13 Mayıs 2014 tarihinde Manisa’nın Soma ilçesinde Soma Kömür İşletmeciliği’ne ait bir kömür madeninde meydana gelen trafo patlaması sonucu yüzlerce işçi hayatını kaybetmiştir. Olayın yaşandığı ilk günden itibaren gerek şirket yetkilileri, gerekse de devletin yetkili kurumlarınca şeffaflıktan uzak bir biçimde, olayda meydana gelen ölüm ve yaralanmalar hakkında gerekli bilgiler verilmemektedir.
Yaşanan bu olaydan sonra Halkevleri Hukuk Dairesi olarak 15.05.2014 tarihinde Soma’ya gittiğimizde, Başbakan tarafından ‘iş kazası’ olarak nitelendirilen bu olayın aslında açık seçik bir ‘katliam’ olduğunu belirtmek isteriz.
15.05.2014 günü sabahın erken saatlerinde Soma’ya vardığımızda ilk durağımız Soma Devlet Hastanesi oldu. Hastanede görev yapan sağlık çalışanları ile yapmış olduğumuz görüşmede bu hastanede yaralı olmadığını, faciadan sonra sağ kurtarılan ve kurtarma çalışmaları sırasında hafif yaralananların da aralarında bulunduğu 70 civarındaki işçinin ayakta tedavi edilerek taburcu edildiğini öğrendik. Bu işçilerin tamamına yakını duman zehirlenmesi sonucu sevkedilmiş ve sonrasında taburcu edilmiştir.
İlçedeki sağlık birimlerinin yetersizliği ve yanık ünitesinin olmaması nedeniyle ağır yaralılar Akhisar, Kırkağaç ve İzmir'de bulunan hastanelere sevk edilmiştir. Bu durumun uzak bölgelere sevk nedeniyle işçilerin bazılarının yolda hayatını kaybetmesine neden olduğu tarafımıza ifade edilmiştir. Yaralıların uzak ve değişik hastanelere dağıtılması aynı zamanda yaralı sayısının ve durumlarının tespit edilmesini de zorlaştırmaktadır.
Olayın yaşandığı maden ocağında çalışan işçilerin anlattığı çalışma koşullarının 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ile maden ocaklarındaki faaliyetleri düzenleyen 19.09.2013 tarihinde Resmi Gazetede yer alarak yürürlüğe giren MADEN İŞYERLERİNDE İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ YÖNETMELİĞİ’ne açıkça aykırı olduğunu tespit etmiş bulunmaktayız.
İş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin yeterli şekilde alınmadığı, maliyetleri düşürmek amacıyla temel iş ve işçi sağlığı önlemlerinin bertaraf edildiği, standartlara aykırı malzeme kullanıldığı, iş güvenliği uzmanlarının tespitlerinin gözardı edildiği, üretimi kesintiye uğratmamak için vardiya değişimlerinin ocağın içinde yapıldığı tarafımıza belirtilen eksikliklerin başlıcalarındandır.
Yukarıda kısaca açıkladığımız iş sağlığı ve güvenliği mevzuatına aykırılıkların madenin asıl sahibi olan TKİ tarafından denetlenmemesi, kamu kurumları tarafından yapılan denetimlerin etkin olmaması ve eksikliklerin üzerinin örtülmesi nedeniyle faciada müşterek sorumluların öncelikle Soma Kömür İşletmeleri A.Ş yetkilileri ile TKİ ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı olduğu açıktır.
Devletin yürütme organlarınca sürekli dillendirilen ve yurttaşlarda yaşanan bu olayların ‘kaza’ olduğu izlenimini yaratmaya yönelik olarak, olaya ‘trafo patlamasının’ sebep olduğu hususu Soma halkı tarafından kabul edilmemektedir. Bu olaya sebep olan neden ‘trafo patlaması’ olsa dahi, yürürlükteki tüm mevzuata göre İŞVERENİN GEREKLİ ÖNLEMLERİ ALMAK İLE YÜKÜMLÜ OLACAĞI, BU ÖNLEMLERİ ALMASININ İSE ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI TARAFINDAN DENETLENECEĞİ TARTIŞMAYA AÇIK OLMAYAN BİR DURUMDUR.
Gerekli önlemlerin alınmamasına ilişkin en önemli tespitimiz ise, bu önlemlerin alınmamasındaki öncelikli nedenin işçilerin istihdam biçiminin parçalanarak TAŞERON SİSTEMİ ile çalıştırılmasıdır.
