Sağlıkta temel prensiptir. Acil durum varsa, önce kanama durdurulur. Ülkemizde bir acil durum olduğu çok açık. Her geçen gün diktatörlük eğilimleri kabaran, direksiyon hakimiyetini kaybetmiş bir iktidar ile karşı karşıyayız. Buna karşı alınması gereken, takınmamız gereken güncel bir tutum var. Sonrasını, niyetleri, olası riskleri, bazılarımızın öncelediği güvensizlikleri yok saymadan, ama hiç vakit kaybetmeden, zamanı anımsatan sirenin uğultusu altında gidermemiz gereken bir durum var. Hekim diliyle söylersek önce solunumu ve dolaşımı sağlamamız, serumunu da verip hastayı ameliyat masasından çıkarmamız lazım!
Sağlıkta mutlak uygulama zorunluluğu olan bu prensip, birçok benzeri gibi sadece sağlığa özgü değil. Rahatlıkla ülke gerçekliğine de uyarlanabilir. Hatta uyarlanmalıdır. Çünkü toplumun gırtlağına çökmüş bir iktidara karşı öncelikle nefes alışı sağlayacak yol ve yöntemleri bulmak son derece yaşamsal. Ve çok iyi biliyoruz ki, AKP iktidarının “yenilebileceğini” göstermek, toplumun kendine güvenini yeniden sağlayacak, bedene de ruha da iyi gelecek.
Bildik şeyleri sıralayarak, hekimlerin ve sağlık emekçilerinin zekasıyla alay edecek halim yok. Tabii ki herkes önündeki tabloyu görüyor. Yeni ve mükemmel bir argüman da icat etmek gerekmiyor. Herkes, hepimiz AKP hükümetini, liderini ve asli sultanını çok iyi tanıyoruz. Tarzını, niyetini, yol ve yöntemini görüyor ve neler vaad ettiğini biliyoruz. Demokrasi, insan hakları, gelir adaletsizliği, laiklik, toplumsal barış, kadınların talepleri hakkındaki sabıkası ortada. Sağlık piyasasında hepimizin cebinden çıkan ve küresel sermaye şirketlerine kanalize edilen harcama artışlarını seyrediyoruz. Güvencesiz ve güvenilmez sağlık hizmeti ortamında hekimler de dahil tüm sağlık çalışanlarını itibarsızlaştıran, emeğini ucuzlatan, değersizleştiren ve hedef tahtası haline getiren uygulamaları yaşıyoruz.
Ülke ve sağlık ortamı bu haliyle seyrederken gidilen seçim sürecinde, herkes görüyor ki, HDP barajı aşacaksa başta daha önce anlamlı bir kısmı AKP’ye oy veren Kürt seçmenlerin oyunu kendisine çevirmek zorunda ve bu konuda ciddi bir değişim zaten yaşanıyor. Ama yüzde onluk barajın aşılması, yani 5 milyona varan oyun sağlanması o kadar kolay değil ve matematik olarak da şimdiye kadar HDP’ye oy vermemiş birçok kişinin oyuna ihtiyaç var.
Bu nedenle HDP’nin barajı aşması talepli bu çağrı ülkenin demokratikleştirilmesini, hiç kimsenin ötekileştirilmemesini, Türkü, Kürdü, Arabı, Çerkezi, Ermenisi, Sünnisi, Alevisi ile bir arada kardeşçe yaşamı kategorik düzeyde zaten kabul eden; kadın haklarından, doğanın talanının durdurulmasına kadar her yerde direnmenin gerekliliğine inanan; muhalif kimliğe sahip, “sosyalist” veya “sosyal demokrat” partilere oy vermiş hekimlere ve sağlık çalışanlarına değil sadece.
Bu çağrının “sosyal demokrat” ya da “cumhuriyetçi” kimliğini öne çıkaran hekimler ve sağlık çalışanları ile sınırlı kalmadan, “muhafazakar” kimliğini öne çıkaranlara, yani daha önce muhafazakar – sağ partilere oy vermiş hekimlere ve sağlık emekçilerine de yapılması gerektiğini düşünüyorum.
