Bizler; Rize Fındıklı’da, Salarha’da, Senoz’da; Artvin Borçka’da, Murgul’da, Şavşat’ta, Ardanuç’ta, Kemalpaşa’da; Giresun’da; Kastamonu Loç’da; Amasya’da; Tokat’ta sularımızın kullanım hakkının sermayeye satışına; doğamızın kar elde etmek için yıkıma uğratılmasına, HES’lere karşı derelerini ve vadilerini savunmak için mücadele edenler olarak 7-8 Ağustos’da Artvin Kemalpaşa’da Halkevleri Doğu Karadeniz Su Hakkı Forumu’nda bir araya geldik.
Yerel mücadelelerin temsilcileri, suyun ticarileştirilmesine karşı mücadelenin bir parçası olan bilim insanları olarak iki gün boyunca mücadele deneyimlerimizi paylaştık, suyun ticarileştirilmesinin tüm boyutlarını ve sonuçlarını birlikte ele aldık. Suyun ticarileştirilmesine karşı sürdüreceğimiz mücadele çizgisini, mücadelenin ilkelerini ve örgütlenme biçimini tartıştık. Doğu Karadeniz Su Hakkı Forumu’nda yapılan tartışmalar ve önerilerle oluşturduğumuz sonuç bildirgesini ülkenin dört bir yanında ve tüm dünyada su hakkı mücadelesi verenleri selamlayarak duyuruyoruz.
Sermaye suya el koyuyor, suyu ticarileştiriyor
Canlı yaşamının temeli olan su, kapitalizmin metalaştırma/piyasalaştırma saldırısı altında. Suyun ticarileştirilmesine dönük sermaye saldırısı çok boyutlu biçimlerde ilerliyor. Kentsel ve kırsal alanda su hizmetlerinin ticarileştirilmesi, suyun piyasada fiyatlandırılması, suyun yer altı sularından çekilerek ve kaynaklardan alınarak şişelenip metalaştırılması, hizmet üretiminde taşeronlaştırma/emeğin güvencesizleştirilmesi uygulamaları...Bütün bunlar suyun/su hizmetlerinin ticarileştirilmesinin farklı farklı yüzleri. Bugün ise saldırının bir başk boyutuyla karşı karşıyayız. AKP iktidarı enerji özelleştirmelerini temel alan (başta elektrik piyasası kanunu olmak üzere) yasal düzenlemeleri yaptıktan sonra uygulamaya soktuğu “su kullanım anlaşmaları” ile ülkenin dört bir yanındaki akarsuların kullanım hakkını sermayeye satıyor. Akarsuların sermayeye satılışı tüm canlıların yaşam hakkına yönelen bir saldırı olarak gelişiyor.
Su kullanım hakkının sermayeye satışı bugün enerji üretimi yapmak üzere kurulan HES (Hidroelektrik Santral) projeleri gerekçe gösterilerek yapılıyor. Ancak su kullanım anlaşmaları, sulama suyundan içme ve kullanma suyu teminine kadar su kaynağının her türlü kullanım biçimini de kapsıyor. Bu anlaşmalar suyun kullanım hakkını, bu hakka, doğanın bir parçası oldukları için sahip olan ve yaşamlarını su sayesinde sürdüren tüm canlıların elinden alarak suyu ticari bir mala dönüştürmesi için sermayeye devrediyor.
Devleti “özel sektör” mantığıyla yönettiğini açıkça ilan eden siyasi iktidar; ortak ihtiyaçlar alanının bütün diğer parçalarında yaptığı gibi yasal düzenlemeler ve uygulamalarla enerji ve suyu sermayeye yeni karlılık alanları olarak açıyor ve bu piyasalaştırma süreçlerini halka karşı can siperhane savunuyor. AKP kendisini destekleyen sermaye gruplarına ya da kişilere bu yeni birikim alanlarında özel kanallar açıyor ve bu şekilde kendisini de güçlendiriyor. Yine kamu kuruluşlarının yatırımcı işletmelere çevrilmesi; yerel yönetimlerin şirketleştirilmesi; kamu-özel ortaklığı modellerinin yaşama geçirilmesi kısaca artık kamunun piyasa mantığıyla şekillendirilmesi, suyun ve su havzalarının tahribatını/ticarileştirilmesini hızlandıran gelişmeleri oluşturuyor. AKP bu sürecin sürükleyici aktörlerinin başında geliyor.
