Bizler, Suyun Ticarileşmesine Hayır Platformunun bileşenleri olarak İstanbul’da 5. si toplanan Dünya Su Forumu’nun ve reddettiğimiz bu forumun Türkiye’de ve dünyadaki tüm işbirlikçilerinin suyun üzerinde oynamaya çalıştığı oyunlara karşı bir aradayız. Mücadelemiz suyu kapitalizm kıskacından kurtarmak içindir.
Bu amaçla bir araya gelen Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu bileşenleri devrimci örgütler, demokratik kitle örgütleri olarak; Sendikalar (DİSK, KESK, Çiftçi Sendıkaları Konfederasyonu), Meslek Odaları (TMMOB ne bağlı odalar , TTB, ), Dernekler ( Öğr. Üyeleri, Çağdaş Hukuçular, ...), Çevre ve Kültür Platformları ve Kurulları (Munzur Koruma Kurulu, Derelerin kardeşliği platformu,.......), Dergi ve Gazeteler (Homur, Kaldıraç, İşçi gazetesi, İvme ), Siyasi partiler, yerel idareler (Dikili Belediyesi ...) bir yıldır birlikte mücadele ediyoruz.
Mart 2009 a kadar gelinen sürede Türkiyenin her yerinde ve Yurt dışında Suyu ticari bir mal (meta) olarak görmeyen ve suyu doğanın tüm canlıların vazgeçilmez yasam kaynağı olarak gören tüm aktivistlerle, halklarla buluştuk. Söyleştik, bilgilerimizi ve deneyimlerimizi paylaştık. Paylaşımlarımızı son iki gündür çalıştaylarda ortaklaştırdık Gelinen yerden sizi, bizim gibi düşünen herkesi aramıza alarak yolumuza devam etmekteyiz.
Emperyalist-kapitalist sistemin kurumları tarafından yapılan “Dünya Su Forumu” ise halktan emekten adaletten yana halk örgütlenmelerine yasaklanan İstanbul’un üst geçitlerini ve ana arterleri foruma çağrı yapan “medeniyetleri buluşturacağını” ileri süren pankartlarla donattı. Kongreye ev sahipliği yapabilmek için Sütlüce’de Kongre merkezinin yapımı sırasında tarihi surlar tahrip edildi. Forumun bu hazırlık çalışmaları yaklaşık 17.5 milyon Euro devlet bütçe ile, bizim paralarımızla yapıldı. Kendi krizlerinin bedelini bize ödeterek, bizden aldıklarını sermayeye aktararak.
Toplumu yanıltan bu çağrıların gerisinde ise, halkların ve canlı yaşamın temel gereksinimi suyun, bir piyasa malı haline getirilmesi yatıyor.
Hedeflerine ulaşmak için bir taraftan kamuoyunu “suyu olmayanlara suyu götüreceklerini bunu suyun insan hakkı olduğu gerekçesi ile yapacaklarını söyleyenler, bir taraftan da su havzalarını ve su hizmetlerini şirketlere devretme girişimlerine devam etmekteler. Bu arada suyuna yaşamlarına sahip çıkanlara da Sütlüce’de 16 Martta yaptıkları gibi saldırmaktan geri kalmamaktadır.
Suyun bir “insan hakkı” olduğu savunulduğunda başta Dünya Su Konseyi ve Dünya Bankası olmak üzere suyun metalaşmasında çıkarı bulunan tüm kapitalist sınıfın da aynı tanımlamayı yaptığı bilinmektedir. Onların tezine göre “özel mülk edinmek” insan hakları evrensel bildirgesinde de tanımlandığı şekilde “temel bir insan hakkı”dır ve bu nedenle su kaynaklarının üzerinde tasarrufta bulunmak isteyen şirketlerin insan hakkı engellenmemelidir.
