Destek kampanyasına ilişkin iki soru

Umar Karatepe | Ct, 26/08/2006 - 01:00
  • Arttır
  • Eksilt
  • Normal

Halkevleri’nin Lübnan ve Filistin’e yardım kampanyası iki soruyla karşılaşıyor. Bir grup insanın ilk sorusu aslında bir temenni: “Sakallılara (şeriatçılara) gitmeyecek değil mi?”. İkinci grubun sorusu ise bir tür sorgulama: “Niçin tek elden (İslamcılarla, belediyelerle birlikte) yürütülmüyor bu kampanya?”


 


Bu iki soru, Lübnan ve Filistin halkıyla dayanışmanın “iyilikseverlik”le sınırlı bir bakış açısına sığdırılamayacağının somut ifadesi.


 


 


Birinci sorudan başlayalım



 


İsrail Lübnan’a saldırıya geçtiğinden beri Türkiye insanı duygularıyla kaygıları arasında bocalıyor.


Hepimizin kalbi İsrail vahşetine karşı Lübnan halkının yanında. ABD ve İsrail’in dehşetengiz savaş makinesine karşı Ortadoğu halklarının gösterdiği kahramanca direniş hepimize umut ve cesaret veriyor. Bu direnişler, bir halkın ne kadar yokluk içinde olursa olsun kendi toprağında yenilemeyeceğinin somut kanıtları.


 


Hepimiz ABD ve İsrail savaş makinesinin egemen olduğu bir Ortadoğu’da ekmeğin daha da küçüleceğini, zulmün daha da büyüyeceğini biliyoruz.


 


 


Ama bir başka kaygımız da giderek büyüyor.


 


 


Ortadoğu’daki ilerici aktörler çoktandır ya direniş sürecinde ikinci planda ya da daha kötüsü Canbulad, Barzani, Talabani, Irak Komünist Partisi örneklerindeki gibi “karşı tarafta”. Direnişlerin liderliğinde Siyasi İslam grupları var. Ortadoğu’da Siyasi İslam’ın liderliğinde büyüyen bir halk direnişinin nereye varacağı bilinmez. Siyasi İslam’ın ABD-İsrail’i etkisiz hale getirdiğinde kuracağı düzende kime ne kadar varolma hakkı tanıyacağı, belli değil. Üstelik, Siyasi İslam’ın Irak’ta, Filistin’de, Lübnan’da, İran’da ABD emperyalizmine karşı direnişte sağlayacağı siyasi başarılar, Türkiye’de de Siyasi İslam’ı güçlendiren bir siyasi iklimle kuşatılmamıza neden olacak.


 


 


Bu ise Türkiye’deki ilerici politik güçler için başlı başına bir tehdit.


 


 


Zaten giderek kendi içine kapanan, Ortadoğu’daki gelişmeler karşısında her biri bir başka telden çalan grupçuklara bölünen Türkiye solunun böyle bir rüzgarın önünde durabilmesinin neredeyse imkanı yok.


 


Peki ne yapacağız? Hizbullah önderlik ediyor diye emperyalizme karşı direnen Lübnan halkını, Hamas önderlik ediyor diye direnen Filistin halkını kaderine mi terkedeceğiz? Bu akılcı bir siyaset olur mu?


 


Öncelikle başlangıçtaki bir saptamamızın altını çizelim: Bir halk ne kadar yokluk içinde olursa olsun kendi toprağında yenilmez. ABD-İsrail saldırganlığının yenilgiye uğratılmasının belirleyici unsuru, saldırıya uğrayan halkın direnişidir. Dış destek, başarının süresini kısaltır, insani yıkımı azaltır. Yani emperyalist işgale karşı Siyasi İslam’ın önderliğindeki bir direnişin başarıya ulaşmasından doğabilecek “musibet”ten, ilerici dış güçlerin “desteği kesmesiyle” kurtulunamaz. Ortada emperyalist müdahaleye karşı direnme kararlılığında bir halk varsa, solun temel görevi, halkın direnme gücünü ve kararlılığını artıracak, istilacının gücünü ve kararlılığını zayıflatacak, halk direnişinin birliğini ve demokratik karakterini gözeten bir destek politikası izlemektir.