Tüm bu saldırının karşısında halk sessiz kalmıyor. Ülkenin dört bir yanında farklı kültürlere, dillere, gelenek ve yaşama biçimlerine sahip olan insanlardan oluşan yerel hareketler doğaya ve suya yönelen saldırının karşısına dikiliyor. Bugüne kadar ülkenin farklı bölgelerinde gelişen yerel hareketlerin yaşadıkları deneyimlere ve saldırının geldiği boyuta bakıldığında ise izlenecek mücadele çizgisini ve yöntemlerini ortaklaşa tartışmak, ortak hareket etme ve örgütlenme biçimleri yaratmak bir ihtiyaç olarak beliriyor. Bu noktada akarsularımızın şirketlere satılmasının nedenlerini ve yarattığı sonuçları; mücadele deneyimlerinden çıkarılan dersleri bilince çıkarmak bundan sonra mücadelenin izleyeceği seyir açısından kritik önem taşıyor.
Suya Müdahale Yaşama ve Doğaya Saldırıdır!
HES projelerinin yapımında olduğu gibi su kaynaklarının sermaye tarafından denetimi için doğaya ve kaynağın kendisine yapılan müdahaleler su sayesinde varlığını sürdüren ekosistemi tahrip ediyor. Suya HES'le müdahale, suyun barajlanarak tutuklanması; boru ve kanallarla dere yatağının ve doğanın dışına taşınması, yeraltı sularının açılan tünellerle çekilmesi, dere yataklarının yerinin ve suyun akışının değiştirilmesi yoluyla yapılıyor. Derelerin kurutulması, suda yaşayan mikroorganizmaların, suyla beslenen hayvanların ve bitkilerin o bölgedeki varlıklarını sürdürülemez hale getiriyor, balıkların göç yollarını tıkıyor. Biyoçeşitlilik azalıyor. Yaban hayat yok ediliyor. HES'lerin yapım aşamasında özellikle yol ve iletim hattı çalışmalarında ormanlar katlediliyor. HES'lerde kullanılan betonarme yapılar için gereken kum ve çakıl için açılan taş ocakları, inşaat sırasındaki hafriyatlar, diğer atıklar, toz emisyonları doğal çevreyi kirletiyor ve tüm canlıların yaşamını tehlikeye sokuyor. HES’ler suyu havzanın daha yüksek yerlerinde tutarak havzanın aşağı kesimlerine doğru olan suyun akışını azaltıyor. Bu durum yer altı sularının büyük oranlarda azalmasına hatta bazı durumlarda sulak alanların kurumasına neden oluyor. HES inşaatları için kullanılan dinamitleme yöntemi yeraltı sularını etkileyerek halkın içme suyu kaynaklarının yok olmasına, susuzluk tehlikesinin açığa çıkmasına neden oluyor. HES'lerle suyun kendini yenileyebilme niteliği azalıyor.
Tüm bunlarla birlikte HES projeleri tarihsel kültürel dokuları, bölgede yaşayan insanların yüzyıllardır suyla birlikte şekillenen yaşama biçimlerini ve kültürlerini de yok ediyor. Bu yanıyla HES'ler kültürel çeşitliliğe ve zenginliğe yönelik bir saldırı olarak da gelişiyor.
Bugün gelişen yerel hareketlerin temel dinamiğini sermaye saldırısı altındaki suya, HES projelerinin yapılması planlanan vadilere ve kültürel/yaşamsal değerlere sahip çıkmak oluşturuyor. Bu noktada mücadelenin iki temel eksenini suyun ticarileştirilmesine karşı topyekün mücadele ve doğanın/yaşamın kar güdüsüyle tahrip edilmesine karşı verilecek ekolojik mücadele olarak kavramayan her eğilim saldırının büyüklüğü karşısında durmak ve mücadeleyi ilerletmek bakımından sınırlara çarpıyor.
