Halkevleri Örgütlenm Sekreteri Av. Sercan Aran'da Nusaybin ve Şırnak gözlemleri

Ct, 20/08/2016 - 16:52
  • Arttır
  • Eksilt
  • Normal

Abluka altında bir şehir: Nusaybin

Merhaba öncelikle şunu belirtmek gerekir ki; bu bir gözlem yazısıdır. Bugün(17.08.2016) günü Sur’dan Cizre’ye Dayanışma Koordinasyonu olarak Nusaybin’deydik.  Dayanışma Koordinasyonu ekibinde Halkevleri, HDK, İHD, ÖDP, İşçi Sözü, SODAP, EMEP, DHF, Dersim Demokratik Kadın Hareketi, Demokratik Kadın Konfederasyonu, Yeşiller ve Sol Gelecek Partis, Mezopotamya Hukukçular Derneği  temsilciler ile Ovacık ve Mazgirt Belediye Başkanları bulunuyordu.

Bu kısa bilgilendirmenin ardından Mardin’e inişimizden başlayarak gözlemlerimizi sizlerle paylaşacağız.[1]

Havalimanında bizleri karşılayan “Ölüm” oldu.

09.05 uçağı ile Ankara’dan başlayan yolculuğumuz 10.30’da Mardin havalimanında sonlandı. İndiğimizde “ölüm” karşıladı bizi. Havalimanında uçak ile gelecek olan cenazelerini bekleyen onlarca insan bekliyordu. Cenazenin nereden geldiğini öğrenmeye çalışsam da net bir bilgi alamadım. Tam havalimanından çıkış yapacaktık ki polis ile cenazesini bekleyen aile yakınları arasında arbede çıktı, polis aileleri havalimanından uzaklaştırmak istiyordu. Araya girenler sayesinde polis “gereksiz” tavrından döndü ve aileler ağıtlar ve gözyaşları arasında beklemeye devam ettiler.

Duble yollar artık geliş gidiş tek şerit

Havalimanından ayrılıp 13.30’da İstanbul’dan gelecek olan ekibi beklemek için Kızıltepe’de bir avukat arkadaşımızın bürosuna doğru yola çıktık. Yolda; ana cadde üzerinde bulunan askeri lojmanların önündeki yolların kapatıldığını, duble yol iken, yolun karşı şeride yönlendirildiğini, lojmanların önünün toprak dolu büyük dubalar ve beton bariyerler ile yol boyunca kapatıldığını gördük. 

Kızıltepe’de bürosuna misafir olduğumuz arkadaş 8-9 aydır elektriklerin hergün mutlaka kesildiğini, hatta kışın bir ay boyunca elektriksiz kaldıklarını, bu bir aylık süreçte günde bazen 1-2 saat elektrik verildiğini, kesintilere gerekçe olarak bakım-onarım-tamir var diyerek geçiştirdiklerini en sonunda birçok aile gibi Mardin merkeze taşıdıklarını anlatıyor.[2]

Tel örgülerle tecrit edilmiş Nusaybin’e doğru

13.30’da  havalimanında İstanbul’dan gelen kurum temsilcileri ile buluştuk ve Nusaybin’e doğru yola çıktık. Nusaybin’in girişinde bombalı araç saldırısı sonucu “tamamen yok olan” emniyetin önünde araçlarımız eli ağır silahlı polisler tarafından arandı. Ardından şehrin içine doğru yola çıktık. İlk ziyaret noktamız olan Nusaybin Belediyesi’ne doğru giderken çatışma bölgelerinin sınırından geçtik. Bu yerlerin tellerle çevrili olduğunu gördük. Şehrin içinde bir defa daha arama yapıldı. Tellerle çevrili olan ve giriş çıkışların yasak olduğu toplamda 6 mahalle bulunuyor. Bu 6 mahalle şehrin merkezindeki mahalleler olup Nusaybin’in yaklaşık %60’ına tekabül ediyor. Yani Nusaybin’ tel örgülerle tecrit edilmiş durumda. 

