Kamoyunda Ankara Hopa Davası olarak bilinen davanın 3. Duruşması dün (19 Haziran) yapıldı. Hatırlanacağı gibi Hopa’da Metin Lokumcu’nun katledilmesinin ardından Ankara’da AKP İl Binası’na düzenledikleri yürüyüş sonrası “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla 28 kişi hakkında dava açılmıştı. Dava dosyasına dünkü duruşmada aralarında Halkevleri MYK Üyesi Dilşat Aktaş’ın da bulunduğu 9 yeni kişi daha eklendi.
3. Duruşma öncesi Ankara Adliyesi önüne gelen Halkevleri ve Öğrenci Kolektifi üyeleri bir basın açıklaması yaptı. Saat 13.30’da yapılan açıklamayı Halkevleri Genel Sekreteri Nuri Günay okudu. Günay’ın yaptığı açıklama sırasında “Protesto haktır, işkence suçtur. İşkenceciler yargılansın, ÖYM ve TMY kaldırılsın” yazılı bir pankart açıldı. Günay, açıklamasında AKP hükümetine yüklenerek Özel Yetkili Mahkemeleri özelleştirdiklerini, işlerine geldiği gibi kullandıklarını belirterek söz konusu Başbakan’ın adamları olunca kendilerinin bile ÖYM’lere güvenmediğini hatırlattı. Asıl yargılanması gerekenin işkencecilerin olması gerektiğini söyleyen Günay ÖYM’lerin kaldırılması gerektiğini vurguladı.
Nuri Günay’ın ardından söz alan Öğrenci Kolektifleri üyesi, aynı zamanda davada yargılananlardan biri olan Can Kaya, asıl yargılananın kendileri değil AKP’nin adaleti olduğunu belirterek AKP’nin kendilerinden korkmaya devam edeceğini söyledi. Kaya’nın ardından söz alan Temel Demirer ise tarihin yargılayanları değil yargılanları hatırladığının altını çizerek bugün burada söylenenleri iyi not alın bunları tarih olacak ama siz tarih sayfalarında hiçbir zaman yer alamayacaksınız dedi.
Basın açıklamasının ardından saat 15.30’da başlayan duruşmayı yargılananların aileleri ve arkadaşları da izledi. Mahkemenin hemen başında avukatlarından Ayhan Erdoğan son dönemde Özel Yetkili Mahkemelere dair tartışmalara işaret ederek "Bu mahkeme olağandışıdır" dedi. İddianamenin hukukdışı delillerle dolu olduğunu ifade eden Erdoğan "Ret edileceğini bilsek de tarihe kayıt düşmek adına görevsizlik talep ediyoruz" dedi. Savcı Hakan Yüksel ve mahkeme heyeti talebi reddetti.
Sanıklardan Erdal Kozan SDP üyesi olduğunu, partisinin haksızlıklara karşı mücadele ettiğini, Metin Lokumcu'nun ölümünün bir vicdan meselesi olduğunu parti olarak KESK'in kararına uyduklarını ve polisin saldırısına maruz kaldıklarını anlattı. Suçlamaları kabul etmeyen Kozan beraat talep etti.
Sanıklardan Tuncay Akkuş çayına, suyuna sahip çıkan Metin Lokumcu'nun ölümü üzerine eyleme katıldığını, polis saldırısına maruz kaldıklarını anlattı. Akkuş "Evimde bulunan dergi ve yayınlar yasaldır, benimdir, suç unsuru yoktur" dedi ve beraatini talep etti.
Umut Tektürk ise savunmasında toplumun biat ettirilmeye çalışıldığının altını çizdi ve şöyle konuştu: "Başbakanı alkışla, Burhan Kuzu'nun yollarına gül dök, 3 çocuk doğur, harç paran için inşaatlarda çalış, gerekirse öl". İddia makamının yumurtadan suikast, flama sopasından kitle imha aracı yarattığını söyleyen Tektürk "Başbakanı protesto etmenin bedeli ölüm ya da hüküm. 700 öğrenci yetmiyor" dedi.
ÖDP üyesi Hasan Kulaksız partinin çağrısıyla eyleme katıldığını söyledi ve "Bu ülkede deresine, suyuna, doğasına sahip çıkmak suçsa biz bu suçu işledik" dedi. Kulaksız da diğer sanıklar gibi beraatini istedi.
Sanık İbrahim Kaya da savunmasında AKP önünde kendilerinin saldırıya uğradığını söyledi.
Önder Çataltepe de TKP üyesi olduğunu ve eyleme partinin çağrısıyla katıldığını anlattı.
Samet Uslu'nun savunması ise şöyle: "Dosyada ulaşım eylemlerine katılmış olmakla da suçlandım. Dosya eksik, daha fazla eyleme de katıldım. Ulaşım, eğitim, sağlık hakkı eylemlerine de, Uludere Katliamı protestosuna da katıldım. Basından öğreniyoruz ki AKP'nin Hopa hesabı bitmiyorken, işkenceciler, Dilşat'ın kemiğini kıran, Metin öğretmeni öldürenler yargılanmıyor. Beraatimi istiyorum."