Suyun “kamusal bir mal” olduğu savunulduğunda ise temel referansın devlet mülkiyeti olduğu görülmektedir. Kamu kavramı, ya sadece çıkarları ortaklaşmış toplumlarda ya da mutlaka zıddı olan “özel” kavramı ile birlikte söz konusu olabileceği halde, bu tezi savunanlar taleplerini dile getirirken kapitalist sistemin kendisine dönük hiçbir eleştiride bulunmamaktadır. Diğer yandan, suyu metalaştırma yönünde adımlar atan ulusal ve uluslar arası kuruluşlar da tezlerini “kamusal” gerekçelere dayandırmakta ve kamu-özel işbirliği ve hatta son dönemde kamu-kamu işbirliği benzeri stratejiler üretmektedir. Su ile bağlantılı olarak kamu-kamu işbirliği ile kast edilen, DSİ, İSKİ gibi devlet su kurumlarının birer piyasa aktörüne, yani, şirkete dönüştürüldüğü ve suyun dünya pazarlarında bu devlet kurumları eliyle pazarlandığı pratiklerdir. Böylece, su kaynaklarının mülkiyeti “kamuda” yani devlet uhdesinde kalmakta, bu sayede toplumsal tepkiler en alt düzeye çekilmekte, ama kaynaktaki sular devlet eliyle piyasalaştırılmaktadır.
Suyun metalaştırılması sürecine nasıl gelindiğine bakmak bugün Türkiye üzerinde oynanmak istenen oyunları ve 5. dünya Su Forumunun ardında Türkiye’yi nelerin beklediğini de göstereceği için önemlidir.
Her ne kadar 1970’li yılların başlarında kurumsal yapılar oluşturulmaya başladıysa da, suyun kapitalizmin kıskacında can çekişmesinin temelleri ilk kez 1992 de atıldı.. Rio De Jenerio da BM Çevre ve Kalkınma Konferansında “Sürdürülebilir Kalkınma” Stratejileri Çevre Koruma Stratejileri olarak kabul edildi, aynı yıl Dublin’de yapılan BM Su ve Çevre Konferansında ise su ekonomik mal olarak tanımlandı. Kalkınmanın, yani sermaye birikiminin gereklerinin doğa ve toplum koruma stratejileri ile dengede ve eşdeğer kılınabileceği iddiası, atıkların doğal sulara kontrolsüz (arıtmadan) deşarjı, üretimde kullanılan suyun plansız doğal sulardan çekilmesi, sulak alanların kirletilmesi ve kullanılabilir su miktarlarında azalmayla sonuçlandı.
Suyu, kapitalizmin kıskacına teslim eden adımlar, “ticari mal” tanımı ve “Su tükeniyor”, “Tüm dünyada suya erişim azalıyor” gibi bildik senaryolarla hızlandırıldı. Bazı bilim insanları; suyla ilgili çalışanların verilerinden, suyu kullananlar; nüfusun artışı, üretimin artış hızı, suyun kullanım hızındaki artış ve suyun giderek kirlenmesindeki artış yaklaşımlarından yola çıkarak dünyadaki temiz suya erişim senaryoları üretti. Bu senaryoların sonuçlarında görüldü ki en iyimser 2050’de dünya temiz suya erişimini tamamlayacak. Senaryoyu bugünkü sonucuna taşıyan asıl etkinin kalkınma adı altında suyu daha çok kullanan ve daha çok kirleten üretimlerin olması göz ardı edildi yada bu etki önemsizleştirildi. Çok sevgili dostumuz, geçen ay yitirdiğimiz değerli arkadaşım Prof. Dr. Türkel Minibaş 2007 de ”Globalizmde suyun ekonomi politiği” başlıklı tebliğinde bu senaryoların ardındaki gerçeği; “Neo-klasik iktisadın vazgeçilmez örneğinin ardında yeryüzü kaynaklarının “kıt“ olduğu dolayısıyla ederinin belirlenmesi gereken “ticari bir mal“ olduğunun kabul ettirilmesi vardır.” diyerek görünür kıldı. Sevgili Türkel hocamız, bunda, elmas gibi kıymetli taş, maden, enerji kaynaklarının bulunduğu ülke halklarına kendi kaynaklarına sahip çıkmak ile yaşam için zorunlu ihtiyaçların karşılanması; yani hayatta kalma kavgası arasında tercih yapmak zorunda bırakıldığının da iknası olduğunu anlattı.
GATS sözleşmesinde Su;
• Erişilebilir su kaynaklarının kimin yönetim ve denetiminde olacağına
• Kullanılabilir suyun hangi kanallarla tüketiciye ulaştırılacağına dair üretim, pazarlama ve dağıtım yetkisinin kimde olacağına
• İçme suyunun üretim ve dağıtımının kimin tarafından ve nasıl yapılacağına dair anlaşmalarla piyasa ekonomisine bırakılmıştır.