Eşbaşkanlar anlatıyor: Yağma ve yıkıma karşı toplumsal duyarlılık arttırılmalı!

15.00’da aramalar ve tel örgülerle tecrit altına alınmış Nusaybin’in etrafından dolaşıp Belediye Binası’na ulaşıyoruz. Bu arada şunu da belirtelim Nusaybin’e girdiğimiz andan çıktığımız ana dek sürekli olarak bir polis akrebi tarafından takip edildik.

Belediye’ye geldiğimizde belediye yetkilileri geldiğimiz yol olan İpek Yolu’nun bizim geçişimizin ardından bomba şüphesi gerekçesiyle trafiğe kapatıldığını söyledi.

Ardından Belediye Eş Başkanları’nın makamına çıktık ve burada kısa bir bilgilendirme toplantısı yaptık.

Nusaybin Belediye Eş Başkanı Sara Kaya: “Bir şehrin nasıl bombalandığına tanıklık ettik. Bizim en büyük moralimiz sizin gibi değerli kurumların burada olmasıdır.Sizlere buradaki süreci görmek ve bizimle dayanışmak üzere gelmenizden dolayı teşekkür ederim.” dedi.

Nusaybin Belediye Eş Başkanı Cengiz KOK: “Tellerden dolayı bir şey yapamıyoruz. Ancak bu ziyaretler bizleri moral ve güç veriyor.” dedi.

Sohbet devam ederken, sorularımız üzerine Belediye Eş başkanları:

“şu anda adli tıpta 58 cenaze bekliyor, bu kişilerin kimliklerinin tespit edilemez durumda, çocuklarına ulaşamayan aileler DNA ve kan örnekleri verdi ancak 4 aydır haber bekleyen aileler var, işlemler çok yavaş ilerliyor, cenazeler yasal süre geçtikten sonra “ailesi tespit edilememiştir” denilerek kimsesizler mezarlığına defnediliyor,

Adli tıpta DNA ve kan testi sonucu kimliği tespit edilemeyen ailelerin çocuklarının halen tellerin arkasında olduğunu düşüyoruz,

Şehrin tercik edilmesi ve orada yapılan yağmaya yıkıma karşı toplumsal duyarlılığı arttırmalı, Batı’da yaşayan topluma burada yaşananların anlatılması gerekiyor,

6 mahalle abluka altında, 45-50 bin kişi kalacak ev bulamıyor. Bu ailelerin tellerin dışında kalan binaların bodrumlarında, sığınaklarında kalıyorlar. Bu bodrum ve sığınaklarda 3-4 aile bir arada kalıyor,

İnsanlar zorunlu göçe zorlandı. Bir kısım aileye Mardin Merkez’de, İdil’de, Kızıltepe’de ev verildi ancak bu aileler geri geliyorlar veya hiç gitmiyorlar çünkü kendi yurtlarında yaşamak istiyorlar,

 Şu an da Akşam 9 ile Sabah 6 saatleri arasında sokağa çıkma yasağı var. Ancak bu yasak akşam 9 da değil havanın kararmaya başlaması ile başlıyor. Polis akrep ve TOMA’ları sokaklarda devriye gezmeye başlıyor hava kararmaya başladığında, insanları taciz ediyorlar, sağa sola ateş açıyorlar, insanlarda akşam 9 u beklemeden evlerine giriyor,

” diyerek süreçte yaşananları aktardı. 

Nusaybin Belediyesi’nde Barış Anneleri Anlatıyor: Tek istediğim şey var o da oğlumun cenazesi!

Belediye’de görüşmeye gelen Barış anneleri sıra ile söz aldı ve savaş sürecinde yaşadıklarını anlattıklar taleplerini dile getirdiler.[3] 

Barış Annesi(Çocuğu halen tel örgülerin arasında): “çocuğumun cenazesinin tellerin arkasında bir yerlerde olduğunu düşünüyorum. Tek bir isteğim var: o da oğlumun cenazesinidir.”