Ve söz Dilşat Aktaş'ta
31 Mayıs 2011'deki eylemde polis panzerine çıkan, polis tarafından kalça kemiği kırılan ve Başbakan'ın "Kadın mı kız mı belli değil" diyerek hedef gösterdiği Halkevleri MYK üyesi Dilşat Aktaş uzun bir savunma yaptı.
Metin Lokumcu'nun kendisinin yöneticisi olduğu Halkevleri'nin bir üyesi olduğunu hatırlatan Aktaş, Lokumcu'nun ölümünün sıradan bir ölüm olmadığının altını çizdi ve "Bu ölüme öfke duymak haktır" dedi. Aktaş "Kusura bakmasınlar biz ölümleri normalleştiremeyiz, iktidara bir çift söz aöylemek anayasal bir haktır" dedi.
Gözaltına alındıklarında otobüslerin 5 saatlik işkencehaneye döndüğünü, yol boyu tacize uğradıklarını anlatan Dilşat Aktaş, Hopa'da yaralanan polisi ve Metin Lokumcu'yu kastederek polislerin "2-1 olacak" dediklerini söyledi.
AKP'ye siyah çelenk bırakmak istediklerini ifade eden Aktaş "Benim panzer üstünde olmam sorgulanıyor da panzerin orada olması neden sorgulanmıyor" dedi.
Metin Lokumcu'nun ölümüne neden olan gazın atılmasının ardından bölgeden ayrıldıklarını, ancak Gazi Mustafa Kemal Bulvarı'nda polislerin "yakalayın onu" demesiyle üstünde dakikalarca tepindiklerini anlatan Aktaş "Durduklarında amirleri 'devam edin' dedi" diye konuştu. Kendisinin uzun süre sürüklendiğini, öldü diye sokağa bırakıldığını ve vatandaşlarca hastaneye götürüldüğünü anlattı.
Kameramanların orada olduğunu, bütün işkencenin kayıt altında olduğunu anlatan Aktaş mahkemeye "Bu kayıtları bulmak sizin görevinizdir" diye seslendi.
Aktaş 31 Mayıs eylemi sonrası yaşadıklarını şöyle anlattı: "6 ay yürüyemedim, 2 ay yattım, aylarca tekerlekli sandalyede kaldım. Sonra ayağımın 2 cm kısa olduğunu öğrendim".
Başbakan'ın kendisi hakkındaki "kadın mıdır kız mıdır" sözlerini hatırlatan Aktaş "O gün erkek egemenliğini nasıl yaşadıysam bugün de kürtaj tartışmalarıyla bedenim ve yaşamım üzerine karar hakkına saldırılıyor" dedi.
Kendisini bunları yapan, Lokumcu'yu öldüren, işkence yapan polisler hakkında en ufak bir işlem yapılmadığını vurgulayan Aktaş sözlerini şöyle sürdürdü: "Bu dava Halkevleri'ne yöneliktir. AKP toprakları talan eder, kadın ve işçi düşmanıdır, 4+4+4 ile ülkeyi karanlığa sürükler, Halkevciler bunlara karşı çıkar, meydan okur. Metin Lokumcu deresi, suyu ve yaşam alanı için hayatını nasıl ortaya koyduysa, bizler de hayatımızı ortaya koyabiliyoruz, meydan okuyoruz" dedi.
Dilşat Aktaş savunmasının devamında, Halkevleri eski Genel Başkanı Ahmet Yıldız'ın 12 Eylül mahkemelerine nasıl seslendiğini hatırlattı: Siz müdde-i umumi değil, müdde-i hususisiniz". (Müdde-i Umumi savcı anlamında bir sözcük)
Aktaş savunmasını "AKP halk düşmanıdır, Halkevleri ise halk örgütüdür" diyerek sonlandırdı.
Polis amiri: Çevik Kuvvet de taş attı
Müşteki sıfatıyla ifade veren dönem Güvenlik Şube Müdür Yardımcısı Hasan Doğancı olay günü 15 dakika dayak yediklerini, 47 yaralılarının olduğunu savundu ve "Biz profesyoneliz, para kazanıyoruz, gaz sıktık o kadar dayak yiyince" dedi. Çevik Kuvvet silahına sarılınca "Sakın silah kullanmayın vu toplumsal olay" dediğini söyleyen Doğancı, taş yağmuru altında kalınca Çevik Kuvvetin de taş attığını anlattı ve bunun "meşru savunma" olduğunu iddia etti.