“Muhafazakar” hekimler ve sağlık emekçileri de bilmelidir ki; AKP’nin pervasızca uygulamaya soktuğu bu güvencesiz, sözleşmeli çalıştırma modelinde kendilerine de ayrıcalık tanınmadı, tanınmayacak. İşletme esaslı Kamu Hastane Birlikleri’nde kendilerine daha yüksek döner sermaye verilmedi, verilmeyecek. Aile hekimi iseler performans kriterleri de, güvencesiz sözleşmeler de, hasta şikayetlerine odaklanmış “müşteri memnuniyetleri” de kendilerine ceza olarak uygulanacak. Gönüllü olarak ya da zorunluluktan çalıştıkları-çalışacakları özel hastane şirketlerinin milyar dolarlık Kuveyt, Malezya ya da Suudi fonlarını idare edenler, bu “muhafazakar” yakınlıktan dolayı kendilerine pozitif ayrımcılık uygulamadı ve uygulamayacak. Yani AKP’nin sağlık programı, birinci basamakta koruyucu hekimlikte ve yine ikinci basamakta sağlığın kamusal bir hak olarak algılanmasında kalan kırıntıları dahi yok ederken; ayrım gözetmeden tüm toplum kesimleri ile birlikte bizleri, hepimizi yok saymaya devam edecek
Açıkça görülüyor ki, hekimleri ve sağlık emekçilerini kıskaca alan programın yürütücüsü AKP iktidarı bu seçimde de geriletilemezse, -yatırımcı sermayedar bir avuç hekim dışında- dişhekimi, eczacısı, hemşiresi, sağlık memuru, teknisyeni, sosyal çalışmacısı, ebesi, taşeron sağlık işçisiyle birlikte hepimizi hedefe koyan uygulamalarını hızlandırarak devam ettirecek. Fabrikalaşan hastanelerde, tüketim çılgınlığına yetişmeye çalışan robotlara dönüştürmekten imtina etmeyecek. Bu nedenle, Sağlıkta Dönüşüm Programı’nı bir anda ortadan kaldıramasa da, tartışılabilir – sorgulanabilir kılmak için bile HDP’nin barajı aşması ön koşul haline gelmiş durumda.
Bu tutum, ben dahil herkesin HDP’li olmasını, ona mutlaka üye olunmasını, içindeki tüm adayların geçmişlerine kefil olunmasını ya da sonsuza kadar uygulayacağı politik çizgiyle özdeşleşmeyi gerektirmiyor. Bütünüyle onaşanlar zaten HDP’ye aktif üyeler ve yeni üye olanlarla mücadelelerini orada sürdürecekler. Benim gibi üyesi olmadan, bütünüyle aynılaşmadan, kadın temsiliyeti, Kürt sorununun çözümü gibi demokratik içerik ve söylemleri başta olmak üzere mücadelesini önemseyerek-dayanışarak dolaylı destek çıkmak da mümkün. Daha eleştirel yaklaşmak da.
Ama HDP’nin bu seçimdeki rolünü yok saymak mümkün değil. En fazla kadın emeğini barındıran bir iş kolundan-sağlıktan- bakınca; eş başkanlığı ve yüzde elli oranında kadın adayları seçilebilir yerlerden koyabilme iradesini görmek, sağlıktaki küresel sermaye yanlısı uygulamalara açıktan söz söyleyen tutumunu önemsemek zorundayız.
Gözünü rant bürümüş anlayışı dizginlemekten, biber gazının yasaklanmasına, işçi katliamlarına yol açan güvencesiz çalıştırmadan, küçük köylüyü bitiren, ekolojiyi tahrip eden politikalara ve hepsinden önemlisi selefi grupların gölgesinde gençleri Ortadoğu’da kör bir savaşa sürükleyecek fetihçiliğin durdurulmasına kadar birçok konuda HDP önemli roller üstlenebilir. Sokak muhalefetinin Meclise taşınmasında HDP katalizör olabilir.
Güçlü bir yeniden iktidar durumunda iyice küstahlaşması kaçınılmaz olan AKP‘nin meclis aritmetiği içerisinde geriletilmesinin anahtarı konumundaki HDP’ye barajı geçirecek bir çabaya omuz vermek; mantığın da, matematiğin de, duygunun da, siyasetin de akli sonucu gibi görünüyor.
Sandığa, 7 Haziran seçimlerine giderken, ortam ve koşullar bu ahvalde. Sandığın her şey olmadığını, hatta benim gözümde çoğu zaman “hiçbir şey” olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ancak tarihte öyle anlar vardır ki, alınacak tutum, takınılacak tavır ve “atılacak oy” çıplak anlamından çok daha fazlasını ifade eder. Bu nedenle 7 Haziran seçimlerinde, sokakta söyleyecek sözü kalmayan AKP’nin, sandıkta da geriletilmesi ve bu gerilemeyi sağlayabilecek temel unsur olarak HDP’nin barajı geçmesi siyasal ve yaşamsal bir önem taşıyor.
Hepimiz biliyor ve inanıyoruz, güzel günler göreceğiz…
Dr. Ali Çerkezoğlu