Diğer bir Barış Annesi; “Nusaybin’i talan ettiler, eşyalarımızı çaldılar, tellerle çevirdiler yaşadığımız şehri, canlarımıza kıydılar, katlettiler!

Biz şu an sadece bu tellerin kaldırılmasını ve bodrumdaki çocuklarımızı çıkarıp cenazelerini defnetmek istiyoruz. Son 4 aylık dönemde Nusaybin’de tarihi bir direniş gerçekleşti. Şimdi sözde yasaklar kalktı ama her yer tellerle çevrili durumda. Burada bize fiziksel ve psikolojik şiddet uygulanıyor. Devlet sağlam evleri de kullanılamaz hale getiriyor, yıkıyor, yakıyor.

Tek istediğimiz tüm güçlerin desteği ve katkısı ile tellerin kaldırılmasının sağlanması ve cenazelerimize ulaşmaktır.”

Başka bir Barış Annesi: “30 bin insan Nusaybin’i terk etti. Polisler bize “siz burada olmasaydınız hava saldırısı yapabilirdik, sizin yüzünüzden onlarca arkadaşımız öldü” diyerek öfke ve kinlerini dile getiriyor.

Akşamları çatışma olmamasına rağmen asker-polis havaya tarama yapıyor ve çocuklarımız korkuyor. Bu bizleri buradan çıkartmak için yapılan bir çabadır.

Keşke o canlar gitmeseydi de bizim her şeyimiz gitseydi.

Bu olaylar yaşanmadan önce ölülerimizi gömdüğümüz normal mezarlıklar tellerle çevrildi. Mezarlıklarda bulunan tüm ağaçlar kesildi. Gidip ölülerimizin yasını dahi tutamıyoruz[4].” dedi.

Barış Anneleri’nide dinledikten sonra Musa Anter Parkı ile Moris Mahallesi’ne gitmek üzere yola çıkıyoruz.

Talandan ve yıkımdan payına düşeni alan park: Musa Anter Parkı

Araçlarla konvoy şeklinde şehir içinde tellerle çevrili bölgenin kenarından ve tellerle çevrili olmayıp polisin kapatmadığı yollardan geçerek saat: 16.15’te Musa Anter Parkı’na ulaşıyoruz.

Parkta ilk dikkatimizi çeken koca koca ağaçların kökünden söküldüğü ve bir kısmının yakıldığı oluyor. Nasıl yaptıklarını sorduğumuzda tanklar parkın talan edildiği cevabını alıyoruz.

Parkın karşısında bulunan “Fırat Mahallesi”ndeki yıkım çok net bir biçimde görülebiliyor. Bu mahalle’ye Kızıltepe’den obüslerle füze atıldığı aktarılıyor. Belirtmek gerekir ki Kızıltepe ile Nusaybin arası yaklaşık 30 km.

Duvarları yıkılmış, ağaçları kökünden sökülmüş, talan edilmiş parkın ayakta duran demir kapının bir yarısından kimse içeri girmiyor ve çocuk parkında ayakta duran tek kaydırak ise sahipsiz, çocuklar korkularından bu bölgeye yaklaşamıyor…

Musa Anter Parkı’ndaki gözlemlerimizi bitirip araçlara biniyoruz ve Moris Mahallesine doğru yola çıkıyoruz. Ana yolda şehri tecrit altına alan tellerin şehrin ne kadar büyük bölümünü kapsadığına bir kez daha şahit oluyoruz. 

Şehrin ablukasında askerler tarafından evlerine el konulan mahalle: Moris Mahallesi

Tellerin tecritinin bittiği yerdeki Moris Mahallesine ulaştığımızda saatler 16.30’u gösteriyor. Moris Mahallesi’nden Rojava Kantonunun Qamisli bölgesi çok yakından görülüyor. O kadar yakınki yürüyerek yaklaşık 20’dk da ulaşılabilecek bir mesafede.