Açık ki su, doğanın hakkı ve koruyucusudur. Doğada canlı ve cansız varlıklar arası ilişkiyi kurarak canlıların daha sağlıklı yaşamasını, ekosistemin devamlılığını sağlayan en önemli unsurdur. Bu nedenle su hakkı mücadelesi doğanın varlığını ve devamlılığını sürdürmesi için; kendini bu saldırı karşısında savunamayan hayvanlar ve bitkiler için de verilmelidir. O doğal çevrede oluşmuş tarihsel-kültürel doku, yapı ve değerlerin korunması da mücadelenin bir parçasıdır.
Suyun Ticarileştirilmesi Köylülük için Yıkım Getiriyor!
Suyun ticarileştirilmesi ve bunun bir parçası olarak HES projeleri birçok farklı etkiyle tarım ve hayvancılıkta küçük üreticiyi/geçimlik üretim yapanları üretimini sürdüremez hale getiriyor. HES projeleri suyun doğal çevrimini, dolayısıyla bölgenin yağmur ve nem dengesini bozuyor. Bu müdahaleler yerellerde geleneksel geçim kaynağını oluşturan tarımsal ürünlerin yetişme koşullarını ortadan kaldırıyor. Su döngüsüne yapılan müdahalelerle suyla taşınan toprak ve besinin azalması tarım topraklarının beslenememesine, toprak veriminin düşmesine, tarımsal toprakların niteliklerini kaybetmelerine neden oluyor. Akarsuya yapılan müdahalelerle suyun niteliğinin azalması ve kirletilmesi Tokat ve Amasya örneklerinde yaşadığımız gibi ürünlerin kurumasına/çürümesine yol açıyor. HES projelerinin yapım sürecinde kullanılan tekniklerle açığa çıkan kirlilik arıcılık faaliyetlerinin ortadan kalkmasına neden oluyor.
Su kaynaklarının metalaştırılması; tarım yaptıkları toprakları akarsuları kullanarak sulayan, hayvanlarının su ihtiyaçlarını akarsulardan karşılayan köylülerin kullandıkları suyu bir üretim maliyeti haline getiriyor. Hali hazırda üretim maliyetlerini karşılayamayan köylüler için bu durum hızla yoksullaşma anlamına geldiği gibi; suyun etrafında kurulan ve suyla yaşam bulan köylülüğün ve küçük/geçimlik tarımsal üretimin tasfiyesi, suyun metalaştırılmasıyla hızlanıyor. Bu süreç aynı zamanda kentte ve kırda emekçi halkın beslenme hakkına karşı bir saldırı olarak da gelişiyor. Su kaynaklarının sermaye tarafından ele geçirilmesi sürecinin bu bölgelerde endüstriyel tarıma geçişin (geleneksel ürünlerde değişiklik yapılmasını sağlayan müdahaleler, GDO'lu ürünlerin kullanımının yaygınlaştırılması da bu sürecin bir parçasıdır) temellerini de attığı; yerel halkın topraksızlaştırılarak kendi toprağında işçileştirilmesinin ve büyük bölümünün de göç etmek zorunda bırakılmasının önünü açacağı bugünden görülüyor. Tüm bunlar bugün suyun ticarileştirilmesine karşı yürütülecek mücadelenin aynı zamanda toprağına, tohumuna ve beslenme hakkına sahip çıkma mücadelesi olduğunu gösteriyor.
Sermayenin Enerji İhtiyacı için Verecek Suyumuz Yok!
HES projeleri yaşama geçirilirken kullanılan argümanlardan biri yenilenebilir enerjidir. HES'lerin ekosistemde yarattığı tahribat açıktır. Yenilenebilirlik iddiasının gerçek olmadığını yaşadıklarımız bize öğretmektedir.