Yetkililerin “taşeron yok” açıklamalarının aksine işçiler, değişik taşeron şirketler üzerinden çalıştırıldıklarını ifade etmektedirler.
Maden işletmelerinin devlet eliyle yürütüldüğü zamanlarda yaşanan ölümler ile özelleştirme sonucu taşeron şirketler eliyle yürütüldüğü ölümler kıyaslandığı zaman bile taşeron sisteminin ne derece tehlikeli olduğu daha açık bir şekilde anlaşılacaktır.
Soma Madeninde devam eden kurtarma faaliyetleri ve bu katliam dolayısı ile gerçekleşen ölü ve yaralı sayısı halen tam olarak bilinmemektedir. Olay yeri ve çevresinde işçilerin yakınlarının tepkisinden çekinen yetkililerce polis ve jandarma yığınağı yapılması nedeni ile incelemelerimizi sınırlı koşullar altında gerçekleştirmiş bulunmaktayız.
Ancak arama kurtarma faaliyetine katılan işçiler ile gerçekleştirdiğimiz görüşmelerde söz konusu madenin 3 katlı olduğu, her katta 7 blok olduğu, işçilerin 800 kişilik gruplar halinde 8’er saat ve 3 vardiya sistemi ile çalıştığını tespit etmiş bulunmaktayız. Yine bu görüşmelerde patlamanın 2. katta gerçekleştiği, ölü sayısının fazla olmasında da VARDİYA sisteminin etkili olduğunu belirtmek isteriz. Vardiya sisteminde her işçinin bir vardiyacısı olup, kendi vardiyacısı madendeki kazı alanına inmeden hiçbir işçi maden dışına çıkamamaktadır. Oysa ki maden alanı dışında da vardiya sistemi gerçekleşebilir. Fakat işverenin çalışmanın durmaması, sürekli devam etmesi yönündeki ısrarı ile ölümlerin sayısı artmıştır.
Daha önce aynı madende çalışan işçilerden edindiğimiz diğer bir bilgi de, işverenin işçilerin hasta olduğunda dahi rapor kabul etmemesidir. Çünkü işçiler prim usulü ile çalışmakta, prime konu çalışma hedefini tutturamayan işçiler daha az maaş almakta, hasta olan ve rapor alan işçilerin iş sözleşmeleri feshedilmektedir. Sonuç olarak bu katliamın en büyük sebebi daha çok kar elde etmek, üretimin maliyetini düşürmek isteyen, maliyeti arttırdığı için gerekli önlemleri almaktan kaçınan işveren ve işverenin güttüğü kar hırsıdır.
Katliamın gerçekleştiği günden sonra şirket ve devlet tarafından ŞEFFAFLIKTAN UZAK bir tutum sergilenmiştir. İşçilerin yakınları, işçilerin hayatta olup olmadığını bilmemektedir. Birçok işçi yakınından şu cümleyi duyduğumuzu belirtmek isteriz; ‘Ölü ya da diri yakınımızı bize verin!’
Maden alanında gittiğimiz gün Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün olay yerini ziyaret ettiği sırada güvenlik önlemlerinin had safhada olmasından dolayı arama ve kurtarma faaliyetlerine katılan kurtarma ekiplerinin (çevre illerden gelen itfaiye görevlileri, AFAD, gönüllü ekipler) olay mahallinden uzaklaştırılması sebebi ile sekteye uğraması, insan canına verilen kıymetin göstergesidir. İşçilerin canı hiçe sayılmıştır.
Maden sahasında edindiğimiz izlenimlerden bir başkası, en güvenli maden denilen ocakta işçilerin çalıştığı tüm bina ve diğer yapılarının derme çatma olmasıdır. İnşaat alanında toplu konut projeleri ile övünen hükümet, konu işçilere geldiğinde prefabrik dahi diyemeyeceğimiz yapılar ve her tarafı çamurla kaplı bir işyerini işçilere layık görmektedir.
Cenazeler Kırkağaç’ta bulunan kavun depolarına taşınmakta, Kırkağaç’ta görevli 11 Cumhuriyet Savcısı organizesinde ailelere slaytlardan teşhis yaptırılarak teslim edilmektedir. İlk gün bazı cenazeler Et Balık Kurumu ve Keskinoğlu Piliç’in soğuk hava tertibatlı araçları ile taşınmıştır. Halen nakiller ambulans kanalı ile yapılmaktadır.