16.55 sularında askerler tarafından mevzi olarak kullanılan bir eve giriyoruz. Evin bir çok bölgesi karşılıklı saldırılarda yıkılmış. Aile yasakların kalkmasından sonra evlerinin tamir ve tadilat işlerine başlamış ancak evin tavanında kan izleri kalan duruyor. Evin sahibinin oğlu ceset parçalarını elle topladıklarını anlatıyor. Evin etrafını gezdiğimizde evin arka tarafına kapı açıldığını görüyoruz.

*Bu esnada tellerle çevrili bölgeden büyük bir patlama sesi geldi.

17.15 sularında evi yine askerler tarafından kullanılmış ve yıkılmış ikinci bir evi ziyaret ediyoruz ve burada küçük bir çay molası veriyoruz.

Misafir olduğumuz ev olaylar başlamadan önce inşaat halindeymiş. Evin arka bahçesinde inşaatta kullanılacak inşaat malzemeleri duruyormuş. Olaylardan sonra isabet eden füzelerden dolayı inşaat malzemeleri yanmış. 

Evin üst katlarına doğru çıktığımızda yerlerdeki kan izlerini görüyoruz ve kan kokusu halen odaların içerisinde…

Evin damına çıktığımızda muhtemelen ateşli silah kullanmak için açılan delikleri ve ev damından Nusaybin’deki rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz. 

Her şeye rağmen çocukların yüzü gülüyor

Evet Nusaybin gözlemlerini son Moris Mahallesi’ndeki çocukların umutsuzluğun içinde umut yaratan güzel yüzleri ve gülüşleri ile bitirdik. Akabinde bu gece kalacağımız köye doğru yola çıktık.

*Yarın(19.08.2016) Cizre’de olacağız. Gözlemlerimiz aktarmaya devam edeceğiz.

 

[1] Her ne kadar aktardığım gözlemler şahsımın gözlemleri ve yorumları olsa da metni “ben” dili ile yazmak iğreti geldiğinden ve en önemlisi burada sizleri temsilen ve fiziken her ne kadar burada değilsenizde fikren ve kalben sizleri yanımda gördüğümden metin “biz” dili ile yazılmıştır.

[2] Bizim bunları konuştuğumuz esnada “yine” elektrikler kesildi.

[3] Barış Anneleri Türkçe bilmedikleri için Kürtçe konuştular. Yazılanlar anladıklarım ve çevirmen tarafından çevrilenlerden derlenmiştir.

[4] Şehirde toplam dört mezarlık var. Bunlardan üçü merkezde biri şehrin çok dışında. Şehir merkezindeki üç mezarlık kapalı olduğu için giriş çıkış yapılamıyor. Bu sebeple insanlar cenazelerini şehrin dışındaki mezarlığa defnetmek zorunda kalıyor.

 

Hiç kimsenin giremediği il: Şırnak

Dün(17.08.2016) abluka altındaki Nusaybin’deki gözlemlerimizi sizlerle paylaşmıştık. Bugün Koordinasyon ekibi olarak Nusaybin’den Şırnak’a gideceğiz ve oradaki gözlemlerimizi sizlerle paylaşacağız.

Şırnak’a Yolu

Sabah kahvaltısının ardından kaldığımız Duraca(Kelwet) beldesinden Nusaybin’e doğru yol a çıktık. Nusaybin girişinde dün olduğu gibi aracımız arandı. Dünden farklı olarak kimlik kontrolü yapıldı. Kimlik kontrolü GBT şeklinde yapılmadı, kontrol polislerin elindeki 15-20 sayfadan oluşan isim ve resimlerin olduğu bir listeden tek tek kontrol edilerek yapılıyor. Listede kimlerin ismi olduğu, bu isimlerin şehre girişinin mi yasak olduğu veya haklarında tutuklama/gözaltı kararı mı olduğu belirsiz.

