Biraz haddinizi bilin

Çiğdem Çidamlı | Çar, 23/07/2008 - 01:00
  • Arttır
  • Eksilt
  • Normal

Taraf gazetesinin Türkiye devrimci hareketinin 1970’li yıllarda faşist darbeciler tarafından katledilmiş devrimci önderlerine “darbecilik” çamuru atmakla başlayan ideolojik saldırı hamlesi, Ergenekon operasyonuyla birlikte iyice çığırından çıktı. Gazetenin sayfaları artık her gün genel olarak sola, Türkiye solunun ilerici geleneklerine, değerlerine ve vicdanına, sosyalist partilere, emek ve halk örgütlerine, feminist harekete, zaman zaman Kürt ulusal hareketine, sol basın-yayın organlarına, köşe yazarlarına akıl, fikir, emir, aşağılama ve artık hiç de örtük olmayan bir biçimde nefret yağdıran öyle çok köşe yazısıyla, konuk yazar yazısıyla, örtük ya da açık imalarla, babalanmalar, böbürlenmeler ve şişinmelerle dolup taşıyor ki, düşünmeden edemiyoruz. Taraf, hazır “darbe karşıtlığı” misyonunu göklerde dalgalandırırken, bir misyonu, sola ideolojik-politik önderlik yapma ya da yeni bir ideolojik önderlik yaratma misyonunu da mı aradan çıkartmayı planlıyor?

Peki baylar bayanlar, Taraftan yana taraf olanlar, bunca zamandır nerelerdeydiniz, sola yönelik bu kadar kasıntıyı, kompleksi, kini, nefreti ve solun önünü açacak, solu darbecilikten, faşizan milliyetçilikten, üçüncü dünyacılıktan ve hatta dar kafalı grupçuluktan kurtarıp toplumun büyük kesimleriyle kucaklaştıracak bu kadar yeni sol stratejiyi nerelerde, kaç zamandır biriktirdiniz?

Taraf, Türkiye solunun uzun tarihi ve geleneği içinde bugüne kadar birikmiş olan ne kadar liberal artık varsa hepsini tıpkı mıknatıs gibi kendisine çekerek, kendisini bulunmaz Hint kumaşı, büyük yenilikçi sol düşünür ve siyasetçi sayan şahsiyetler için yeni bir kendini gerçekleştirme alanı sunuyor. Yazılarında, en gelişmiş örneği Fatih Terim’de görülen ego şişmesi hastalığının kitlesel biçimde yayılmasının kanıtlarını görebileceğimiz bu çifte misyon sahibi irili ufaklı “kurtarıcılarımız”, TC’nin asırlık “etrafımız sarıldı herkes bize düşman” rahatsızlığının semptomlarını da bol bol sergilemekten geri durmuyorlar. Kendilerini, darbecilerle omuz omuza verip hep bir ağızdan “Soroscular, Fetullahçılar, sağcı liberaller, AKP’ciler” diye çığlıklar atan otorite, iktidar ve hatta şiddet düşkünü faşizan sol odaklarla dolu bir denizdeki yegâne demokrat adacık gibi gören Taraf taraftarlarının bu ruh hali, zulmederken kurban, iktidarken muhalefet, hep kendine demokrat rolünün üstadı, tanıdık birilerini daha çağrıştırıyor. Taraf yazarları ve konuk yazarları, bu ruh hali içinde her gün demokrasi düşmanı solcuların yeni bir geriliğini bulup yazarak kendilerini eğlendirirken, en son 1990’ların başlarında tanık olduğumuz şiddette bir ideolojik ayrışma daha gerçekleşiyor.