HES projeleriyle su döngüsünün bozulması doğadaki suyun miktarında değişiklik yapmamaktadır, suyun yapısını değiştirmektedir. Derenin yatağından çıkarılan su artık yeraltı katmanlarından geçerek zenginleşemiyor, yeraltı sularını besleyemiyor, su, içine alındığı boru ve kanalın içinde akışı sırasında oksijence zenginleşemiyor, dere yatağından akarken içindeki mikroorganizmaların yarattığı biyokimyasal süreçten geçemiyor. Kısaca artık su deredeki su olarak değil sadece bir sıvı olarak akıyor. O kanaldan alınan sıvıyla sulanan bitki, sıvıyı alan canlı serinliyor ancak beslenemiyor. Suyun doğal akışı engellenerek borulanması, kanallanması doğada yaratılan tahribatın geri döndürülemezliğini açıkça göstermektedir. Bu nedenle HES'lerle üretilen enerji yenilenebilir değildir.
Akarsuların kullanım hakkını sermayeye satarken siyasal iktidarın halkı ikna etmek için kullandığı en temel argümanlarından birini ülkenin enerji ihtiyacının giderek arttığı, enerji krizinin kapıda olduğu ve HES projeleriyle bu ihtiyacın karşılanacağıdır. Özellikle yerel halka karşı mülki amirler, şirketler HES projeleriyle enerjide dışa bağımlılığın azalacağı argümanını kullanmakta, bu projelere karşı çıkmanın "ihanet" olduğu söylenerek halk suçlanmaktadır. Burada temel soru bu enerji ihtiyacının kimin ihtiyacı olduğudur. Evet, karı temel alan kapitalist üretim biçiminin enerji ihtiyacı artmaktadır. Kapitalist gelişme ve yaşam tarzının üretim ve tüketimde enerjiye duyduğu ihtiyaç yeni enerji kaynakları açığa çıkarma, var olan kaynaklara el koyma ve enerji alanına yatırımların hızla artması sonuçlarını doğurmaktadır. Enerji sermayenin değerlenme alanlarından biridir. AKP iktidarı enerji alanının piyasalaştırılması için gerekli düzenlemeleri hızla yaşama geçirmektedir. Açık ki enerji ihtiyacı söylemiyle yaşama geçirilen ve yaşamın kaynağı suya el koyma sürecinin aracı olan HES'lerde üretilecek enerji halkın değil kar amaçlı üretim yapanların; kapitalist üretim biçiminin ihtiyacıdır. Sermayenin birikimini arttırmak için verecek suyumuz yok! Bugün açığa çıkan su hakkı mücadeleleri enerji alanında sermayenin hakim ideolojisini, kar amaçlı kapitalist üretim biçiminin gerçekte yaşamsal olmayan ürünleri nasıl ihtiyaçmış gibi sunduğunu ve bu üretim biçiminin doğada yarattığı yıkımı sorgulatma yeteneğini de içinde barındırmaktadır.
Sermaye saldırılarını yoğunlaştırıyor; su hakkı mücadelesi öğretiyor
Bugün HES projeleriyle bölgeye giren şirketler türlü yöntemlerle su kaynaklarının egemenliğini ele geçirmeye çalışmaktadır. Yöntemlerden biri geçimlik üretimleri ellerinden alınan, giderek yoksullaştırılan ve işsizlikle boğuşan yöre halkını parayla satın almaya çalışmaktır. Çantalarla paralar HES bölgelerinde dolaştırılmakta öncelikle muhtarlar işbirlikçileştirilmeye çalışılmakta, halk iş vaatleriyle ikna edilmeye çalışılmaktadır. Halkı yoksullaştıran, geçim araçlarını elinden alan, her türlü sosyal korumayı ortadan kaldırarak yaşamsal ihtiyaçların tamamını piyasaya bağımlı kılanlar bu yoksulluğu şimdi doğanın ve suyun metalaştırılmasında kullanmaktadır. HES’lerin yapıldığı bölgelerde mülki amirler ve devletin kolluk kuvvetleri de bu saldırının parçası haline gelmektedir. Öyle ki kimi kaymakamlar HES şirketlerine karşı çıkan köylerde köylüleri yeşil kartlarını iptal etmekle tehdit edebilmektedir.