Nusaybin Belediyesi’nin önünde toplandık. Belediye’de araç beklediğimiz sırada Elazığ’dan patlama olduğu bilgisi geldi. Birkaç dakika sonrada İzmir’de Devrim Parti’lerin gözaltına alındığı bilgisi geldi.

10.15’te areaçlarla Şırnak’a doğru yola çıktık. Saat 10.30’da su vs almak için durduk. Dün bizi takip eden akrebin(47 A 0955) yine bizi takip ettiğini fark ettik. Akrep saat 10.40 civarında Nusaybin çıkışında takibi bıraktı.

10.47 civarında yolda seyrederken Suriye sınırının diğer tarafından yoğun dumanların yükseliyordu. 10.50 civarında Nusaybin’in çıkışında Duraca (Kelwet) beldesini geçtikten sonra askeri birliğin dün olduğu gibi kapatıldığını yolun tek şeritten verildiğini gördük. Yaklaşık 5 km sonra aynı şekilde ikinci bir karakolun karşısından geçtik.

Her iki karakolun ortak özelliği merkezdeki karakollar ve lojmanlardaki gibi kum dolu büyük dubaların ve beton bariyerlerin yerine içine yola dökülmüş büyük kaya parçaları ve içine taş doldurulmuş variller ile güvenlik önlemi alınmış olması idi. 

11.45’te Şırnak şehir girişine geldik. Polis noktasından geçmek için bekliyoruz. Yaklaşık 2 km’lik araç kuyruğu var. 12.20’de Cizre İlçe Emniyet Müdürlüğü’nün önünden geçip Şırnak’a doğru ilerlemeye devam ettik. 

12.35’te ikinci defa bu sefer jandarma kontrol noktasından geçiyoruz. Jandarma Kontrol noktasından geçtikten sonra az ilerdeki tepede bulunan muhtemelen daha jandarma karakolu olarak kullanılan yerin tamamen harabeye döndüğünü ve yıkıldığına şahit oluyoruz. 5 km ilerdeki jandarma karakolunun yapısını koruduğunu ancak boşaltılmış olduğunu görüyoruz. 3 km ilerdeki başka bir jandarma karakolu da aynı şekilde boşaltılmış…

Yolda seyir halinde iken yüzer metre aralıklarla ellerinde kovalarla incir satan çocuklara rastlıyoruz. 

Eşbaşkanlar anlatıyor: Bir il düşünün hiçbir vatandaş bu ile merkezine giremiyor!

Saatler 13.00’ı gösterirken Şırnak’a giriş çıkış tamamen yasak olduğu için Şırnak’a en yakın ilçe olan Kumçatı ilçesinin belediye binasına geliyoruz. Belediye başkanını makam odasına çıktığımızda; yan yana duran biri “mor” diğeri siyah renkli makam koltuklarını görüyoruz ve Belediye eş başkanlarından yaşanılan süreçteki gelişmeleri dinliyoruz.

Eşbaşkan Serhat Kadırkan:

“150 günü aşkın bir süredir Şırnak’ta yasaklar var. Bunun 100 günü çatışmalarla geçti.3 Haziran günü Valilik operasyonların bittiğini açıkladı. 100 günün 80 günü Şırnak Merkez’de idik. Bu süreç boyunca abartısız obüslerle şehir bonbardıman altındaydı.20 gün sonrada operasyonlar durdu.

Şehrin %70’i kışı evsiz geçirmek zorunda.Bu %70 6-7 konuta ve yaklaşık 40 bin insana tekabül ediyor. Evlerini terk etmek zorunda kalanlar çadır kampında kalıyorlar. Şu an burada 1500 aile yaşıyor. Siirt, Silopi, Mersin, Batman ve diğer civar il ve ilçelere de bir çok aile göç etmek zorunda kaldı.

