Vakit tamam seni terk ediyorum, bütün alışkanlıklardan öteye ve yorumsuz bir hayatı seçiyorum doymadım inan kanmadım sevgiye
çok uzakta öyle bir yer var
o yerlerde mutluluklar
bölüşülmeye hazır
bir hayat var
Dün Ahmet Kaya’nın ölümünün 9. yılıydı. Sanatçı ‘ya beni de sararsa memleket hasreti’ diye anlattığı bir mecburi sürgünde yaşamını yitirmişti. Ahmet Kaya’yı sürgüne götüren yol kendi tabiriyle ‘Kürt Realitesi’ni kabul ettirmek için çaba sarf etmesiyle başladı. Bu çabası onu memleketinden uzakta ve hasret içinde ölüme götürürken bugün Kürt realitesi egemenlerin siyasetine yön veren yegane gündemlerden birisi haline geldi.
Kaya’nın çizgisi yaşamı boyunca çok tartışılsa da şarkıları ve albümleri Türkiye müziğinde bir köşe taşı olarak yerini aldı. Türkiye özgün müziğinin kurucu bir unsuru olarak tanımlandı. Şarkıları bugün hala milyonlar tarafından sevgiyle dinleniyor. Kaya’yı anmak, bir yanıyla Türkiye siyasi tarihinden izleri de yansıtan hayatını ve müzikal geçmişini hatırlamak nostaljiden fazlasını yapak anlamına geliyor.
İlk konser 1 Mayıs’ta
Ahmet Kaya 28 Ekim 1957’de Malatya’da dünyaya geldi. Beş çocuklu bir ailenin beşinci çocuğuydu. Babası, Adıyaman’dan Malatya’ya göç edip kumaş fabrikasında işçi olarak çalışıyordu.
Müziğe olan ilgisini keşfeden babası, Ahmet henüz altı yaşındayken nerdeyse boyu kadar bir bağlamayı doğum günü hediyesi olarak eve getirdi. Ahmet Kaya, ilk konserlerini 1 Mayıs İşçi Bayramı vesilesiyle babasının çalıştığı fabrikadaki bir etkinlikte verdi. İlk bestesini de o yıllarda yanında muavinlik yaptığı dolmuş şoförü Başar isimli bir gence yaptı. Başar, polis tarafından tutuklanıp götürülünce bu durumdan etkilenen Ahmet Kaya, “Bir Volkswagen alacağım, adını Başar koyacağım” diye başlayan bir beste yaptı.
Aile ekonomik sebeplerden dolayı İstanbul’a göç edince Ahmet Kaya da burada okulu bırakıp aile bütçesine katkı sağlamak için çalışmaya başladı. Kaya, işportacılık dahil pek çok işte kısa süreli çalıştı, çalıştığı yıllarda bile bağlamasını elinden bırakmadı. Ülke siyasetinin kamplaştığı yıllarda, çevresindeki arkadaşlarıyla birilikte Halk Bilimleri Derneği’ne gidip gelmeye ve oradaki kültürel çalışmalara katılmaya başladı. O yıllarda devrimci gecelerde dönemin âşıkları ve sanatçılarıyla birlikte sahne aldı.
Van Depremi sonrası kamyonlarla eşyalar toplayıp depremzedelerin yanına giden devrimci gençlerin içinde yer alan Ahmet Kaya, bir gecekondu mahallesi inşasındaki dayanışmada da vardır. 1977’de Eğitim Enstitüsü’nün keman bölümünü dışarıdan bitirdi ardından askere gitti. Askerliği bittikten kısa bir süre sonra 12 Eylül darbesi gerçekleşti. Darbe döneminde tutuklanmayan sanatçının tüm arkadaşları hapsedildi. Kaya’nın 1982’de o dönem evli olduğu Emine’den ilk kızı Çiğdem dünyaya geldi.
