Halkevleri 6 Temmuz’da İstanbul’da geniş katılımlı bir basın toplantısı yaparak “Eğitimde 4+4+4’ü durduracağız” başlığıyla çok önemli bir kampanya başlattı. Başlatılan kampanya önemli, çünkü eğitimle ilgili alınan her karar yalnızca öğrencileri ve velilerini değil, sonuçlarıyla bütün toplumu yakından ilgilendiriyor. Yarını belirliyor…
Peki herkesi ilgilendiren ve yarını belirleyen eğitim sistemimiz başarılı mıydı?
Soruya “evet başarılı” diye cevap vermek mümkün değil. 2011 verilerine göre, dünyanın en iyi beş yüz üniversitesi arasında yalnızca 5 üniversitemizin (İstanbul 383, Hacettepe 400, Ankara 464 , Ege 486 ve ODTÜ 495) girmesi, eğitimdeki seviyemizi uzun araştırma ve tartışmalara ihtiyaç hissettirmeden açıkça ortaya koyuyor. Görülen o ki, özellikle 12 Eylül sonrası, eğitimin özelleştirilmesi, sınav ve dershane sistemi, başarıyı beraberinde getirmediği gibi, eşitsizliği ve başarısızlığı da körüklemiş durumdadır.
Başarısız bir eğitim sistemi varsa, o halde değişiklik girişimine itiraz niye?
Kamuoyunun da artık yakından bildiği itiraz noktalarını Halkevleri de kampanya gerekçelerinde özetlemiş ve bu değişiklikler bizi daha ileriye değil, daha da geriye götürecek diye özetlemiş: “Okullar tam bir işletmeye dönecek ve eğitim alanı tamamen piyasalaşacak. Çocuk işçilik artacak. Piyasa ucuz işgücüne göre şekillenecek. Seçmeli adı altında zorunlu din dersleri sayısı artacak, bütün okullar imam hatipleştirilecek. Sorgulamayan, düşünmeyen, hakkını aramayan, iktidarlara biat eden bir toplum yaratılacak. Çocuk gelinlerin sayısı daha da artacak. Öğretmenler çok daha kötü koşullarda çalışacaklar…”
Yalnız bunlar mı?
İşin doğrusu, sorunu ajitasyonla beslenmiş bir karşı çıkış veya klasik bir AKP karşıtlığı olarak algılamazsak, yıllardır zorunlu din dersi uygulamasını takip etmiş ve Alevi çocuklarla, ailelerinin üzerinde bıraktığı büyük değişimi gözlemlemiş biri olarak sorunun boyutlarının çok daha derinlikli ve kapsamlı olduğunu söylemek zorundayım…
“Dindar gençlik” yetiştireceğini ilan eden AKP, işin özü, bütün eğitim sistemini siyasal İslam’a göre şekillendiriyor. İmam hatiplerin bu kadar öne çıkartılması, imam hatiplere kayıt olan öğrencilerin “taşıma, yemek ve eğitim masraflarının” bazı yerlerde ilçe eğitim müdürlükleri tarafından karşılanması, en donanımlı okulların imam hatip okullarına dönüştürülmesi Diyanet İşleri Başkanı’nın Başbakan’dan sonra, hatta Başbakan kadar forsa ve talimat verme yetkisine sahip olması ve “mabetsiz üniversite kalmayacak” bile diyebilmesi, uygulamanın nereye gideceğini açıkça gösteriyor.
Laik normlardan kopmuş, Sünni eksenli ve resmi tarih tezleriyle beslenmiş eğitim sistemi şimdi tümüyle dinin emrindedir. Müdahale edilemediği sürece, teknik donanımlı ve teşvikle beslenmiş okullar, Fetullah Gülen okulları örneğinde olduğu gibi önümüzdeki dönemin cazibe merkezi olacaklardır. Paralı olan çocuğunu zaten istediği yere gönderiyor, parası olmayan ne yapacak? Tereddüt geçirse bile, bir süre sonra, yurt, yemek, yol ihtiyacını çözen, dil öğreten imam hatip okullarına yönelecektir. Bunların yanında bir de dinini öğrenecektir! Bunda çekinecek ne var? Kötü mü olur?
Ülkemizde “din deyince, imam deyince” akan sular durduğu için Halkevleri’nin başlattığı bu kampanyanın önemi ortaya çıkıyor... Bu konuda şimdilik Halkevleri dışında, solda, sosyalist partilerde, sendikalarda, Alevi hareketinde basın açıklamaları hariç, kayda değer bir hamle yok. Başlattığı kampanyanın yalnızca imza kampanyası ile sınırlı kalmayacağını belirten Halkevleri, itirazları yükseltmeyi ve yasayı geri çektirmeyi planlıyor... Halkevlerinin nefesinin böyle önemli bir kampanyayı başarıya taşıyıp taşımayacağı, “ben din eğitimine karşı değilim ama ya da ben camiye karşı değilim ama” diyenlerin “ama”ları atarak öne çıkmalarıyla, daha cesur tavır almalarıyla yakından ilgilidir. CHP başta olmak üzere, solun, laik eğitimi savunanların, Alevilerin bir adım öne çıkmaları gerekir…
Hatta, önümüzdeki hafta yapılacak CHP Genel Kurulu bu konuda “yeter artık” diyebilse ve “haydi bu kampanyayı büyütme ve sokaklara çıkma zamanı” dese çok iyi olur!