1996’da Dünya Su Konseyi de kuruldu, 1997’de ilk formu düzenledi; ardından 2000’de Lahey’de, 3 yıl arayla 2003 de Kyoto’da, 2006 da Meksika’da, ve 5.si 2009’da Türkiye’de.
Lahey’de (2000de) açıklanan Dünya Su Formu hedeflerine göre;
• Sulu tarım sınırlandırılmalı,
• Uluslararası havzalarda işbirliği sağlanmalı,
• Suyu yöneten kurumlar reforma tabi tutulmalı
1992 de Dublin’de başlayan Dünya Su Forumları ile sürdürülen süreçte strateji suyun ticarileştirilmesidir. Aktörler ise Dünya Su konseyinin organizasyonunda su şirketleri ve yerel idarelerdir. Yerel ölçekte hedef ise doğal su kaynaklarının kullanım hakkının şirketlere devri, doğa ve canlı yaşam göz ardı edilerek suyun sermayenin emrine verilmesidir.
Görülmektedir ki, son yüzyıla kadar petrole erişerek (Körfez Savaşı, Irak savaşı) Dünya’da gücü elde tutmaya çalışanların yeni hedefi “Su” dur. Su üzerinde oynanan oyunların sonucunda “ülkeler arası” savaşların yerini “suya erişenler ile suya erişemeyenler arasında” yaşanacak sınıf savaşlarının alacağı beklenen gerçeklerdendir.
Mart 2009’da İstanbul’da yapılacak 5. Dünya Su Forumu, Dünya Su Konseyinin 5. forum organizasyonudur. Son birkaç yıldır ülkemizde, kamu kurumlarının desteği ile su hizmetleri imtiyaz hakkı sözleşmeleri, su kullanım hakkı sözleşmeleri gibi uygulamalar ile suyun ticarileştirildiği sürece girilmiştir. Ancak Mart 2009 5. Dünya Su Forumu için hedeflerine ulaşmada ilk ve son tarih değildir.
Mart 2009 öncesinde yaşanan ticarileştirilme yolundaki uygulamalar bu tarihin Türkiye için başlangıç olmadığını kanıtlamaktadır:
“Son birkaç yıldır;
• Tunceli Ili;nin 85 km uzunluğundaki Munzur Vadisi ile çevresi; sekiz adet baraj ve hidroelektrik santral projesi nedeniyle yok olmakla karşı karşıya kalmıştır. Munzur Vadisi ile çevresinin ekolojik dengesini bozan bu girişim Vadi ile çevresindeki insanları göçe zorlayarak yaşam kültürünün temellerini yok etmektedir.
• Artvin ilinde Çoruh Vadisi boyunca, vadi üzerinde yer alan onlarca köy ile Yusufeli İlçesi, projelendirilen 35 adet baraj ve hidroelektrik santrali nedeniyle sular altında kalacak tarihi, kültürel ve doğal güzellikleriyle yok olacaktır.
• Hasankeyf de, Aliaoni de yapılacak barajlarla tarihi kültürel değerlerimiz sular altında kalma ve yok olma tehdidini yaşamaktadır.
• İzmir Bergama da, Kaz dağlarında, Ordu Fatsa da, Artvin de özel şirketler maden arama girişimleri ile doğayı tahrip etmektedirler.
• Doğu Karadenizde; Rize Fındıklı’da, Çayeli, Hemşin, Çamlıhemşin, İkizdere, Askaroz, Trabzon’da; İkizdere Çağlayan Deresi, Uzungöl de, Artvin’de Papart’ta, Balcı’da, Maçahel’de, Barhal’da dereler; üzerlerine yapılan, sayıları yüzlerce olan, ancak ürettikleri enerji (yapılan tüm HES enerji üretimi toplamı) Türkiye Enerji açığının %o9’unu ancak üretebilecek Hidroelektrik santrallerle yada barajlarla doğa katliamı yaşamaktadır.
• Rize de, Trabzon’da Artvin’de yapılmakta olan HES’ler nedeniyle Ormanlar ve doğa tahrip edilmektedir. Çay, Kivi yetiştiren ve organik arıcılık ile gelir elde edilen yörede gelir kaynakları zarar görmektedir, üretim giderek azalmaktadır.