Bu ayrışmayı her zaman yüksek perdeden bir dille ifade eden Taraf taraftarlarına açıkça şöyle diyebiliriz: Evet birbirimizi hiç sevmiyoruz, size karşı bugüne dek solun en, en geniş anlamdaki ortak çerçevesi içinde bulunmaktan kaynaklanan son duygudaşlık kırıntılarını da yitiriyoruz ve bu yolun sonunun nereye varacağını da şimdiden kestirebiliyoruz. Bu yolun sonu, tıpkı 1991 yılında SSCB yıkıldığında ilk işleri, kırk yıllık parti bürokratı üniformalarını sırtlarından bir anda çıkartıp atarak, kapitalizmin borazanlığına soyunanlarla nereye vardıysa, sizinle de aynı yere varacak. Tarihin o günlerde hiç hesaplamadıkları ölçüde hızlanan akışı içinde o borazanlıkları yaptıkları zamanın üzerinden daha on yıl bile geçmemişken, nasıl sol adına hiçbir ağırlıkları, hiçbir saygınlıkları ve hiçbir varlıkları kalmamış; artık esameleri bile okunmaz hale gelmişlerse, emin olun sizin projelerinizin, tezlerinizin, akıl fikirlerinizin ömrü daha da kısa olacak.

Ancak doğrusu Taraf taraftarları duran saatin günde en az bir kez doğru zamanı göstermesi gibi haklılar: Artık önemli bir kısmıyla esasen aynı saflarda değiliz. Ama Taraf yazarlarının bu ayrışma konusundaki saptamaları doğruluk payı taşımadığı gibi, çamur attığının mantığını yeniden kurgulamak için sayıklarken kendi düşünme biçimlerini açık eden bir nitelik taşıyor. 19 Temmuz 2008’da “Her Taraf” isimli forum sayfasında, diğer bazı sol çevrelerle birlikte editörlerinden birisi olduğum Sendika.org hakkında da atıp tutan DDD [Darbelere Dur De] koalisyonunun en küçük ortağı Devrimci Sosyalist İşçi Partisi Genel Başkanı Doğan Tarkan’ın “Tehlike AKP değil darbe” başlıklı yazısı, “merdi Kıpti” durumunun böyle isabetli bir örneği oldu.

Doğan Tarkan “biliyor ki” İstanbul Milletvekilimiz Ufuk Uras darbecilerin üzerine gitmek için Meclise verdiğine benzeyen bir soru önergesini, sol örgütlerden oluşan bir meclise verse, “TKP, Halkevleri çevresi ve ÖDP’nin bir kısmı” önergeye karşı çıkacaklarmış. Çünkü bu çevreler, DDD tarafından 21 Haziran’da düzenlenen gösteriye katılmamışlar. Ayrıca 21 Haziran’da 10 bin kişi “Darbelere Dur De”, “Öz, Öz, Özgürlük” diye sokağa dökülmüşken, “TKP ve Sendika.org akıl almaz bir saldırganlıkla” bu yürüyüşe karşı çıkmışlar. Çünkü önemli olanın AKP karşıtlığı olduğunu düşünmeleri, AKP’yi kapatanlardan, özgürlüklere karşı olanlardan, darbecilerden yana taraf olmalarına neden oluyormuş. Tarkan, yazısının sonunda büyük bir yüce gönüllükle bu grupları doğru yola çağırmayı da ihmal etmiyor. Bizi 26 Temmuz Ankara eylemine katılmaya, beğenmiyorsak kendi eylemimizi örgütlemeye davet ediyor. Demokrasi dersinde çoktan sınıfta kalmış öğrenciler olarak bizlere tanıdığı bu yeni sınav fırsatı için kendisine teşekkürü bir borç biliriz.

Biliriz de, önce şu “akıl almaz saldırganlık neymiş ona bakalım. Sendika.org, 21 Haziran tarihli, “Darbeye Dur De” eylemi ile ilgili olarak, tamamı adresinden okunabilecek, eylemin soldan sağa uzanan çeşitli bileşenlerinin yedi adet fotoğrafını da içeren bir haber yapmış ve haberin ilk iki paragrafında, eylemin resmi adı, katılımcı örgütleri, eylemin güzergâhı vs. gibi ayrıntılara yer vermişti. Eyleme katılan ünlü kişilerden bazıları “Adalet Ağaoğlu, Lale Mansur, Nazlı Ilıcak, Abdurrahman Dilipak, Yücel Sayman, dansçı Zeynep Tanbay, türbana özgürlük için imza toplayan ODTÜ’lü öğretim üyesi İhsan Dağı ve AKP milletvekili Zeynep Dağı da eyleme katılan tanınmış simalar oldular” sözleriyle verilmiş, bir sonraki günkü Yeni Şafak ve Zaman gazetelerinde haberle ilgili olarak atılan manşetlere dikkat çekilmişti.

