimize pelesenk ettiğimiz o ‘halk’ın, belki de en hassas, en incinir, en çok korunmaya ve pozitif ayrımcılığa gereksinim duyan kesimlerini, ENGELLİLERİ, YAŞLILARI ve ÇOCUKLARI mercek altına alıyoruz.

 

Halkın Hakları Forumu, Halkevleri’nin, Sosyal Hizmetlerle, Sosyal Hizmet camiasıyla, Sosyal Hizmetlerin ‘özel ihtiyaç grupları’ olan engelli, yaşlı ve çocuklarla, belki de ilk kez bu denli samimi bir biçimde ve tam da ‘sosyal hizmet diliyle’ ‘kucaklaşmasına’ vesile olacak.

 

Halkın Hakları Forumu, toplumun dezavantajlı kesimleri olan engelli, yaşlı ve çocuklara, kendi sorunlarını ortaya dökmek ve bunlara çözüm önerileri bulmak konusunda önemli bir olanak sunuyor ve bir mikrofon uzatıyor.

 

‘Dezavantajlılar’, mesleki ve akademik çevrelerle kafa kafaya vererek;

 

  • halihazırda bulunan haklarını nasıl korur;
  • aslında sahibi olduğu haklarının “aktif bir kullanıcısı” nasıl olur;
  • “sosyal hizmete erişim hakkı”nı talep etmenin yolları nelerdir;
  • yapılan ve yapılması planlanan yasal ve idari değişikliklerle oluşacak yapı nedir;
  • gelecekte toplumun dezavantajlı kesimlerini bekleyen sorunlar nelerdir;
  • şimdinin ve geleceğin sorunlarına çözüm önerileri neler olabilir;

 

ve

 

  • sosyal hizmetler neden bir HAK olarak talep edilmelidir?...

 

gibi sorulara yanıt arayacaklar.

 

 

Hepimize kolay gelsin…

 

 

HALKEVLERİ

HALKIN HAKLARI FORUMU

SOSYAL HİZMET ATÖLYESİ ÇALIŞMA GRUBU