Bu kadar provokatif bir başlığa gerek var mıydı? Evet vardı!
Lafı dolandırmaya hiç gerek yok, forma tek tiptir ve AKP iktidarına karşı devrimciler “tek tip”i savunmak (korumak) zorundadır.
AKP bir kez daha solcuların, demokratların, onların oyununun kurallarıyla oynayarak kafalarını karıştırmayı başardı. Neymiş efendim, demokratlar özgürlüklerden yana ise kılık-kıyafet özgürlüğünü de savunmak zorundalarmış. Ve dolayısıyla ilköğretimde “eski kılık-kıyafet yönetmeliğinin iptalini” desteklemek zorundalarmış. Yok yahu!
Üstelik bu durumu, ne hazindir ki, AKP’lilerden daha ateşli savunan solcular mevcut.
İlköğretimde kılık-kıyafet zorunluluğunu kaldıran AKP’nin ve özellikle Tayyip Erdoğan’ın, bu değişikliği demokrasiye olan bağlılığından ve demokrat, “özgürlükçü” kişiliğinden kaynaklı yaptığını iddia edecek bir tek solcu, bırakın solcu olanları ideolojisi ne olursa olsun bir tek şahsiyet bulunabilir mi? (Mümtazer Türköne, Nazlı Ilıcak, Akif Beki gibi “boyanarak zebra görüntüsü verilenler” hariç!) Bu ülkede yaşayan herkes bilir ki bu değişikliğin tek bir nedeni vardır; Türban takılmasını üniversitelerden sonra ilköğretimde de yerleştirmek, yaygınlaştırmak. Buradaki tek “özgürlük” erkek egemen ve gerici bir iktidarın kadınların “kapatılması” ve “bedenlerinin/yaşamlarının” çocukluktan başlayarak denetlenmesi “özgürlüğüdür”. AKP’nin eğitim sistemini baştan aşağı gerici/piyasacı bir biçimde siyasal olarak “tektipleştirdiği” bir dönemde “türbanı” yaygınlaştıracak bu gelişmeyi “tek tipleştirmeye” karşıyız diye savunmak ya da karşı çıkmaktan imtina etmek aymazlıktır.
AKP’nin bu durumu “kılık-kıyafet zorunluluğu/serbestliği” ekseninde yürütmesinin tek nedeni takiye yapıyor oluşu değildir, yani gelecek tepkileri yumuşatmak için doğrudan Türban’ı serbest bırakan bir yönetmelik çıkarmıyor. Bu durumun kılık-kıyafet ekseninde devam ettirilmesi gelecekte (özellikle Erzurum, Yozgat, Konya gibi Anadolu illeri düşünüldüğünde) başka adımları da beraberinde getirecektir; şalvarı, takkeyi, çarşafı, peçeyi… En nihayetinde bunlar da birer kılık-kıyafet tercihi değil mi?
Türban kullanmak bir kılık-kıyafet tercihi midir? Bu soruya aslında Tayyip Erdoğan yanıt vereli çok oldu, “velev ki bir siyasi simge olsun” diyerek. Ama bizim bazı solcularımız hala adını koymakta başarısız. (Başkaları kediye kedi diyor da bizim solcular kedi alınmasın diye olsa gerek, kediye kedi diyemiyor.) Biz adını koyalım; Türban kullanmak bir kılık-kıyafet tercihi değildir. Yani Türban kullanan bir kadın, “bugün saçlarımı türbanla toplayayım, yarın da güneş gözlüğü ile toplarım” diye tercihte bulunmaz ya da “bugün türban güzel durdu, yarın da melon şapka” diye bir tercihe sahip değildir. Türbanın, kılık-kıyafet tercihleri içinde bir muadili yoktur eğer eşofmanı saymazsak (o da kafaya geçiriliyor ya). Hatırlanacak olursa AKP’nin değiştirdiği bu yönetmeliğe en büyük(!?) tepki eğitim emekçilerin en ilerici, en solcu, en demokrat örgütünden yani Eğitim-Sen’den geldi ve bu örgüt, AKP’nin bu uygulamasını engellemek için ideolojik olarak sarsılmaz doğru, müthiş güçlü ve inanılmaz yaygın bir eylem biçimi (!) üretti; Eğitim-Sen üyesi bütün öğretmenler okula eşofmanla gitsin. Tayyip Erdoğan’ın büyük ihtimalle haberi olmamıştır ama olsa idi herhalde şöyle davranırdı; badem bıyıklarını burar ya da altından sırıtır ve “bunlar, Türban’ı bir kıyafet haline getirme konusunda Eğitim Bir Sen’den daha işlevsel” derdi.