Diğer yandan sermaye kendi özelleşmiş zor aygıtlarını yaratmaya girişmiştir. Şirketlere kullanım hakkını ele geçirdikleri suyu halktan korumak için özel güvenlik örgütlerini kurma iznini verecek düzenlemeler yapılmaktadır. Bugün şirketler artık bölgede kiraladıkları özel güvenlik şirketleriyle sürmekte olan HES inşaatlarını ve üretime geçmiş HES projelerini korumaktadır. Özel güvenlikler yerel halkın yaşam hakkına tecavüz etmektedir. Kolluk kuvvetleri şirketlerin çıkarlarını savunmak üzere halk direnişlerinin karşısına çıkmaktadır. HES şirketlerinin yaptıkları bununla bitmemekte Giresun Çanakçı örneğinde görüldüğü gibi yeri geldiğinde projenin yapıldığı bölgelerde paralı adamlarıyla yöre halkına saldırmaktadır. Artık yoldan geçerken HES projesine bakmak isteyenler taşeron şirket patronları tarafından silahla karşılanabilmekte; HES projeleri güzergahlarında polis ve jandarma tarafından sürekli kimlik kontrolleri yapılması sıradan uygulamalar haline gelmekte; şirketlerin özel güvenlik elemanları yoldan geçenleri istedikleri gibi durdurabilmektedir. Sermaye direniş karşısında saldırganlığını arttırmaktadır.
Sermayenin ve siyasal iktidarın su hakkı mücadelesini engellemek için kullandığı bir diğer yöntem ise karşıtını içerme; içererek bastırma yöntemidir. Diğer tüm toplumsal muhalefet hareketlerinde denendiği gibi sermaye su hakkı mücadelesini de içererek yok etmeye çalışmakta ve bu noktada sermaye ve siyasal iktidar tarafından desteklenen, çeşitli fonlar kullanan STK’lar su mücadelesini içerden etkilemek için devreye sokulabilmektedir. Çevre ve Orman Bakanı ile Enerji Bakanı HES şirketleri ile yaptıkları son toplantıda "önünüzdeki tüm engelleri kaldıracağız" vaadiyle birlikte şirketlere halk örgütleniyorsa siz de örgütlenin önerisini iletmiştir. Önümüzdeki dönem şirketlerin halka karşı ortak stratejiler belirleyeceği ve sermaye yanlısı STK'lar aracılığıyla HES yapılan bölgelerde muhalefeti engelleme taktiğine yaygın biçimde başvuracağı görülmektedir. Bugün STK'lar özellikle su mücadelesinde pazarlıkçı yaklaşımların örgütlenmesinde özel bir misyon taşımaktadır.
Bugün doğayı ve suyu metalaştırmada temel itki olan kar amaçlı üretim biçimini, neoliberal piyasalaştırma, metalaştırma politikalarını onaylayan kimi egemen siyasal aktörler de halkın HES’lere karşı tepkisini yerellerde siyasal rant elde etmek ve oy avcılığı yapmak için kullanmaktadır. Açıktır ki su mücadelesi örgütlenmesi sermayeden, devletten, su mücadelesini siyasal rant malzemesi haline getirmeye çalışan tüm aktörlerden bağımsızlığı kritik önem taşımaktadır.
Yerellerde yaşama geçen mücadele deneyimlerinden açığa çıkan bir diğer sonuç şudur ki; mücadele talebini sadece o bölgede yapılan HES’lere karşıtlığa indirgeyen yerelci yaklaşımlar; vadilerde yapılacak HES sayısını ya da can suyu miktarını belirlemeyi hedef alan; köklerini AB su mevzuatında gördüğümüz ve gerçekte havzanın tamamının planlanması ve akarsu havzalarının şirketlere plan yapılarak devredilmesinden başka bir anlam taşımayan “bütünleşik havza planlaması” talebini temel alan eğilimler su hakkı mücadelesinin bütünlüğünü görünmez kılmaya hizmet etmektedir. Açıktır ki pazarlığın diğer yüzü uzlaşmadır.