• “Derelerin Kardeşliği Platformu” olarak yöre halkının verdiği mücadele sonunda Çağlayan Deresi (Rize-Fındıklı) I. Derece sit alanı ilan edilmiş ve üzerinde yapılacak HES Projeleri için yürütmeyi durdurma kararı alınmıştır. Yine Artvin Papart Derelerinde, İkizdere ve Hemşin derelerinde yapılacak HES’lerle ilgili yürütmeyi durdurma kararı alınmış, şimdilik bu katliam durdurulmuştur.” (Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Toplantıları Doğu Karadeniz Bildirgesi, 2009)
• Melen ve Kızılırmak Havzalarından sular İstanbul ve Ankara’da yaşayanların su ihtiyacını! karşılamak için kendi ekosistemlerinde yaratacakları etki hiçe sayılarak ve planlanmayan harcamalar yapılarak km lerce borulanarak taşınmıştır. Amaç havzalar arası suyun taşınabilir olduğuna halkı kanıksatmaktır.
• Dünyanın ve Türkiye’nin ender lagünlerinden biri olan Küçükçekmece Lagünü master plan değişiklikleri ve yönetim kararları ile iki kez havza koruma stratejisinden çıkarılmıştır. (1985 de havza korumadan çıkarıldı- 1997 de korumaya alındı, lagünü besleyen dereler ve göl, arıtılmadan verilen evsel ve endüstriyel atıksu deşarjlarının etkisinde iken 2007 de suyu içme suyu kalitesinde olmadığı gerekçesi ile yeniden havza korumadan çıkarıldı)
2009 Martına hazırlık süreci oldukça sistematik sürdürülmektedir.
• Yasa değişiklikleri ile yerel yönetimlere “....hizmetleri yapar veya yaptırır” ibaresi ile ticarileştirme yetkisi verilmiştir. (5393 sayılı Belediye Kanunu 14.md)
• 1/100.000 lik nazım planlar yaptırılarak havza arazi kullanım kararları değiştirilmiştir ( İstanbul nazım planı gibi)
• Ulusal eylem planlarında su kullanımı ile ilişkin kararlar alınmaktadır. (çeltiğin çok su harcaması gerekçesi ile ekilmemesi önerisi [2009 tarım eylem planı taslağı], yeraltı sularının kullanılması kararları gibi)
• Halkın suyun ticarileştirilmesi sürecine farkındalığının arttırılması sağlanmaktadır (Melen ve Kızılırmak sularının kendi havzasının dışına taşınması, barajlarda suların azalması haberlerinin gündelik hayata sokulması, DSİ nin Foruma hazırlık toplantıları vb. gibi)
5. Dünya Su Formunun ardından yapılması planlananlar ise ticarileştirilmede kamu elini de göstermektedir:
• Su hizmetlerinin ticarileştirilmesi; Antalya’da İzmit’te olduğu gibi. Suyun şirket eliyle herhangi bir kaynaktan alınarak kullanıcıya taşınması. Evlere takılan kontörlü sayaçlara peşin para ödeyerek su hizmetinden yararlanılacaktır. (bazı illerde Ankara ve İstanbul’un bazı yerlerinde uygulama başlatıldı. Ancak Danıştay Ankara’da açılan davada yürütmeyi durdurma kararı verdi) Bunun sonucunda parası olmayanlar sağlıksız koşullarda suya erişmeye çalışacaklar, giderek sağlık problemleri artacaktır.
• Doğal suların ticarileştirilmesi (su sisteminin havzalarıyla birlikte kullanım hakkının şirketlere devri); Derelerin, Göllerin, Yer altı sularının, Denizlerin ve havzalardaki Tarihi, Kültürel ve Doğal dokunun; “Dünya Su Ailesi” olarak kendini tanımlayanlar, Suez, RWE, Viole gibi Su şirketler ve onların Türk ortakları tarafından işletilmesi
• İki yeni bakanlığın kurulması; Yerel Yönetimler Bakanlığı ve Su bakanlığı. Böylece bütçesi ve kendi yönetim sistemine sahip iki bakanlıkla suyun ticarileştirilmesinde şirketlerin koordinasyonu ya da kamu-şirket ortaklığı iki bakanlığın kontrolünde olacaktır.
• Su mutabakatı ile yerel yönetimler arası işbirliğinin sağlanması; 5. Dünya Su Forumunda “İstanbul Kentsel Su Mutabakatı”ı imzalayacak olan yerel yöneticiler forumun hedeflerini hayata geçirilmesinde şirket-kamu ortaklığını yönetimler arası sağlayabilecektir.