Bu gazetelerle ilgili olarak, “1 Mayıs’ta provokasyon senaryolarının gönüllü yayıcısı olan ve emekçilere uygulanan terörden işçileri ve sendikaları sorumlu tutan, emekçilerin demokratik ve özlük haklarına dair taleplerini görmezden gelen ve Kürt hareketine her fırsatta saldırgan bir tutum alan gazetelerin faşizme karşı ‘omuz vermeleri’ ve demokrasi havarisi kesilmeleri takiyeciliğin bir başka örneği olarak kayıtlara geçti” denilen yorum dışında, haberin eylemle ilgili tek yorum cümlesi şudur: “Solcusundan liberaline, İslamcısından tescilli sol düşmanı sağcısına kadar siyasal yelpazenin her noktasından birilerinin eyleme katılması ilginç bir bileşim ortaya çıkardı”.

“Akıl almaz saldırganlık” bunlardan ibarettir! Yani Doğan Tarkan, (a) haberi hiç okumamıştır; (b) “ilginç bir bileşim” isim tamlamasını akıl almaz bir saldırganlık sayacak kadar narin birisidir; (c) eyleme siyasal yelpazenin sayılan her noktasından birileri katılmamış bunu biz uydurmuşuzdur; (d) bizim Yeni Şafak ve Zaman gazeteleri için yazdıklarımızı üzerine alınmıştır. “Niye alınıyorlar bilmiyorum.”

Öte yandan Tarkan’ın, Taraf’ta yayımlanan yazısının partisinin internet sitesinde yer alan daha uzun versiyonunda “akıl almaz saldırganlık” konusunda bir başka ayrıntı daha mevcut. “Ve İlknur Birol ve birçok başka kadının yönetici roller üstlendiği Halkevleri’nin Sendika.org sitesinin katılan örgütleri ve kişilerin listesini verirken Zeynep Tanbay’a ‘dansçı’ demesine ne demeli? Yazar Adalet Ağaoğlu, avukat Yücel Sayman değil, dansçı Zeynep Tanbay. Gerçekten utanç verici! Biz dansçı, hem de iyi bir dansçı olan Zeynep Tanbay’la gurur duyuyoruz. Ne demeli?”

Ne demeli? Şöyle denebilir mi? Ya D. Tarkan, İslamcılarla düşe kalka “dansçı” sözcüğünü hakaret sanmaya başlamıştır ya da bir sözcüğü kendisi kullanınca övgü, biz kullanınca (darbeciyiz ya!) hareket gibi görecek kadar muvazenesini kaybetmiştir. “Dansçı” sözcüğünün, site okurlarının Tanbay’ı (ne yazık ki) profesyonel kimliğiyle diğer isimler kadar tanımayabileceği düşünülerek, tıpkı aynı cümlede geçen “ODTÜ’lü öğretim üyesi”, “AKP milletvekili” gibi tanıtıcı bir sıfat olabileceğini akıl bile edememiştir. (1)

Niye akıl edemediğini anlamaksa hiç de zor değildir. “Tehlike AKP değil darbe” yazısı partisinin sitesinde “Perinçek’in durumuna düşenler” başlığıyla yayımlanan Tarkan, DDD-Taraf çizgisini eleştirenlerin ne korkunç darbeciler olduklarını kanıtlamak için bu saçmalıklardan medet ummaktadır. Gerçekten utanç verici!

Sayın Tarkan gerçekten utanç verici olan şey, sizlerin Taraf taraftarları olarak tam tersi simetrik bir noktadan darbe taraftarı “Perinçek’in durumunda” olmanız; düşman tek yumurta ikizleri gibi egemen güçler arasında ehven-i şer olanını arayıp dururken, halkın bağımsız siyasal mücadelesinin oluşum ve gelişim temellerini hırpalamaktan medet ummanızdır.

Bizse bugün “halk demokrasisi”, “Kürt halkıyla yeniden kardeşleşme”, “emperyalizme, faşizme, ırkçılığa ve gericiliğe karşı mücadele” ve “neo-liberalizme karşı hak mücadeleleri” çağrılarının yanı sıra ve bunlarla birlikte “AKP karşıtı mücadele” çağrısını da yükseltirken, tam da bunu yapmaya; yani halkın bağımsız siyasal mücadelesinin oluşum temellerini güçlendirmeye çalışıyoruz.