Yine HES’lere karşı mücadele içinde özellikle halkın muhafazakar, milliyetçi eğilimlerine yaslanma kolaylığına kaçmak ve sadece yabancı sermayeyi “düşmanlaştırarak” mücadele dilini buna göre kurmak da sermaye karşısında verilmesi gereken bütünlüklü mücadeleyi zayıflatmaktadır. Bu eğilim özellikle egemenlerin HES projelerini meşrulaştırmak için kullandığı “enerjide bağımlılığı ortadan kaldırmak için HES projelerini yapıyoruz” söylemine meşruluk kazandırmakta, bugün HES projelerini yapmak için harekete geçen birçoğu özel olarak HES projelerinin yaşama geçirildiği bölgeden olmak üzere yüzlerce yerli şirketlere karşı verilecek mücadeleyi zayıflatmaktadır. Sermaye özel olarak hemşericilik ilişkilerini muhalefeti bastırmak için kullanmayı bir yöntem olarak belirlemektedir. Yine bu süreçte yerel bir dizi şirket su/enerji alanına girmekte ve yeni birikim kanalları oluşmaktadır. Açıktır ki bugün suya ve doğaya saldıran sermayenin dini, dili, milliyeti yoktur. Yerli ve uluslararası sermaye aynı amaç doğrultusunda yani suyu ve doğayı metalaştırmak için harekete geçmiş durumdadır.
HES projelerinin çeşitli yöntemlerle yaşama geçirildiği bölgelerde özellikle yerel iktidar odakları ve şirketler aracılığıyla sonuçlardan doğrudan etkilenen ve tepki gösteren halk arasında bu sürecin geri döndürülemezliğine ilişkin bir kanı ve yenilgi duygusu yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır. Oysa HES projelerinin vadilerde gayrimeşru varlığı yapım aşaması ve üretim sürecinde yerel halkla şirketler arasında suyun kullanım hakkı etrafında sürekli bir mücadele dinamiği doğurmaktadır. Su hakkı mücadelesi bu hakkı elde edene kadar sürecek kesintisiz bir mücadeledir, üstelik HES’lerin yapıldığı ve sonuçlarının açığa çıktığı bölgelerde mücadele yeni bir safhaya girerek artacaktır.
HES projeleri için gittikleri bölgelerde şirketler yerel halk arasında bölünme ve çatışma yaratmak üzere özel stratejiler uygulamaya koymaktadırlar. Bu bakımdan yerel halkın birliğini sağlamak önem taşımaktadır.
Yine HES projelerine başlanan kimi bölgelerde ise kimi zaman mücadeleyi sadece hukuksal süreçlere havale etme eğilimi yükseltilmektedir. Bu eğilim hukuksal mücadelede alınan olumsuz sonuçlar ya da şirketlerin hukuk kararlarını uygulamaması durumunda mücadele yöntemlerini baştan tıkamaktadır. Özellikle AKP iktidarının sermayenin hareket alanını genişletmek, önündeki yasal engelleri ortadan kaldırmak ve halkın karşısında sermayenin çıkarlarını korumak adına Anayasa değişikliği de dahil olmak üzere yaptığı hukuksal düzenlemeler düşünüldüğünde mücadelenin hukuksal alanla sınırlandırılmaması asıl olarak halkın örgütlü mücadelesinin ve direnişinin temel alınması kritik önem taşımaktadır.
Su hakkı mücadelesi halkın örgütlü gücünü temel alır!