 


 


Siyasi İslam’ın direniş hareketlerindeki liderliğinin ifade ettiği büyük risk, halkların anti emperyalist direniş hareketlerinin siyasi yozlaşmasıdır. Örneğin, Vahabi El Kaide’nin Irak’taki Sünni-Arap direnişi üzerinde gelişen egemenliği, iki yıl içinde direniş güçleri içinde bir iç savaşın patlak vermesine neden olmuş, direnişin stratejik gelişimi üzerinde son derece olumsuz bir etkide bulunmuştur. Sadr’ın Mehdi Ordusu ise Güney Irak’taki egemenliğini Irak’ın işgalcilerden temizlenmesinin önüne koyabilmektedir. Çok dinli, çok mezhepli, çok etnili işgal ve müdahale bölgelerinde dinci politik oluşumların yerel halk direnişlerini ateşleme yetenekleri yüksek, buna karşılık, direniş güçlerini ulusal çapta bütünleştirme yetenekleri zayıftır. Bu sorun Irak’ta da Filistin’de de kısa sürede kendini hissettirmiştir, Lübnan’da aşılmış görünmesini sağlayan ise Lübnan Hizbullah’ının bir önceki direniş sürecinde (belki de geçici bir stratejik konak olarak) “ulusal parti” kimliğini benimsemiş olmasıdır.


 


 


Ortadoğu halklarının bugünkü direnişlerinde ilerici güçlerin ön plana çıkmaları, Siyasi İslam liderliklerinin bu süreçte yaşayacağı bu tip politik tıkanıklıkları aşma gücünde olduklarını göstermeleriyle olanaklıdır. Bunun içinse her şeyden önce, direnişlerin sürdürülebiliyor olması gerekir.


 


İşte bu yüzden “sol duyu”, Ortadoğu halklarının emperyalizme karşı direnişini güçlendirmek gerektiğini söylerken, Hizbullah ve Hamas hamasetinden de uzak durmayı öğütlüyor. Ve yine bu yüzden, Ortadoğu halklarının direnişini Siyasi İslam’ın direnişine indirgemeyen ilerici dayanışma kanallarının oluşturulmasının özel bir önemi bulunuyor. Destek elbette direniş güçlerine yapılmalıdır; ama Türkiye’nin ilerici güçlerinden Ortadoğu’nun anti-emperyalist direnişine yapılan bir destek olduğu vurgulanarak, öne çıkarılarak.


 


 


Gelelim ikinci soruya


 


Türkiye’deki Siyasi İslam’ın belediyelerle, ve iktidarın kontrolündeki kamu kuruluşlarıyla yürüttüğü “yardım toplama” çalışmaları her şeyden önce ciddi bir “şaibe” damgasını taşıyor. AKP’nin içinden çıktığı Refah Partisi’nin “Bosnaya Yardım” paralarını “Uluslararası İnsani Yardım Teşkilatı” (İHH) ve Süleyman Mercümek vasıtasıyla parti kasasına attığı biliniyor. AKP Hükümeti, içinden çıktığı partinin tam bir elbirliği düzeni içinde gerçekleştirdiği bu büyük hırsızlık organizasyonunu herhangi bir hukuki sonuç doğurmadan örtbas etmek için elinden geleni yapmıştı. Olayın siyasi sorumlusu olan Necmettin Erbakan’ın hapis cezasını çektirmemek için buldukları son formül uydurma bir “ev hapsi” olmuştu. Siyasi İslam, bugünkü “yardım toplama çalışmaları”nı da bilinen yüzsüzlüğüyle bu çürümüş örgütün devamı olarak kurulan ve aynı kısa adı (İHH) kullanan İnsani Yardım Vakfı ile yürütüyor.


 


 


Herkesin bildiği gibi bu “yardım toplama” çalışmaları, tekniği ve diliyle Siyasi İslam’ın temel propaganda çalışmalarından biri. “Allah rızası için” toplanan yardımlar, hem AKP Hükümeti’nin İsrail’le aleni işbirliğini gizlemeye hizmet ediyor, hem de Türkiye halkının bilincinde direnen halklarla dayanışmayı bir “dinsel görev” haline getiriyor. Açıkça Türkiye’de yozlaşmış Siyasi İslam ilişkilerini tazelemeyi ve İsrail’le işbirliğini gizlemeyi amaçlayan bu ikiyüzlü “dayanışma” çalışmalarına tavır almak ve tüm halkı tavır almaya çağırmak, Ortadoğu halklarıyla samimi bir dayanışmanın kurulması için zorunludur.


 


Halkın Sesi