Ahmet Kaya o yıllarda albüm yapmayı kafasına koymuştu. Evi geçindirememesi sebebiyle eşi, kızı Çiğdem’i de yanına alarak onu terk etti fakat Kaya’nın albüm ısrarı sürdü. 1984’e gelindiğinde Selda Bağcan’ın abisi Sezer Bağcan’ın sahip olduğu Değişim Stüdyosu’nda ilk albümünü yaptı. Sözlerimi kızı Çiğdem için yazdığı “Ağlama Bebeğim” şarkısı bu albümde yer aldı ve albüme de adını verdi. Ancak Albüm “Ağlama Bebeğim” şarkısında geçen “Çok uzakta öyle bir yer var, o yerlerde mutluluklar” sözleri sebebiyle yasaklandı kendisi de hapse düştü. Kısa bir süre sonra albümdeki yasak kalktı ve Ahmet Kaya serbest kaldı.
Duvarlar konuşmuyor anne
1985 yılı askeri darbenin yarattığı karanlık havanın sanatın ışığıyla yarıldığı günlerdi. Tiyatro sahnesinde cuntayı eleştiren oyunlar ardı ardına yer alırken muhalefetin sesi farklı müzik grupları ve sanatçılarla konser salonlarında yankılanıyordu. Böylesi bir dönemde Ahmet Kaya, albümüyle yüz binlerce siyasi tutsağın ve onların ailelerinin acılarına tercüman oldu. 1986’da çıkan ve albüme adını veren ve bir Nevzat Çelik şiiri olan ‘Şafak Türküsü’ ile Yusuf Hayaloğlu’nun ‘Hani Benim Gençliğim’ şiirini besteleyerek okuduğu 1987 tarihli Yorgun Demokrat albümü Kaya’nın disgografisinde özel yeri olan albümlerdir. Kaya’nın seslendirdiği bu şarkılar o dönem hapishanelerde yakını olan binlerce insanın acılarının, tüm toplumun vicdanına ve bilincine ulaşmasını sağladı. Bu albüm Kaya’nın da Türkiye özgün müziğinde silinemez bir yere oturmasına sebep oldu.
Kaya bu dönemde albüm yapımı sırasında tanıştığı Gülten Hayaloğlu ile evlendi. Ardından çıkardığı tüm albümler satış rekorları kırdı. Albümler yasaklanıp toplatılsa bile el altından gizli gizli dağıtılarak dinlendi. Yasaklar albümlerin yaygınlaşmasını ve Kaya’nın ezgilerinin benimsenmesini engelleyemedi. Kaya ilk büyük konserini 1990 yılında Gülhane Parkı’nda verdi. 150 bin kişinin katıldığı konserde yaşanan olaylarda birçok kişi yaralandı, Ahmet Kaya ise konserde kendisine verilen sarı-kırmızı-yeşil renkli fular sebebiyle yargılandı.
Şarkılarım dağlara
1990’lara gelindiğinde Ahmet Kaya halen yasaklıydı. Hiçbir görsel ve işitsel medyada şarkılarına yer verilmedi. Fakat şarkıları ve Kaya’nın verdiği konserler sansürün üstesinden geldi. 1993’te kirli savaşın en yoğun olduğu dönemde Kürt dilinin ve kültürünün kabul edilip buna saygı gösterilmesi gerektiğini söyleyenler vatan hani ilan edilirken Ahmet Kaya da bundan nasibini aldı. Kaya kendisine uzatılan her mikrofonda bu sorunu dile getirmekteydi. 1994’te çıkarttığı “Şarkılarım Dağlara” albümü 2 milyon 800 bin satarak kırılması güç bir rekora imza attı.
1995’te Cumartesi Anneleri için “Beni Bul” isimli şarkıyı yazdı.
Kaya’nın hemen hemen her albümü hafızalara kazındı. Yusuf Hayaloğlu, Atilla İlhan gibi şairlerle çalışan Kaya’nın, Başım Belada, Yorgun Demokrat, Biz Üç Kişiydik, Mahur, Doğum Günü gibi unutulamayan onlarca şarkısı klasikler arasında yerini aldı.