Halkın HES projelerine karşı mücadelesi karşısında sermaye, saldırılarını boyutlandırarak yükseltmektedir. Sermayenin doğayı ve onun yaşamsal bir parçası olarak suyu metalaştırma saldırısı gayri meşrudur. Sermayenin yanında yer alan tüm kurum ve kuruluşlar; yasal düzenlemelerle su kaynaklarının sermayeye satışından, su hizmetlerinin piyasalaştırılmasına kadar suyu ticarileştirme sürecinin önünü açan ve su hakkı için direnen halka karşı gelişen türlü saldırıların arkasında duran siyasal iktidar, halkın ve doğanın düşmanıdır. Bu noktada suyun metalaştırılmasına ve doğanın yok edilmesine karşı aktif direniş içinde halk haklılığını meşruluğundan alan her türlü mücadele yöntemini ve eylem biçimini kullanabilir ve bu saldırıları karşılayacak bir örgütlenme düzeyi yaratmak zorunludur.
Halkın doğrudan özne olmadığı mücadelelerin gelişme ve kazanım elde etme olanağı yoktur. Saldırının çapı göz önüne alındığında halkın katılım kanallarını açmayan, kitleselleşmeyen, halka mücadele konusunda karar verme ve sorumluluk alma hakkı tanımayan örgütlenme biçimlerinin mücadeleyi yükseltebilme şansları yoktur. Bu tarz bir örgütlenme biçimi bürokratikleşmeye ve yozlaşmaya açık olacaktır. Su ve yaşam hakkı mücadelesinin halkın doğrudan söz ve karar hakkına sahip olduğu bir örgütlenme biçimiyle yürütülmesi vazgeçilmez bir gerekliliktir.
Sermayenin suya ve doğaya dönük metalaştırma programı ülke çapında bütünlüklü bir saldırı olarak şekilleniyor. Bu saldırının karşısında mücadelenin gelişmesi ve kazanım elde edebilmesi bakımından ülkenin farklı yerellerde sürdürülen su hakkı mücadeleleri arasındaki ilişki kritik önem taşımaktadır. Su hakkı mücadelesi dil, din, ırk bölge farklı gözetmeden sürdürülmesi gereken ortak bir mücadeledir ve halkların mücadele içinde kardeşleşmesinin olanaklarını içinde barındırmaktadır. Öncelikle farklı örgütlenmeler ve dinamikler üzerinde yükselen mücadelelerin birbirleriyle mücadele içinden dayanışma ilişkileri geliştirmeleri, her türlü olanaklarını ve deneyimlerini paylaşmaları, ortak hareket etmeleri mücadeleyi/örgütlülüğü güçlendirmek bakımından önemli bir ilk adımdır.
Suyun ticarileştirilmesi sermayenin bütünlüklü programının bir parçasıdır. Bu bakımdan suyun ticarileştirilmesinin farklı biçimlerine karşı mücadele edenler başa olmak üzere; sermayenin tüm ortak toplumsal ihtiyaçları ve doğayı piyasalaştırma, emeği güvencesizleştirme saldırısına karşı mücadele edenlerin yani sağlık, eğitim, ulaşım, barınma hakkı mücadelesi verenlerin, Üçüncü Köprü'ye karşı yaşamı savunanların, GDO'ya hayır diyenlerin, ekme-biçme hakkını savunanların, güvenceli iş isteyenlerin mücadelelerinin su hakkı mücadelesi verenlerle ortaklığı görülmeli, farklı mücadele alanlarında dayanışma ilişkileri, ortak hareket ve örgütlenme biçimlerini geliştirmek hedeflenmelidir.
Kadınların su hakkı var!