Biliyoruz ki; Halkların birlikte örgütlü mücadelesi, oynanan ve planlanan oyunları bozacaktır. Su kaynaklarımıza; derelerimize, göllerimize göz koyan emperyalist tekellere, su şirketlerine ve onların AKP gibi işbirlikçilerine vereceğimiz yanıt nettir :
• Suları şirketlere devredenlere, suya ulaşamayanlara suyu götüreceğiz yalanlarını söyleyenlere inanmıyoruz
• Suyun metalaşması halinde su çıkarımı ve iletimi çok daha artacak, su kıtlığı azalmayacağı gibi tüm canlı yaşamı tehdit eden boyutlara ulaşacaktır
• En temel yaşam kaynağımız ve sağlığımızın temeli olan suyu parayla satın almaya başladığımızda, yani kontörlü su sayaçları evlerimize, tarlalarımıza takılmaya başladığında
• Emekçilerin Gana’da, Ekvator’da olduğu gibi ücretlerinin yarısı ile su faturalarını ödemek zorunda kalarak daha da fakirleşeceğini, yoksulluğun daha da artacağını biliyoruz.
• Nijer’de olduğu gibi, suya ödeyecek parası olmayanların sağlıksız ve yasal olmayan yollarla suya erişmeye çalışacağını ve salgın hastalıklarına bağlı ölümlerin ülkemizde ve dünyamızda giderek artacağını biliyoruz
• Ürününü sulayacak suya erişemeyen çiftçinin tarlasını satacağını, terk edeceğini, kentlere göç ederek işsizler ordusuna katılacağını, tarımın daha da kapitalistleşeceğini bu nedenle de biyoçeşitliliğimizi (tohumlarımızı) kaybedeceğimizi biliyoruz.
• Karadeniz Derelerinde yapılmaya çalışıldığı gibi, Melen ve Kızılırmak’ta da suyun başka bölgelere taşınması gibi, “Türkiye’de enerji açığına çözüm üretiyoruz, suyun azaldığı yerlere su götürüyoruz” bahaneleri ile akışına müdahale edilen derelerin artık akamayacağını ve ondan yararlanan canlılara yaşam kaynağı olamayacağını, onu besleyen toprağın kıraçlaşacağını, tuzlanacağını ve giderek çölleşeceğini biliyoruz.
Yaşamın en önemli kaynağı suyun üzerinde oynanan Kapitalist oyunlara karşı bizler;
• Türkiye’nin enerji gereksinimine çözüm üretiyoruz bahaneleri ile Munzur da, Çağlayan Deresinde, Uzungöl’ de, İkizdere, Çamlıhemşin, Papart’ta doğayı tahrip edecek ve doğal kaynakları özelleştirecek girişimlere geçit vermeyeceğiz.
• Ordu Fatsa’da, Artvin de olduğu gibi, çevreye verdiği olumsuz etkileri irdelenmeden veya göz ardı edilerek Maden arama ruhsatı alan şirketlerin, Ormanları, tarım alanlarını tahrip etmesine izin vermeyeceğiz.
• Hasankeyf, Allianoi’de olduğu gibi tarihi ve kültürel mirasımızı yok edecek olan girişimlerin uygulanmasına ( Baraj yapımına) engel olacağız. Bütün su havzalarının koruma altına alınması ve mevcut havza işgallerine son verilmesi için sonuna kadar çalışacağız.
• Yaşamlarını geçimlik tarım yaparak sürdüren küçük çiftçilerin, sulama kanallarına takılan kontör bedelleri altında bir kez daha ezilmesine seyirci kalmayacağız. Akarsuları, gölleri, göletleri şirketlere teslim ederek, sadece parası olan çiftçilerin suya erişimine neden olacak olan su özelleştirmelerine göz yummayacağız.
• Emekçi sınıfların ücretlerinde yeni bir indirim anlamına gelen, çalışan ve işsiz yoksulların sayısını hızla arttıracak olan, ve dolayısıyla emeği daha da güvencesiz ve örgütsüz bırakacak olan suyun metalaşması girişimlerine izin vermeyeceğiz.
• Görevi halkın sağlıklı suya erişimini sağlamak olan yerel idarelerin görevlerini şirketlere devretmelerine ve suyun ticaretleştirilmesi sonucunda halkın sömürülmesine ve sağlıksız koşullarda yaşamasına göz yummayacağız.
