Türkiye eğitim sisteminin kronik sorunlarından birisi olan eğitimde cinsiyet eşitsizliği 2008-2009 eğitim-öğrenim yılında da yine çözülemeyen kronik bir yara olmaya devam edecek.
Eğitim-Sen Genel Başkanı Zübeyde Kılıç tarafından yapılan basın açıklamasında: "Eğitimde cinsiyet eşitsizliği hususu, öğrencileri, eğitim ve bilim emekçilerini ve bir bütün olarak eğitim sistemini, dolayısıyla tüm toplumu etkileyen, çok önemli bir sorun kümesi olarak çözüm beklemektedir" denildi. Kılıç okur yazar olmama sorununun bir kadın sorunu olduğunu vurguladı. Eğitim alanındaki neo-liberal dönüşümden en çok kadın eğitim emekçilerinin etkilendiğini vurgulayan Kılıç, eğitim örgütlenmesinin her düzeyde cinsiyetçi olduğuna işaret etti.
Basın açıklaması metni şöyle:
"Yeni eğitim-öğretim yılına, alt yapı eksiklikleri, öğretmen açıkları gibi önceki yıllarda çözülemeyen pek çok sorunla birlikte girdik. Aynı durum, eğitimde cinsiyet eşitliği açısından da geçerliliğini koruyor. Eğitimde cinsiyet eşitsizliği hususu, öğrencileri, eğitim ve bilim emekçilerini ve bir bütün olarak eğitim sistemini, dolayısıyla tüm toplumu etkileyen, çok önemli bir sorun kümesi olarak çözüm beklemektedir.
Okur-Yazar Olmama Bir Kadın Sorunudur
Ülkemizin de altında imzası bulunan ve 2015 yılına değin ulaşılması öngörülen BM Binyıl Kalkınma Hedefleri arasında “yoksulluğun giderilmesi”, “herkese ilköğretim imkanı sağlanması” ve “Kadın-erkek eşitliğinin oluşturulması” gibi hedefler yer almaktadır. Bu hedeflere ulaşmanın en önemli araçlarından birisinin eğitimde cinsiyet eşitliğinin sağlanması olduğuna kuşku yoktur. Ne yazık ki halen bu hedefin çok uzağında bulunmaktayız.
Kız Çocuklarının Okullaşma Oranları Düşük
Okur- yazar olmama, halen esas olarak bir kadın sorunu olmayı sürdürmektedir. Ülkemizde okur-yazar olmayan nüfusun çok büyük bir bölümünü kadınlar oluşturmaktadır. 2015 yılına değin okur yazar olmayanın kalmaması öngörülmektedir, oysa okur yazarlık oranı kadınlarda %80 civarını aşamamıştır.
Okullaşma sorunu da benzer şekilde, öncelikle kadınların ve kız çocukların sorunudur. Kız çocuklarının okullaşma oranında halen istenilen düzeye ulaşılmamıştır. 2007-2008 eğitim-öğretim yılında temel eğitimde okullaşma oranı %97.37’de kalmış bu oran, erkek çocuklarında %98.53, kız çocuklarında ise %96,14 düzeyinde gerçekleşmiştir. Görüldüğü gibi kız çocukları halen erkek çocuklarından daha düşük düzeyde okullaşmaktadır. İlköğretim çağında olup da ilk öğretime devam etmeyen çocukların yarısından fazlasını kız çocukları oluşturmaktadır. Öte yandan ilk öğretime kayıt yapılmasına rağmen 8 yıllık temel eğitimi tamamlamadan okuldan ayrılmak zorunda kalanların önemli bir kısmını da kız çocukları oluşturmaktadır.
Kadınların ve kız çocuklarının eğitime erişimi önünde, eğitimin alt yapısından, eğitim politikalarından ve eğitimin içeriğinden kaynaklı engeller bulunmaktadır. Yoksulluk ve çocuk işçiliği, kız çocuklarının okullaşmamasında ve okul terklerinde rol oynamaktadır. Ulaşılabilecek mesafede okul olmaması, taşımalı eğitim, okul masraflarını karşılayacak maddi güçten yoksunluk gibi etkenler kız çocuklarının okullaşması önünde engel olmayı sürdürmektedir.
Gelir dağılımında yoksullar lehine iyileştirmeye yol açacak düzenlemeler gerçekleştirilmeden, eğitimin alt yapı sorunları çözülmeden ve eğitimin ticarileştirilmesine son verilmeden bu sorununun tümüyle ortadan kalkması beklenemez.
Orta öğretim açısından bakıldığında, genel olarak okullaşma oranları düşüş göstermektedir. Orta öğretimde ortalama okullaşma oranı %58.56 iken kız çocuklarının okullaşma oranı %55.81 düzeyinde kalmaktadır. Yüksek öğretimde ise bu oran %20 civarındadır.