Tüm dünyada ve ülkemizde tarımsal üretimde en yoğun biçimde emek harcayan, ev içi yeniden üretim alanında üzerlerine yüklenen işler nedeniyle suyu en fazla kullanan kadınlar suyun ticarileştirilmesinden ve bunun bir parçası olarak bugün yaşama geçirilmeye çalışılan HES projelerinden de en ağır biçimde etkilenmektedir. Temiz suya erişim kısıtlandığında kadınlar daha yoğun biçimde sağlık sorunları yaşamakta; suyun paraya bağımlı kılınması kadınların suya erişimini engellemekte; kadınların suya ulaşmasındaki zorluk ev işlerinden, bahçe/tarla işlerine, hane halkının temizliği ve bakımını sağlamaya kadar kadınların sarf ettikleri karşılıksız emeklerini arttırmalarına yol açmaktadır. Suyun piyasalaştırılması ev içindeki cinsiyetçi işbölümünün pekişmesine neden olmaktadır. Sermaye ise "toplumsal cinsiyete duyarlı su kaynakları yönetimi" gibi yeni stratejiler geliştirerek kadınları suyun ticarileştirilmesi sürecine dahil etmeye/uyumlulaştırmaya, direnişlerini kırmaya üstelik piyasalaştırılan su hizmetlerinin ücretlerinin kadınların emeği kullanılarak alınması planlarını yaşama geçirecek projeler yapmaya çalışmaktadır. Bu stratejiler gerçekte kadınların ücretli ve ücretsiz emeği üzerindeki sömürüyü perçinleme stratejileridir. Bugün kadınlar su mücadelesinin en kararlı ve direngen özneleridir. Ancak sermayenin saldırıyı sertleştirmesi karşısında mücadelenin “erkek işi” olarak tanımlanması ve kadınların geride kalmaya dönük uyarılar alması yaygınlaşma eğilimi gösterebilmektedir. Kadınlar yaşamın tüm alanlarında olduğu gibi su hakkı mücadelesinde de söz ve karar hakkına sahip olma konusunda engellerle karşılaşmaktadır.
Sermayenin suyu ve suyun bir parçası olduğu doğayı metalaştırma saldırısının bugün geldiği boyut ve su mücadeleleri deneyimlerin değerlendirilmesinden ve su mücadelesi çizgisine dair yaptığımız tartışmalardan çıkan temel sonuçları paylaşıyoruz;
Su ve Yaşam Hakkı İçin Mücadeleyi Büyütelim
ü Su hizmetlerine ilişkin; ön ödemeli sayaçlar, kentsel su hizmetlerinin piyasada fiyatlandırılması, kentlerde iletim hatlarının şirketlere devri gibi her türlü özelleştirme, piyasalaştırma uygulamasına son verilmesi;
ü Temiz suyun herkes için eşit biçimde ulaşılabilir olması;
ü Evsel su ve geçimlik tarım üretimi için gereken suyun parasız olarak sağlanması;
ü Su hizmetleri ve bağlantılı işlerde çalışanların güvenceli bir iş ve insanca yaşam hakkının garanti altına alınması
ü Suya ve su hizmetlerine dair tüm yapıların sermayenin karlılığını, kapitalist üretimin ihtiyaçlarını temel alacak biçimde değil canlı yaşamının ve doğanın sürdürülebilirliğini temel alacak biçimde oluşturulması
ü Su kullanım hakkı anlaşmalarının tamamının iptal edilmesi, başlayan ve üretime geçen HES projelerinin sonlandırılması ve doğada/su kaynaklarında yarattığı tahribatı ortadan kaldırmaya dönük bir program acilen yaşama geçirilmesi
ü Su havzalarının tamamı bölge halklarının örgütlülüğünün süreçte temel özne olduğu bir biçimde koruma altına alınması su hakkı mücadelesi programının vazgeçilmez başlıklarıdır.
Su Hakkı için Örgütlenmeye!
Açık ki halkın vadilerini ve derelerini korumaya yönelik kendiliğinden savunma eğilimleri ancak sermayenin insan yaşamı ve doğaya yönelik saldırıları karşısında örgütlü bir mücadeleye dönüştüğünde bu saldırıları geri püskürtebilir. Bu noktada forumda yapılan tartışmalardan çıkan temel vurgular şöyledir;
Su hakkı yaşam hakkıdır. Mücadelemiz sularımız özgürce akıncaya, su politikaları, üretenlerin yönettiği bir dünyada belirleninceye kadar sürecektir.