Linç girişimi halen hafızalarda
1998 yılında Magazin Gazetecileri Derneği’nin halk oylaması ile belirlediği yılın sanatçısı ödülünü kazandı. 10 Şubat 1999 gecesi Türkiye’nin ünlü sanatçılarının ve simalarının bulunduğu bir salonda yapılan ödül töreninde sahneye çıktı. Kaya “Giderim” adlı şarkısını seslendirmeden önce bir konuşma yaptı, konuşmasında “Ben bu ödül için İnsan Hakları Derneği’ne, Cumartesi Anneleri’ne, tüm basın emekçileri ve tüm Türkiye halkına teşekkür ediyorum. Bir de bir açıklamam var. Şu anda hazırladığım ve önümüzdeki günlerde yayımlayacağım albümde bir Kürtçe şarkı söyleyeceğim ve bu şarkıya bir klip çekeceğim. Aramızda bu klibi yayımlayacak yürekli televizyoncular olduğunu biliyorum, Yayımlamazlarsa Türkiye halkıyla nasıl hesaplaşacaklarını bilmiyorum” dedi.
Bugün ‘güneşi görenler’ o gün başka türlü davranmıştı
Bu konuşmanın ardından aralarında Serdar Ortaç, dönemin Prestij Müzik ailesi olarak anılan sanatçı grubunun da bulunduğu bir grup Kaya’yı adeta linç etmeye çalıştı (Çatal bıçakların uçuştuğu salonda Kaya’yı protesto etmek için 10. Yıl Marşı’nı söyleyenlerin arasında bugün ‘güneşi görüp’ aydınlanan Mahsun Kırmızıgül’ün de bulunduğunu eklemek yerinde bir hatırlatma olur.) Ahmet Kaya güvenlik kordonuyla salondan çıkartıldı. Gecenin hemen ardından medya Ahmet Kaya’ya karşı bir karalama kampanyası başlattı. 1993 yılında Almanya’da verilen bir konserin görüntüleri nedeniyle yargılandı. Görüntüleri ortaya çıkartan Hürriyet gazetesi idi ve aynı gazete 1994 yılında Ahmet Kaya’yı yılın sanatçısı seçmişti.
Ahmet Kaya “vatan hainliği” suçlamasıyla 13 yıl ile yargılandı. Yargılama sırasında kendisine yurtdışına çıkış yasağı getirildi. Kaya, mahkemeye başvurarak yurtdışına çıkış yasağını kaldırttı. Hakkında çıkan karalamalara ve linç kampanyalarına daha fazla dayanamayarak, 4 Haziran 1999’da Kürtçe şarkısını tamamladıktan sonra Fransa’ya gitti. Burada ‘sürgün’ hayatına başladı.
Ahmet Kaya Fransa’dayken de hakkındaki linç kampanyası medya tarafından sürdürüldü. İçeriğinde “Benim hesabım Türk halkıyla ya da Türkiye Cumhuriyeti’yle değil, benim sorunum kendim gibi ağlayan Kürt halkıyladır” cümleleri yer alan haber, “PKK militanı gibi” başlığıyla sunulurken “Bir Boşnak ‘Ben Boşnağım’, bir Ermeni, ‘Ben Ermeniyim.’ diyebiliyor. Neden bizim milletimiz ‘Ben Kürdüm.’ diyemiyor? 70 yıldır Yunanistan ile savaşan Türkiye onunla barışabiliyor da neden 1500 yıldır birlikte yaşadığı Kürtlerle barışamıyor?” şeklindeki konuşmasına yer veren gazete bu haberi, “Kaya yine kin ve küfür kustu” başlığı ile verme gereği duyuyordu.
Kaya bu dönemde de müzik çalışmalarını sürdürdü. Malatya’da başlayan hayat yolculuğu 16 Kasım 2000’de Paris’te geçirdiği bir kalp kriziyle sürgünde noktalandı. Ölümün ardından yarım kalan çalışmaları bir albümde toplanıp dinleyicilere sunuldu. Hoşçakalın Gözüm albümünde yer alan Memleket Hasreti parçası Kaya’nın sürgündeki özlemlerini ve kaygılarını anlatıyordu.
Ölümünün ardından sessizce yasını tutanların söylediği her şarkısıyla Kaya ‘var olmaya’ devam ediyor.