Tehlike ne?

Doğan Tarkan, “Tehlike AKP değil darbe” başlıklı yazısında bizim darbeciliğimizi kanıtlamak için dönüp dolaşıp “AKP’nin farkı nedir?” diye soruyor, AKP’nin diğer partilerden bir farkı olmadığı noktasına varınca bundan yine bizim darbe yanlısı olduğumuz sonucuna ulaşıyor. Sayın Tarkan, Türkiye’ye İngiltere semalarından değil, Türkiye toprakları üzerinden baktığınız zaman, öncelikle AKP’nin bu ülkedeki iktidar partisinin isminin kısaltması olacağını göreceksiniz, sakın şaşırmayın!

AKP’nin mevcut partilerden farkları kısaca şöyle sıralanabilir: Bu ülkedeki iktidar partisi olması; büyük sermaye ve emperyalistler açısından mevcut durumda tercih edilen yegâne iktidar partisi seçeneği olması; bu iktidar konumu nedeniyle de neo-liberal, anti-demokratik, gerici ve ırkçı emperyalist bölge ve sermaye sınıfı siyasetlerinin ana taşıyıcı aktörü ve siyasal sorumlusu niteliğinde olması; neoliberal yıkım politikalarının güvencesiz çalışma ve yaşama koşullarına mahkûm ettiği geniş emekçi kesimlerini cemaatçilik, piyasayla bütünleştirilmiş dinsel gericilik, muhafazakârlık cenderesi içinde hareketsizleştirmek; yani neoliberal ve gerici özellikleri benzersiz bir biçimde eklemleme gücüne sahip olmaktır.

Yani bu ülkede sol bir siyasal hareket yaratma iddiasında olan odakların yukarıda sayılan niteliklere sahip bir iktidar partisine karşı muhalefet etmesi, hem siyaset bilimi hem de sol vicdan açısından tamamıyla meşru, anlaşılabilir, “AKP tehlike değildir” saplantısına sahip olmayan her aklı başında insanın algılayabileceği bir konumdur. Ama bir siyasal parti genel başkanının kendi ülkesinde iktidarda bulunan siyasal parti hakkında “diğerlerinden farkı ne” diye sorması akıl alır bir soru mudur? Siz AKP’nin yeterince muktedir bir konumda olmadığına, iş kazalarından yargısız infazlara, Kürt sorunundaki savaş politikasının tırmanmasından, kamu kaynaklarının yağmalanmasına, çevre katliamlarından yaşam kalitesinin düşmesine kadar bir dizi alanda hiçbir sorumluluğu olmadığına mı inanıyorsunuz? Yoksa AKP’ye karşı muhalefetin bu partinin karşısına koyabileceği tek politik seçeneğin illa bir başka düzen partisi olması gerektiğini mi sanıyorsunuz? AKP öncesindeki iktidarlara karşı en tutarlı muhalefetin soldan geldiğini yok saymak marifet midir?

Muhtemelen siz “AKP, Saadet Partisi, Vakit gazetesi, Zaman gazetesi ve Fethullah Gülen cemaati, Mazlum-Der, Özgür-Der” ile birlikte Taraf oldunuz diye, bizim de “CHP, ADD, TSK, Doğan Medya grubunun bazı gazeteleri” ile taraflaşmış olmamız gerektiğine inanıyorsunuz. Ama biz, saydığınız güçlerle birlikte “Cumhuriyet Mitingleri” örgütleyip bu mitinglere katılmadık; darbeci güçlerin gazetelerinde at koşturmadık; “Tehlike faşizm ve darbe değil AKP’dir” diye vurgu çarpıtmalarıyla kontrgerillayı masumlaştıracak, aklayacak tek bir satır bile yazmadık, tek bir eylem bile yapmadık. “Ergenekon” adı altında tutuklanan, gözaltına alınan faşist güruhun hayrına tek bir kalem oynatmadık. Tersine, kontrgerillanın Gazi’de, F-Tipi cezaevlerinde, Şemdinli’deki eylemleri karşısında yoksul Gazi halkının, açlık grevcilerin, Kürt halkının yanında sokaklarda olduk.