Bir evde 4-5 aile yaşıyor. Şu anda 500 çadırlarda yaşıyor. Kışı nasıl geçireceğimiz ile ilgili bir çalışma yürüttük. Bir koordinasyon ekibi oluşturduk. 3 seçeneğimiz vardı: Çadır ev, kerpiç ev veya biriket ev kurmak/yapmaktı. Bu 3 seçenekten birine biz karar vermeyelim, halkımıza soralım dedik; ağırlıklı olarak herkes çadır dedi.

Başta devlet çadır kampı kurmamıza müsaade etmedi. Aileler de bu yasağı bir arada durarak yok etti.

Çadır kentlerde şu an için ciddi bir gıda sorunu yaşanmıyor ama elimizdeki stoklardan halka dağıtıyoruz ve bu stoklar bir yere kadar dayanakcaktır. Sağlık taraması yapmak istedik ancak yapamadık. Kamplarda ciddi sağlık sorunları var. SES’ten arkadaşlar geldi ancak polis engeli sebebiyle kamp alanına giremediler. Su ve elektrik ihtiyacı için çadır kamplarının olduğu yere hatlar çektik. Ancak 200 çadır evin bulunduğu Cudi’ye elektrik verilemiyor.

Kira yardımı yapıyoruz diyorlar ancak yalan söylüyorlar. Çadır kampının gezerken lütfen insanlara sorun kaç defa kira yardımı almışlar. Sadece kendi yandaşları AKP’lilere yardım yapıyorlar. Yapılıyor olsa 500 aile neden derme çatma çadır kamplarında yaşasın?

Geçtiğimiz hafta resmi gazetede bir riskli alan kararı açıklandı. Bu karardaki kendi harita ve kadastro planlarımızda konumlandırdık ve gördük ki; Şırnak’ın tamamı riskli alan ilan edilmiş. Sadece Şırnak’ta bulunan iki tümen komutanlığı riskli alan sınırlarına dahil edilmemişti.

İnsanlar yasak kalkarsa, biz kendi evlerimizi yeniden inşa edeceğiz diyorlar.

Şırnak şu an yıkılıyor. Ailelerin eşyalarını almalarına dahi müsaade edilmiyor. Gelen tepkiler sonucu Valilik “bize başvuranların eşyalarını almalarına müsaade edeceğiz” diye açıklama yaptı ama canlarının istediğine izin verdi istemediğine izin vermedi.

Şırnak’ın ilçe yapılması ve isminin Nuh olarak değiştirilmek istenmesi Şırnak’taki yağma, talan ve yıkımın üstünün örtülmesi çabasıdır.

İnsanların en çok yakındığı şey sahipsiz kaldıklarını düşünmeleri oldu. Cizre, Nusaybin gündem oldu ancak Şırnak Merkez yıkımın en büyük olduğu yer olmasına rağmen gündem olmadı. Kamuoyunun buraya manevi desteğini bekliyoruz. Burayı gündemleştirmelerini, devletin uyguladığı politikaların herkese gösterilmesini istiyoruz.” dedi.

Eşbaşkan Serhat Kaldırkan’ın aktarımlarının ardından 13.30’da öğle yemeği yiyoruz ve 14.30’da çadır kente doğru yola çıkıyoruz.

Şırnak’ta çadır kampında kalanlar anlatıyor: Nasıl şu dağlarda her renkten çiçek özgürce yetişiyorsa, bizlerde tüm renklerimizle kendi topraklarımızda yaşamak istiyoruz!

Çadır kampına ulaşıyoruz. Eşbaşkanların anlatımlarında çadır kamp denilince ilk aklımıza gelen brandalardan çadırlar olmuştu ancak gelip gördüğümüzde, brandalardan yapılan çadırların çok az olduğu, ağırlıklı olarak kurumuş ağaç dallarının bir araya getirilerek yaşama alanları oluşturulduğunu gördük.