Bu girişimin içinde olan başta DSİ, İSKİ, İBB, Çevre ve Orman Bakanlığı olmak üzere 5. Dünya Su Kongresine ev sahipliği yapan AKP nin destekçisi olarak çalışmaya başlayan tüm resmi kurumların ve Dünya Su Konseyinin temsilcileri bilmelidir ki;
• Sularımız meta (mal) değildir. Kullanım hakkı şirketlere devredilemez
• Su Doğanın hakkıdır. Su, yaşamak için ona ihtiyaç duyan tüm canlı ve cansız sisteme aittir.
• Derelerimizi, Göllerimizi, sularımızı sattırmayacağız. Su kaynaklarımızı ve onları besleyen havzalarımızı kirletemeyeceksiniz, tüketemeyeceksiniz.
• Derelerimizi, Göllerimizi, Yer altı sularımızı, Denizlerimizi ve sulak alanlarımızın oluşturduğu Tarihi, Kültürel ve Doğal dokumuzu; “Dünya Su Ailesi” olarak kendini tanımlayanların, Suez, RWE, Viole gibi Su şirketlerinin ve onların Türk ortaklarının yok etmelerine göz yummayacağız.
• 5. Dünya Su Forumunda “İstanbul Kentsel Su Mutabakatı”nı imzalayacak olan yerel yöneticilerden ve kongrenin hedeflerini hayata geçirecek, Türkiye’de su kaynaklarının ve su hizmetlerinin şirketlere satılmasını sağlayacak çalışmaları yapanlardan hesap soracağız.
Bizler Suyun; doğanın hakkı olduğunu, canlı ve cansız sistemin gereksinimi olduğunu savunuyoruz. Kapitalist perspektifte üretilen çevre yönetim stratejileri sürdürülebilir kalkınma stratejilerini red ediyoruz.
Bizler, yukarıda belirttiğimiz nedenlerden ötürü artık “haklar”ı ve “kamusal” olanı değil, emeğimizden, sağlığımıza, eğitimimizden, toprağımıza, barınmamızdan, gıdamıza ve suyumuza kadar yaşama değen bütün alanlarda yalnızca kullanım değerlerinin üretimlerini savunuyoruz.
Değişim değerlerini reddetmek ve Kullanım değerlerine sahip çıkmak, ev içinde harcanan emeğe, doğaya, eko-sisteme ve tüm canlı yaşama sahip çıkmaktır. Çünkü kullanım değerlerinin üretimi yalnızca gerçek toplumsal ihtiyaçların karşılanmasını amaçlayan bir üretimdir.
Ayrıca, kullanım değerlerinin üretilmesi, başta silah ve savaş sanayi olmak üzere toplumsal ihtiyaç olarak tanımlanması mümkün olmayan pek çok üretimi dışladığı gibi, topyekûn olarak meta üretiminin kendisini de reddeder. Çünkü üretim sürecine suyun dahil olmadığı hiçbir meta yoktur. Bu yüzden, suyun kendisini kullanım değeri olarak talep etmek ve suyun sadece kullanım değerlerinin üretiminde kullanılabileceğini savunmaktan başka bir yol kalmamıştır. Yine bu nedenle bizler ürettiğimiz kullanım değerlerine sahip çıkmakla
Parasız eğitim;
Parasız sağlık;
Parasız barınma;
Parasız beslenme;
Parasız SU talebimizi ete kemiğe büründürüyoruz
Bu, kısaca, bütün üretimin yalnızca toplum yararına odaklanması demektir. Kullanım değerlerini talep etmek, gıda, enerji, barınma gibi temel toplumsal ihtiyaçların üretimini ya da teknolojiyi reddetmek değildir. Kullanım değerinin talep edilmesi, bu temel ihtiyaçların piyasada alınıp satılmasını ve üretimlerinin de piyasayı hedefleyerek yapılıyor olmasını reddetmektir
Toprağımızın, ekmeğimizin, emeğimizin ve SUYUMUZUN kullanım değerine sahip çıkıyoruz.
Dünya Su Konseyinin ve Emperyalist- Kapitalist işbirlikçilerinin Türkiye’de suların ticarileştirilmesi için planladıkları oyunlara ve 5. Dünya Su Formunun hedeflerine karşı halkın birlikte mücadele edeceğini bir kez daha duyuruyoruz.
SUYUN TİCARİLEŞTİRİLMESİNE HAYIR PLATFORMU