Aklı başında hiçbir insan bizim bu çatışmayı kavrama ve tutum alma biçimimizle İP’ninki arasında paralellik kurabilecek tek bir gerçek olay, eylem, açıklama gösteremez. Ama Perinçek’e yakından bakın: Birbirinize tersten ne kadar benzediğinizi görürseniz, sakın ha yine şaşırmayın.

Günlerdir bütün basın yayın organlarını ve zihinlerimizi dolduran operasyon ayrıntıları, maniplasyonları, dedikoduları bir yana bizim ne dediğimiz açıktır. Biz Ergenekon adı altında yürütülen operasyonda tasfiye edilen kadroları, hiçbir biçimde Türkiye halkının neo-liberal kapitalist-emperyalist siyasetler karşısında güç alabilecekleri, ittifak kurabilecekleri muhalif güçler olarak görmüyoruz. Bu mücadelenin egemen güçlerin çatlaklarına yapışarak “tepeden” yürütülebilecek bir mücadele olduğuna da inanmıyoruz. Kontrgerillaya karşı demokrasi mücadelesinin tek sağlam temelinin taşeron işçinin, yoksul köylünün, kadınların, öğrencilerin aşağıdan toplumsal-siyasal muhalefet eylemini örgütlemekle yaratılabileceğine inandığımız için güvencesiz çalışan işçilerin, yoksul kadınların, neo-liberal yıkıma maruz bırakılan halkın hak mücadelelerini örgütlemeye, güçlendirmeye ve siyasallaştırmaya çalışıyoruz: AKP’ye, sermayeye, emperyalizme, çetelere, ırkçılara, faşist darbecilere karşı. Ivır zıvırla uğraşmaktan medet umacağınız yere, “Halkın Hakları Sonuç Bildirgesi”ni okuma zahmetine katlansaydınız, bizim savunduğumuz mücadele çizgisi ile bugünkü çatışma karşısındaki konumumuz arasında darbecilik dışında anlamlı bir ilişki kurmayı başarabilirdiniz.

Çünkü biz hem eylemimiz, hem de yaptığımız tartışmalarla o mücadele programı çerçevesinde durmaya devam ederek, bugünkü operasyonun kontrgerillayı tasfiye etme sürecindeki “yetersiz bir politik adım” olmadığını; kontrgerillayı AKP, CHP ya da başka bir düzen partisinin iktidarı altında yoksullara, işçilere, köylülere, Kürt halkına karşı daha da yoğunlaştırılacak sermaye saldırıları paralelinde harekete geçirmeyi amaçlayan düzenlemelerin bir parçası olduğunu söylüyoruz. Yani ılımlı İslam’la kontrgerillanın ayrı cepheler değil tek saldırganlık cephesinin bileşenleri olduğunu vurguluyoruz.

Ama siz bu saydıklarımızın gerçek mücadele alanlarının hiçbirinde o kadar yoksunuz, politik varlığınızı başka güçlerin (ÖDP, İslamcılar, vs. vs.) sırtından devşirmeye çalışmaya o kadar alışkınsınız ki, halkın bağımsız mücadelesi ve siyaseti deyince, bizi CHP’li, darbeci ya da başka bir şey sanıyorsunuz. Neden, DDD eylemine katılmadık diye? Peki, biz sizi Novamedli kadın işçilerle dayanışma platformunda yoktunuz diye çokuluslu sermaye yanlılığıyla; 2 Temmuz’da Sivas’ta yoktunuz diye gerici taraftarlığıyla; barınma hakkı mücadelesinde yoksunuz diye kentsel dönüşümcülükle; taşeron işçileri örgütlemiyorsunuz diye özelleştirmecilikle suçluyor muyuz? Biz bütün bu mücadele alanlarında halkın öz gücünden başka hiçbir şeye güvenmeden, çırılçıplak duruyoruz. Siz bütün bu mücadele alanları karşısında neyin arkasına saklanıyorsunuz?