Oysa Türban daha doğrusu kadınların saçlarını gizlemesi, kullanan kadınlar ve savunan erkekler için İslam dininin emirlerinden birini yerine getirmektir. Bu emrin yerine getirilmesi yani “kadınların saçlarını gizlemesi için verilen mücadele” (kadın bedeninin denetimi) Türbanla araçlaştırılmış ve Türban bu mücadelenin siyasi simgesi olmuştur.
Siyasal güçler kendi ideolojilerini propaganda etmek ve yaygınlaştırmak için renklerden, kılık-kıyafet tercihlerinden yararlanmışlar ve hatta iradi olarak kullanmışlardır. Ve üstelik buna da mecburdurlar. Yeşil, kırmızı, mor, siyah renkleri (ve elbette turuncu) çoğu zaman bir ideolojik tercihi ifade etmek için kullanılmakta. Benzer bir biçimde “parka” bir zamanlar siyasi simge idi (şimdi de olsa fena olmaz), Ogün Samast’ın Hrant Dink’i öldürdüğünde kafasında bulunan “beyaz bere” şimdi Ermeni düşmanlığının siyasi simgesi haline getirilmeye çalışılıyor.
Bu noktada özellikle altını çizmekte yarar var, hiçbir siyasi simge sadece bireyin kendisini ifade etmesiyle sınırlı kalmaz, aynı zamanda o siyasi simge bir örgütlenme aracıdır. Yani kullanan/kullandıran başkalarının da kullanmasını ister, yayılmak, çoğalmak amacını taşır.
Pekiyi, solcular, demokratlar herhangi bir rengin ya da herhangi bir kıyafetin, onun nasıl bir siyasi düşünceye ait olduğunu bilmelerine rağmen o siyasi simgeye, dolayısıyla o siyasi düşünceye nasıl tutum geliştirmeliler?
İlk olarak “Türkiye’de demokrat olmanın şartlarından” başlayalım. Hani şu, “demokratsan bütün özgürlüklerden yana olursun, herkes için eşitlikten yanasındır, herkes için örgütlenme serbestliği istersin” safsatası var ya…
Demokrat olmanın asgari şartları; emperyalizmden, faşizmden, ırkçılıktan, şovenizmden, cinsiyetçilikten ve dini gericilikten yana olmamaktır. İtirazı olan var mı? Yani “ben demokratım ve ABD’nin Ortadoğu’daki işgalini destekliyorum” diyen, “ben demokratım ve ait olduğum ulusun (ya da ırkın) diğer uluslara (ya da ırklara) düşman olmasından yanayım” diyen, “ben demokratım ve kadınlardan üstünüm, aynı zamanda karımı da döverim” diyen ya da “ben demokratım ve toplumsal yaşamın dinin (hangisi olursa olsun) kurallarına göre düzenlenmesini istiyorum” diyen… Bunlara “evet diyen demokratlar” yazının bundan sonrasını okumasınlar çünkü konu onları ilgilendirmiyor, bu yazı da onlarla ilgilenmiyor.
Demokrat olmanın asgari şartları sadece emperyalizmden, faşizmden, ırkçılıktan, şovenizmden, cinsiyetçilikten ve dini gericilikten yana olmamak değildir, aynı zamanda bu ideolojilere karşı mücadele etmek, bu ideolojilerin örgütlenmelerini engellemektir. Yani “ben ABD’ye karşıyım” demek yetmez ABD emperyalizmine karşı mücadele etmek gerekir, “ben cinsiyet ayrımcılığına karşıyım” demek yetmez cinsiyet ayrımı yapan erkeklere, erkek ideolojisine karşı mücadele etmek gerekir ve “ben şeriata karşıyım” demek yetmez din kurallarının toplumsal ve siyasal ilişkileri belirlemesini engellemek gerekir, v.b.