Sanık avukatlarından Arzu Becerik'in Hasan Doğancı'ya yönelttiği "AKP önünde önlem alma geleneğiniz neye dayanmaktadır? Biber gazını ne zaman ve ne kadar istediniz? Silah kullanmama talimatı verdiğiniz Çevik Kuvvete biber gazı kullanmama talimatı neden vermediniz?" soruları mahkeme tarafından reddedildi.
Sanık avukatı Becerik'in "Biber gazı emri ne zaman verildi" sorusunu "Bilmiyorum, benim görevim değil" diye yanıtlayan Doğancı, "Öyleyse silah kullanmama talimatını nasıl verdiniz" sorusuna "Ben üstüyüm, veririm" diye yanıt verdi.
Yalancı tanıklık patladı
Çevik Kuvvet polisi Meryem Gökçe'nin ifadelerinde ise bir yalancı şahitlik skandalı yaşandı. Gökçe sol parmağını yaralayan uzun saçlı kişi olarak iki sanığı gösterdi ancak gösterdiği sanıkların olay günü kısa saçlı olması yalanı ortaya çıkardı.
Gökçe'nin sanıklardan başka birini de gözaltındayken teşhis ettiğini söylemesi üzerine sanık avukatlarından Ayhan Erdoğan "Darp edilmiş, işkence görmüş biriyle nasıl böyle bir teşhis işlemi yapılmıştır" diye sordu ancak mahkeme başkanı bu soruyu da reddederek savunma hakkını bir kez daha kısıtladı.
Hakimin bir polisin teşhis etme usulune dair ifadesini değiştirtmesi avukatların tepkisini çekti. Hakim ve savcının, savcı ve polislerin kendi aralarında fısıldayarak konuşmaları da büyük tepkiyle karşılaştı. Avukatlar bu tarz diyalogların hukuka uygun olmadığını vurgulayarak "DGM'ler DGM'liğini yapıyor" dediler.
Dilşat Aktaş'ı linç eden polislerden biri mahkemede!
Mahkemeye verilen 15 dakikalık aranın ardından sanık avukatları mahkemeye çeşitli görüntülerini sundu ve bu görüntüler izlenmeye başlandı.
Dilşat Aktaş'ın polis tarafından dövülmesinin yer aldığı görüntülerde Dilşat Aktaş'ın düşmesinin ardından onlarca polisin Aktaş'ı linç ettiği görüldü. Dilşat Aktaş'ın ifadesindeki gibi sürüklenerek bir yere bırakılması da görüntülerde yer aldı. Sanık avukatlarından Deniz Özbilgin, "infaz" olarak nitelendirdiği bu olayda, az önce şikayetçi sıfatıyla ifade veren Meryem Gökçe isimli polis memurunun da olması dikkat çekti.
"Demokratik hakkınızı kullanmanıza daha fazla izin vermeyeceğiz"
Sanık avukatlarının mahkemeye sunduğu ikinci görüntülerde olay günü AKP önündeki olaylar yer alıyor. Bu görüntülerde Güvenlik Şube Müdürü siyah çelenk bırakılmasına izin verilemeyeceğini söylüyor ve basın açıklamasına izin vermiyor. Güvenllik Şube Müdürü'nün "Demokratik hakkınızı kullanmanıza daha fazla izin vermeyeceğiz" sözleri duyuluyor.
Diğer bir görüntüde ise CHP'nin önündeki başka bir eylem yer alıyor. Kitle CHP önüne rahatça çelenk bırakıyor ve eylem bitiyor. Avukatlar mahkemede polisin bu iki partiden neden birisine çelenk bırakılabildiğini, ancak diğerine bırakılamadığını gündeme getirdiler.
"S... gidin eşkiyalar"
Sanık Avukatı Deniz Özbilgin gözaltına alınanlar için emniyete gittiklerinde Emniyet Müdür yardımcısı Kenan Kabak'ın kendilerine "S... gidin eşkiyalar" dediğini söyledi ve o günlerde Hopa olaylarıyla ilgili "eşkiya" sözünü kullanın Başbakan'ın talimatıyla bu eylemlerin gerçekleştiğinin açık olduğunun altını çizdi.
Büyükşehir Belediyesi'nden Çankaya Belediyesi'nden gelen zarar olmadığına dair yazılara rağmen iddianamede "kaldırım taşları söküldü" yazıldığını söyleyen Avukat Özbilgin, "Savcı kendi mi oradaydı, yoksa polis fezlekesini aynen aldı mı" diye sordu.
Avukat Denizer Şanlı ise yargının bağımsız olmaması ve polisleşmesi nedeniyle kişisel olarak görevsizlik talebinde bulunmadığını söyledi.
Sanık avukatlarından Arzu Becerik iddianamede slogan atılmasının terör örgütüne bağlanmasını eleştirdi ve benzeri onlarca davanın AİHM'den tazminatla dönüdüğünü hatırlattı. Becerik, "Burada yargılanan terör değil düşüncedir" dedi.
Mahkeme 25 Eylül'e ertelendi.