Olay yerinde elliden fazla ambulans olduğundan, içeride 18 cenaze kaldığı iddiasına kamu görevlilerinin bile inanmadığı ortadadır.
Cenazelerin toplu olarak defnedilmesi organizasyonu hükümeti zora sokmamak için özellikle yapılmamıştır. Bu organizasyon sendika tarafından da yapılabilecekken, sendika bu işe bilinçli olarak dahil olmamıştır. Cenazeler köylere ve merkez mezarlığında yan yana kazılan toplu mezara defnedilmektedir.
Soruşturma ile ilgilenen Soma Cumhuriyet Savcısı ile yapmış olduğumuz görüşmede; madende yangın ve arama-kurtarma çalışmaları henüz sürdüğünden dolayı tespit ve diğer işlemler henüz başlamamıştır. Halkevleri Derneği olarak Soma Cumhuriyet Savcılığı tarafından sürdürülmekte olan 2014/1567 sor.no’lu soruşturmada eksik olan hususların giderilmesi ve delillerin tespit edilmesinde dikkat edilecek hususlara ilişkin dilekçemizi 15.05.2014 günü vermiş bulunmaktayız. Soruşturma aşamasında olan dosyada olayın kendi özellikleriitibariyle olsaı faiilerinin delil karartma ihtimaliyüksektir. Tüm sorumluluğu doğabilcek olan şirketin en yetkili kişisinden en aşağıda yetki kullanan kişiye kadar etkin bir soruşturmaya tabi tutulmalıdır. Yine denetleme yükümlüğü ve icrai ihmali davaranışı dolayısı ile doğebilcek sorumluluğa sahip kamu görevlilerine de aynı etkin soruşturma hızlıca uygulanmalıdır. Ayrıca 16.05.2014 günü Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na vermiş olduğumuz dilekçe ile Soma’da gerçekleşen katliam sonrası Soma halkına yumruk atan Başbakan ve tekme atan Başbakanlık Müşaviri Yusuf Yerkel hakkında suç duyurusunda bulunduk.
Şehirdeki insanların psikolojik durumları oldukça kötü olup, olay sonrası uzun süre psikolojik destek verilmesi gerekmektedir.
Şehirde yardım faaliyetleri Kızılay yanında pek çok islami referanslı dernek, vakıf ve cemaatler tarafından yürütülmektedir. Halka yiyecek, içecek, kandil simidi gibi ürünler dağıtan bu kuruluşlar insanları yaşananların kader olduğuna, yapacak bir şey olmadığına ikna etme ve örgütlenme çabasındadırlar.
Ayrıca şehirdeki AKP'li kadrolar olası tepkilere karşı yoğun ve organize şekilde çalışmakta, halkın arasına karışarak tepki gösterenleri “bunun yeri burası değil” gibi sözlerle pasifize etmeye çalışmakta, dışarıdan gelenlere tacizkar davranışlar içerisine girmektedirler.
Son olarak belirtmek isteriz ki bakanlık yetkililerinin gerekli denetimi yapmaması bu katliamın birinci sebebidir. Yani yürütme, kendi koyduğu -ILO normlarına aykırı- yasalara dahi uymamaktadır. Facianın üzerinin kapatılması için yoğun çaba gösterilmekte, halk “kan parası” karşılığı satın alınmaya çalışılmaktadır.
Katliam sonrası ülkenin dört bir yanında gerçekleştirilen protesto gösterilerinde ise hükümet 2911 sayılı kanuna sarılmıştır. Bir ülkenin veya toplumun iktidarı elinde tutanları,kendi ülkesinde yaşayan tüm insanların yaşam ve diğer haklarını korumak ve bunları güvenceli bir düzene bağlamak zorundadır. Aksi halde kendi varlık nedenine aykırı hareket etmiş olur ki bu durumda meşruiyetini kaybeder.Meşruyetini kaybeden iktidar değerleri, hakları ve inançları baskı altında bırakarak yönetme kabiliyetini sergilemeye çalışır. Soma da iktidarın icraatları, meşruyetini kaybetmiş AKP hükümetinin baskı ve zulüm uygulamasından ibaretttir. Hukukun uygulanmasında ve uygulanmamasındaki bu keyfiyet artık uluslararası bir hukuk teamülü haline gelen hukuksuzluk karşısında tüm yurttaşların sahip olduğu ‘direnme hakkı’nın kullanılmasını kaçınılmaz hale getirmiştir.
Halkevleri Hukuk Dairesi