Sınır böyle çizilince, demokratlığın hangi siyasi simgelere nasıl yaklaşacağı (hangisini engelleyeceği, hangisinden yana olacağı) belirlenmiş olur ve Türban’ın neyi temsil ettiği ve Türban’a karşı mutlaka mücadele edilmesi gerektiği doğrusal (düz) bir mantıkla “keşfedilebilir”. Bu “keşif”ten sonra bazılarının özellikle de bazı solcu geçinenlerin, “ne yani, şimdi kadınların hatta kız çocukların başlarındaki türbanı çekip çıkaracak mıyız” diye yüksek perdeden mızırdandıkları, ta buralardan bile duyulabiliyor. Bunu söyleyenlere bir etiket yapıştırmanın zamanıdır, bu şahsiyetler mücadelenin “nasıl verileceğini değil, neden verilemeyeceğini” propaganda eden pasifistlerdir. Pasifistliklerini (her ne gerekçeden kaynaklanıyorsa) açıkça ifade etmezler, sadece mücadelenin imkansızlığına başkalarını inandırmak için debelenirler. Böylece kendileri de o hiçbir şey yapmayan, sadece konuşan güruh içinde salınabilir, saklanabilir!
Pekiyi, Türban’a karşı nasıl mücadele edilir? Bu yazının amacı bir mücadele programı çıkarmak olmasa da temel mücadele hedefleri konulabilir. Türban’a karşı mücadele asıl olarak “kadın mücadelesinin” konusudur Çünkü Türban özünde erkeğin kadın üzerindeki egemenliğinin (mülkiyetinin) bir aracıdır. Bu nedenle hem kadınlar arasında kullanımının engellenmesi hem de bu sürecin erkeklere karşı bir özgürlük mücadelesi olarak örgütlenmesi gerekir. Diğer yandan Türban, dini gericiliğe karşı verilen iktidar mücadelesinin başlıklarından biridir. Kadınların sömürüsünün gizlenmesinde bir “örtü” olarak kullanılmasının yanında iktidarla ilişkiyi (tıpkı aile içi/erkekle kurulan ilişki gibi) kamusal alanın/hakların paylaşımında eşit yurttaşlar olarak katılmayı değil kendisine bahşedilenle yetinmeyi salık verdiği için.
Kamusal alan söz konusu edilmişken bir noktayı daha hatırlatmakta yarar var. Türbanın kamusal alana girişinin en önemli mevzi kazanımı üniversitelerde oldu. Bu mevzi savaşında kullanılan argüman “öğrenim özgürlüğünün engelleniyor” oluşu idi. İkinci mevzi savaşımı kamusal alan içinde “mesleğin icrası” oldu (ve halen devam ediyor). Yani hukuk öğrenimi döneminde Türban kullanan kadın, mezun olunca (avukat olunca) Türban kullanmazsa mesleği elinden alınırmış. Üstelik bu adımın hemen ardından kamu çalışanlarına kılık kıyafet serbestliği için tüm kentlerde bilbordları süsleyen “kamuda kılık kıyafet özgürlüğü için 10 milyon (özgürlük için) imza kampanyası” ile başta rol model olarak kritik önemde olan öğretmen kadınların türbanla eğitim vermesi gündeme getirilmektedir, yani “özgürlük” tartışması olduğu yerde durmamaktadır Ve tüm bunlar 4+4+4’le birlikte imam hatiple aynı binada derslerine devam eden ilk ve ortaokullarda sadece kız çocuklarına değil kadın öğretmenlere karşı “kılık kıyafetlerine” dönük gerici baskının arttığı bir dönemde yapılmaktadır. Soru “neye özgürlüktür?” Bu kadarla yetinilemeyeceğinden şimdi ise müdahale sürecin en başından kurgulanmakta, “ilköğretimde Türban kullanımının yerleştirilmesi” ile 5,5 yaşındaki çocukların kamusal alan içinde ilk var oldukları andan itibaren bu alanın temel (yeni) prensiplerinin edindirilmesini sağlayacak.
Yazının asıl konusuna geri dönülecek olursa “ilköğretimde kılık-kıyafet zorunluluğunun kaldırılması”na karşı mücadele Türban’a karşı mücadelenin somut hedeflerinden biridir. Ve mutlaka geri çektirilmelidir.
Sonuç itibariyle, “ilköğretimde kılık-kıyafet zorunluluğunun kaldırılması” asıl olarak Türban’ın daha doğru bir ifade ile dini gericiliğin ilköğretimden başlayarak (5,5 yaşından itibaren) yerleşmesi, yaygınlaşması ve kendisini örgütleyerek büyümesini amaçlamaktadır. Bu amaç “kedidir kedi” denilerek hafifsenecek bir amaç değildir.
Devrimciler Sadece Türban’a Karşı Olduklarından mı Tek Tipten Yana Olur? Elbette Hayır!
…
Kaynak: Sendika.Org