Halkın ilerici kavgasından doğabilecek bir demokrasi, barış, kardeşleşme mücadelesi tasavvuruna o kadar uzaksınız ki, tıpkı Irak savaşı döneminde olduğu gibi, bugün de halkın demokratik, anti-emperyalist, barışçı duyarlılıklarıyla, hatta doğrudan doğruya halkın kendisiyle buluşmanın tek olanağının, tek zemininin İslamcılarla ittifak yapmak, ne yazık ki söylediğiniz gibi ”tekbir işareti yapan bir adamcağız”dan ibaret olmayan bir kitlenin içinde figüranlıktan ibaret olduğunu düşünüyorsunuz. Bir zamanlar sol yelpaze içinde kabul edilen İşçi Partililer de MHP ile ilk ortaklıklarında, “biz onların yanına gitmedik, onlar bizim durduğumuz yere geldiler” diyorlardı, benzerliği fark edemiyor musunuz? (2)

Üstelik dün nasıl “Bush’u yalnızca Bush” sanıyorduysanız, bugün de “AKP’yi yalnızca AKP” sanıyorsunuz. AKP’nin Dink cinayeti ve Şemdinli olaylarında hiç mi sorumluluğu yoktur? İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, AKP emrindeki MİT, polis bu olaylarda sorumluluk taşımamakta mıdır? 2003’ten beri Ergenekon örgütüne ilişkin bilgilendirilen AKP iktidarı onca cinayete, provokasyona sessiz destek vermemiş midir? Tayyip Erdoğan’ın beceriksiz danışmanlarının yazdığı cümlelerle 1 Mayıs sonrasında “1 Mayıs 1977 katliamı hangi partinin iktidarında oldu? 1 Mayıs Taksim alanı kimin iktidarında gösterilere kapatıldı?” cümlelerini birebir tekrarlayarak ne yapmaya çalışıyorsunuz? Siz hangi darbecilere karşı hangi halk iradesini savunmaktan söz ediyorsunuz?

Bu memlekette “Bütün darbeciler yargılanana kadar, darbe yapan ya da yapamamış olan bütün darbeciler hak ettikleri cezaları alıp ömürlerinin sonuna kadar hapse atılıncaya kadar, darbelerin katlettiği herkese itibarları geri verilene kadar, devlet onların hepsinden özür dileyene kadar, Diyarbakır hapishanesinin, Mamak’ın, Metris’in hesabı sorulana kadar” mücadele etmek, boş laf değildir; devrimcilerin halkın direniş pratiği içinde halka verdikleri bir namus sözüdür ve sizin ne yazık ki uzağında olduğunuz, inandırıcılık gibi özellikler ister.

İçiniz rahat olsun, siyasi saptamaların doğrulaması hayattır: Dün Mehmet Ağar’a “eli kanlı katil” dediği için hapis yatan Halkevleri Genel Başkanı İlknur Birol, yarın bir başka katilin yüzüne yine katil dediği için hapse girerken size yine yalnızca onunla gurur duymak düşerse, öpüp de başınıza koyun.

(1) Sayın Tarkan, ailemin benim dışımdaki tüm üyeleri “dansçı, çalgıcı, oyuncu ve şarkıcılardan” oluşuyor ama bu nitelemelerin haraket anlamına geldiğini şimdi sizden öğrenmiş bulunuyorum. Siz “kadın düşmanlığı kışkırtması” arıyorsanız, öküz altında buzağı aramayı bırakıp birlikte Taraf olduğunuz çevrelere daha yakından bakın.

(2) Sola dar kafacılığı aşıp geniş halk kitleleriyle buluşabilmesi adına kâh BAK siyasetini, olmadı İslamcılarla ittifakı, daha da olmadı Taraftan yana taraf olmayı öneren Doğan Tarkan’a açık sorularımdır: Tuncay Özkan geçenlerde yaptığı mitingle kaç kişi olduğunu aleme gösterdi (200). Sayın Tarkan, siz kaç kişisiniz? DSİP, kitleselleşmeyi amaçlamayıp, geniş halk kitlelerine ideolojik önderlik etme misyonunu üstlenmiş, çelik çekirdek bir kadro partisi midir? BAK siyasetinden bu yana bu ideolojik öncü ne kadar büyümüştür?