Çadır kampın içine doğru ilerlerken masum küçük bir çocuğun öğlen sıcağına dayanamayarak uyuya kaldığını görüyoruz.

Geldiğimizi gören yaşı bir dede; “hoş geldiniz, başımızın üstünde yeriniz var, bu ev bu çadır sizin” diyor hem de bu şart koşullarda hem de bizim kim olduğumuzu bilmeksizin tüm misafirperverliği ile bizleri karşılıyor.

Dede; “Bu topraklardan başlayarak tüm Türkiye’ye tüm dünyaya barışın hüküm sürmesini istiyorum. Ülkemi yurdumu terk etmek istemiyorum. Nasıl şu dağlarda her renkten çiçek özgürce yetişiyorsa, bizlerde tüm renklerimizle kendi topraklarımızda yaşamak istiyoruz” diyor ve hep birlikte çadırkentte yaşayan diğer aileleri ziyarete devam ediyoruz.

Başka bir çadıra gittiğimizde dolap olmadığı için toprağın ıslatılıp kazılarak bidonlara basılmış peynir ve turşuların toprağa gömülerek bozulmamasının sağlandığını görüyoruz.  Aile bize su ikram ediyor ve ardından diğer çadıra geçiyoruz.

Çadır kentteki aile “3 aydı buradayız, Ramazan ayının ortalarında şehri terk etmek zorunda bırakıldık, bir defa kira yardımı yapıldı o da 300 TL verildi. Bir kere kira yardımı verdiler ama o paraya tutulacak evde başkaca paramız da yoktur hem de yurdumuzu terk etmek istemediğimizden burada yaşıyoruz diyor.

Başka bir aile “ 5 aydır buradayız, sadece bir defa kira yapıldı o da  500 TL verildi. Tarım, hayvancılık yapamıyoruz. Gıda ihtiyaçlarımızı parti veya belediye karşılıyor bazen de sizin gibi arkadaşlar yardım gönderiyor.

Ardından biraz daha devam edip bir çadırda kısa bir mola veriyoruz. 

Çocuklar çocukluklarını yaşıyor, tüm imkansızlıklara rağmen yaratıcılıkları ile oynayacak bir oyun buluyorlar…

Başka bir evin arka bahçesinde arka tarafında çocuklar oyun oynuyor. Ellerine aldıkları perde parçalarını elek olarak kullanıp toprağı eliyorlar ve ince toprakları ayırıyorlar. İnce toprağı ne yapacaklarını sorduğumuzda çamur yapıp ondan şekiller/heykeller yapacaklarını söylüyorlar. 

Çadır kentte kalan dede, çocukların oyununu Hali İbrahim sofrasına benzetiyor, çocuklarda gülmeye başlıyorlar tüm güzellikleriyle… 

15.20 sularında ziyaretleri tamamlayıp heyet ile basın açıklaması yaptık ve iki günlük programımızı tamamladık.

Sonuç Niyetine;

Küçük, büyük, çocuk, kadın,  erkek, yaşlı, genç herkesin yüzü gülüyor… Her şeye rağmen özellikle çocukların gözlerindeki ışıltıyı tariflemek mümkün değil… Onlara bakarken içimiz umutla doluyor…

Bu kadar yağma, talan, yıkım ve katliamdan sonra halen olmalarının; fiili savaşın içinde yaşamayan, kaybetmiş hissine kapılan ve yılgınlık yaşayan toplumun tüm kesimlerine umut kaynağı olması temennisiyle…

Buradaki umut savaşı kaybenin; evleri yıkılanların, çatışmalarda hayatını kaybedenlerin olmadığını kaybedinin Saray/AKP iktidarı olduğunu gösteriyor.

Av. Sercan ARAN

Halkevleri Örgütlenme Sekreteri