Can Yücel’in Şiiri: Bir Direnç Kahkahası

Çar, 12/08/2009 - 08:00
  • Arttır
  • Eksilt
  • Normal

“Şiir kelimeleri bir galaksiye hediye etmektir” demişti Can Yücel. Kendisini galaksiye hediye
ettiğimiz 12 Ağustos 1999 yılından bu yana Can Yücel bize aynı alaycılığı ve kahkahasıyla
bakıyor. Şair, yazar, felsefe öğretmeni, milletvekili, konservatuar ve Köy Enstitülerinin kurucusu Hasan li Yücel’in oğlu Can Yücel, 1926’da dünyaya eldi. Ankara ve Cambridge Üniversitelerinde Latince ve Yunanca eğitimi gördü. Rüyalarına giren futbol sevdasından vazgeçmek zorunda kalan Can Yücel, sonraları şiire nasıl gol atacağının peşine düştüğünü söyler. “İlk şiirimi 10 yaşındayken, babamın metresi olan hanımın yuvasındaki bir çocuğun ölümü üzerine yazdım” diyerek anlatmaya başladığı şair ve çevirmenlik yaşamı, “Yazma” ile ilk kitabına kavuştu.
Öğrencilik yıllarında Nurullah Ataç, Cevdet Kudret’ten, Bernard Russel’dan ders alan Can
Yücel, Cambridge’teki öğrenimi yarıda bırakıp, Avni, Bedri Rahmi, Selim, fiadi Çalık, İlhan Koman’la okul arkadaşlığı yapacağı, “arada şişeye girecekleri” sanat okuluna yazılır. 1956’da “Can ile fırtınada yaşar gibi yaşayan” Güler Yücel’le evlenir. Su, Güzel ve Hasan Yücel adlarını verdiği çocuklarına yine şiirleriyle hoşgeldin der: “Bir derin uykudaydım ölümün içinden / Açtım ki gözlerimi / Bir suyun gölgesi gibi / Kendisi adeta bir suyun / Ayakucunda sen oturuyorsun / Şiir getirenlerin çok olsun çocuğum!”
Can Yücel, Che ve Mao çevrileri yaptığı için verilen 2 yıllık hapis cezasından “Bir Siyasinin Şiirleri” ile çıkar. Bu şiir kitabını “kişinin dış baskıların hışmı karşısında kendi özünü hırpalattırmamak için, hatta yitirmemek için kullandığı bir savunma mekanizması, baskının, acının üstüne gidiş" olarak nitelendirir. “Olup bitene ve olup bitenin sorumlularına karşı öfke; olması gerekene, olabileceğe ve onu getirecek olan büyük emekçi ve aydın kitlelerine sevgi” şiirindeki ve siyasetindeki iki ana unsurdur.
1973’te kendisini daha geniş kitlelerle buluşturan Sevgi Duvarı kitabının ardından diğer şiir kitapları gelir: Ölüm ve Oğlum, Şiir Alayı, Rengahenk, Gökyokuş, Güle Güle Seslerin Sessizliği, Beşibiryerde, Canfeda, Kısa Devre, Kuzgunun Yavrusu, Çok Bi Çocuk, Gece Vardiyası, Güle Güle Seslerin Sessizliği, Gezintiler, Maaile, Seke Seke, Mekanım Datça Olsun, Alavara... Lorca, Shakespeare, Brecht gibi yazarların oyunlarından çeviriler yapan Can Yücel’in çevrileri, “kabaran, yeniden canlanan”, “bir taklitten öte, koyu, güzel
bir pekmez gibi akan” çevirilerdi.
Can Yücel’in mizah, alay, yergi, lirizm, öfke, sevgi, siyasal bilinçle kardığı şiiri, adeta “düzenin camekanlarına çarpan halkın kelimeler”le örülüdür. Sunay Akın, düzene çarpıp onu parçalayan kelimelerin sahibine “şiirimizin martısı” der. “İstanbul boğazı için martı ne ise, şiirimizde de Can Yücel odur. Can Yücel şiirimizin martısıdır. O denli çığlık çığlığadır, o denli liriktir…”
İrlandalı bir şairin dediği gibi “gençkken ilhamı ihtiyar, ihtiyarken ilhamı genç olan” Can Yücel yaşama ilhamının en genç çağında veda ederken bize şu sözlerini hatırlatıyor: ''Harika odur ki, insanlar kendi adlarına değil, kainat adına yazarlar. Hayat ve ölüm de bir bütündür. Şiir bu bütünden çıkan çılgınlıktır. Çok ağır geçen hayatımızın içinde ironi, bütünselliği bozmayacak ana çaredir. Bir direnç kahkahasıdır''.

YAPRAKTI

Bir başka yolculuk dalından düşmek yere,

Yaşadığından uzun;

Bir tatlı yolculuk dalından inmek yere.

Ağacın yüksekliğince,

Dalın yüksekliğince rüzgarda;

Ve bir yeni ö'mü'r

Vardığın çimen yeşilliğince.

 

DEĞİŞİK                    

Başka türlü birşey benim istediğim,

Ne ağaca benzer ne de buluta benzer;

Burası gibi değil gideceğim memleket,

Denizi ayrı deniz, havası ayrı hava;

Nerde gördüklerim, nerde o beklediğim kız

Rengi başka, tadı başka.

 

SEVGİ DUVARI

sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa

kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi

dilimizde akşamdan kalma bir küfür

salonlar piyasalar sanat sevicileri

derdim günüm insan içine çıkarmaktı seni

yakanda bir amonyak çiçeği

yalnızlığım benim sidikli kontesim

ne kadar rezil olursak o kadar iyi

kumkapı meyhanelerine dadandık

önümüzde altınbaş altın zincir fasulye pilakisi

aramızda görevliler ekipler hızır paşalar

sabahları açıklarda bulurlardı leşimi

öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri

çöpçülerin elleriyle okşardın beni

yalnızlığım benim süpürge saçlım

ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi

baktım gökte bir kırmızı bir uçak

bol çelik bol yıldız bol insan

bir gece sevgi duvarını aştık

düştüğüm yer öyle açık seçik ki

başucumda bir sen varsın bir de evren

saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi

yalnızlığım benim çoğul türkülerim

ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi

 

İŞÇİ MARŞI

Hava döndü işçiden işçiden esiyor yel

Dumanı dağıtacak yıldız-poyraz başladı

Bahar yakın demek ki mevsim böyle kışladı

Bu fırtına yarınki sütlimanlara bedel

Hava döndü işçiden, işçiden esiyor yel

 

Tekliyor işte çağın çarkına okuyan çark

Ve durdu muydu birgün bu kör, avara kasnak

Bir zincir yitirenler bir dünya kazanacak

Sen de o dünyadansın sınıfın bil safa gel

Hava döndü işçiden, işçiden esiyor yel

Köylükler uykusunda döndü dönüyor sola

Güne bakıyor bebek büyüyen yumruğuyla

Başaklar gövderdi bak başkoydular bu yola

Şaltere uzanıyor allaha açılmış el

Hava döndü işçiden, işçiden esiyor yel