Milli Eğitim Bakanlığının Teşkilat Yapısı ve Eğitimin İçeriği Cinsiyet Ayrımcı
Hükümet, özellikle uluslar arası platformlarda, yaşamın bir çok alanında cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldırmaya yönelik taahhütlerde bulunmasına rağmen, gerçekteki uygulamalar, taahhütlerle tam bir tezat oluşturmaktadır. Örneğin MEB, kız çocuklarının ve kadınların eğitime erişimini sağlamak için gösterişli kampanyalar yürütmektedir. Oysa cinsiyet eşitliliği dönemsel kampanyalarla çözülecek bir sorun olmadığı gibi çok daha bütünlüklü bir yaklaşımı gerektirir. Örneğin MEB’in eşitlik perspektifini kendi bünyesinde hayata geçirmesini gerektirir. Bu açıdan bakıldığında MEB’in teşkilat yapısı içler acısı bir durumdadır. Bakanlık bünyesindeki üst düzey yöneticilik konumlarda kadın bulunmamaktadır. Daha alt düzeydeki birimlerde bir ya da iki kadın olmakla birlikte genel olarak bu tablo varlığını sürdürmektedir. Böylesi bir yapının, okulların yönetim kadrolarına da yansımaması imkansızdır. Nitekim geçtiğimiz yıl yapılan okul müdürü ve müdür yardımcısı atamalarına yönelik araştırmamız, okul müdürlerinin sadece %5’inin kadın olduğunu, geri kalan %95’in erkek yöneticilerince doldurulduğunu saptamıştık. Oysa eğitim alanı, kadınların istihdam oranının erkeklerle eşit olduğu bir alan durumundadır.
Eğitimin içeriğinde de durum bundan farksızdır. İlk öğretim kitaplarında annenin ev işleri, babanın aile geçimi bağlamında resmedilmesinden başlamak üzere, eğitimin bütün aşamalarındaki müfredata bu perspektif yön vermektedir.
Eğitim fakültelerinde toplumsal cinsiyet dersi okutulmamaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde, eğitimin her aşamasında bu tür sorunları görecek ve cinsiyet eşitliği perspektifinin gelişmesini sağlayacak Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Komisyonu bulunmamaktadır. Oysa eğitimde cinsiyet eşitliğinin sağlanması için bu tür düzenlemelerin vakit geçirilmeksizin gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
Eğitimde Neo-liberal Dönüşümden En Çok Kadın Eğitim ve Bilim Emekçileri Olumsuz Etkileniyor
Eğitim ve bilim emekçileri açısından bakıldığında, eğitim sistemimizde yaşanan neo-liberal dönüşümden en fazla kadın eğitim ve bilim emekçilerinin olumsuz etkilendiği görülmektedir. Eğitimin ticarileştirilmesiyle piyasalaştırılmasına ve istihdamda esnekleşmeye yönelik uygulamalar, iş güvencesini ve sosyal güvenliği giderek ortadan kaldırmaktadır. Bu uygulamalara, devletin çocuk bakımı konusundaki yükümlülüklerini yerine getirmemesi ve giderek bu yükümlülüklerden vazgeçmesi eklenince, sorunlar daha da artmaktadır. Hasta, yaşlı ve çocukların bakımı, halen geleneksel olarak kadınların görevi olarak görülmektedir. Hasta ve yaşlıların bakımı için katkı payı sunulmaması, kreş taleplerinin karşılıksız kalması, kaçınılmaz olarak bu hizmetlerin yükünü kadın emekçilerin omuzlarına yüklemekte ve onların çalışma hayatındaki konumlarını marjinalleştirmektedir.
Süt izninin kullanılması, halen kadın eğitim ve bilim emekçileri açısından sorun olmayı sürdürmektedir. Mevcut uygulamada, süt izninin kullanım saatlerinin düzenlenmesinin derslerin aksamaması kaydıyla okul müdürlerinin inisiyatifine bırakılmış olması, kimi durumlarda süt izinlerinin kullanımını olanaksız hale getirmektedir. Temmuz ayında TBMM Uyum Komisyonunda kabul edilen ve kadın memurların doğumundan sonraki 4 ay boyunca 3 saat, sonraki altı ay ise 1.5 saat süt izni kullanılması öngörülen tasarının ise yasalaşmasını beklemek gerekmektedir.
Sonuç Olarak MEB’in Cinsiyet Eşitliği Konusunda Sınıfını Geçmesi Zor Görünmektedir.
Bunun İçin öncelikli olarak yerine getirilmesi gereken görevler bulunmaktadır;
• Eğitimin her aşamasında okullaşmada cinsiyet eşitliği sağlanmalıdır.
• Kız çocuklarının okullaşması önündeki engelleri salt kültüre indirgeyen yaklaşımdan vazgeçilerek, daha gerçekçi bir şekilde eğitimin altyapısından, ailelerin gelir durumunun elverişsizliğinden kaynaklanan engeller doğru bir şekilde tespit edilerek, alt yapı eksiklikleri giderilmeli ve şartlı nakit transferi uygulamasına devam edilmelidir.
• Milli Eğitim Bakanlığı teşkilatı, cinsiyet eşitliği perspektifiyle yeniden yapılandırılmalıdır.
• Eğitimin içeriğindeki cinsiyet ayrımcı unsurlar saptanarak, daha eşitlikçi bir müfredat oluşturulmalıdır.
• MEB Bünyesinde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Komisyonu kurulmalıdır.
• Eğitim Fakültelerine ve öğretmenlerin meslek içi eğitim kurslarına toplumsal cinsiyet dersi konulmalıdır.
• Eğitim ve bilim işkolunda çalışan ebeveynlerin kreş sorunu, devletin yükümlülüğü olarak görülmeli ve acilen çözülmelidir.
• Sosyal haklar ve iş güvencesini ortadan kaldırarak kadın eğitim ve bilim emekçilerinin çalışma yaşamındaki konumunu marjinalleştiren uygulamalara son verilmelidir.
• Eğitimin ticarileştirilmesi ve piyasalaştırılmasından vazgeçilmelidir.
• Grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı tanınmalıdır.