İstanbul Halkevi Genel Kurulu Demokrasi Kürsüsü'ne dönüştü

Pa, 05/02/2012 - 21:27
  • Arttır
  • Eksilt
  • Normal

Halkevleri 80. yılında İstanbul Halkevi Genel Kurulu'nda “demokrasi yalanlarıyla” inşaa edilen gerici, faşist, piyasacı bir rejimin karşısında, mücadelenin ortak kürsüsünü "Demokrasi Kürsüsü" kurma çağrısı yapmıştı.

5 Şubat Pazar günü İTÜ Taşkışla Kampusu'nda gerçekleştirilen Demokrasi Kürsüsü etkinliğinde, emekçiler, gazeteciler, kadınlar, Kürtler, özgürlükleri ve hakları için mücadele edenler buluştu.

İstanbul Halkevi  7. Olağan Genel Kurulu, Demokrasi Kürsüsü  forumu  Halkevleri Film Atölyesi’nin hazırladığı Türkiye’deki güncel gelişmeleri konu alan filmin gösterimiyle başladı.

İlk olarak İstanbul Halkevi Başkanı Özge Ozan açılış konuşmasını yaptı. Özge Ozan konuşmasında "Bugün Halkevleri’nin 80. Yılında demokrasi kürsüsünü birlikte kurmak için biraradayız.  Genel kurullar, örgütlerin geçmiş dönem muhasebesini yaptığı, yeni dönem programını oluşturduğu önemli günlerdir. Bugünün ise bizim için ayrı bir anlamı var.  80. yılına giren Halkevleri örgütü İstanbul şubesinin genel kurulunu ortak bir demokrasi kürsüsüne dönüştürme çağrısı yaptık. Bunun birden fazla nedeni var. Biliyoruz ki  80 yıllık tarihimiz aynı zamanda faşizme karşı demokrasi mücadelesinin de tarihidir. Bu tarih boyunca iki kez kapatılmış, yüzlerce kez saldırıya uğramış ama her defasında bu topraklarda yeniden hayat bulmuş, bugün kendisine başka kimlikler de ekleyerek mücadeleye devam eden kuşaklar yetiştirmiş bir örgüt olarak Halkevleri’nin varlığı aynı zamanda bu ülkede demokrasi mücadelesinin ne kadar köklü olduğu gösteren önemli bir örnektir.  Bu ülke halklarının demokrasi mücadelesinin ne kadar köklü olduğunu hatırlamak ve egemenlere hatırlatmak AKP iktidarının bugününü karanlık bir tablo olarak okumanın dışında yeni bir mücadele döneminin yeni direniş eğilimlerini, siyasal olanaklarını birlikte görmek açısından önemlidir.  Halkevleri’nin Türkiye sosyalist hareketinin değerlerini de sahiplenerek bugün de sürdürdüğü bir diğer misyon ise demokrasi kültürünün mücadelenin ve yaşamın içinde yeşertilmesidir. Bu,  halkın, siyaset yapma hakkını temsilcilerine havale etmediği, sınırlarını oy sandıklarıyla belirlemeyen bir çizgidir. Halkın doğrudan demokrasiyle siyasal denetimi ve sorgulamayı seçimden seçime değil toplumsal mücadeleler içinde yaşamın her alanında ve her anında yaptığı bir çizgidir. Üçüncü döneminde haklara, halklara, emeğe ve doğaya dönük saldırganlığını seçim olmaksızın geçecek önümüzdeki iki yılı da hesap ederek arttıran AKP iktidarı karşısında bugün temsili olarak kurduğumuz demokrasi kürsümüzde tartışacaklarımız ışığında da her yerde halkın doğrudan siyasal denetimini ve katılımını hedefleyen bir mücadele çizgisini kurmak zorunda olduğumuza inanıyoruz." Özge Ozan konuşmasını bugünün hak mücadelelerinin ve siyasal iktidarın baskı politikalarına karşı yükselen direniş eğilimlerinin toplumsal muhalefetin birleştirici çizgisi olacağını ifade ederek sürdürürken Demokrasi Kürsüsü'nde konuşulacak her değerli sözün Halkevleri'ne de görevler çıkaracağını  belirtti.

Saygı duruşunun ardından “demokrasi kürsüsü” adı altında çeşitli demokratik kitle örgütleri, siyasi parti temsilcileri, öğrenciler ve sendikacıların konuşma yaptığı bölüm başladı. Kürsüyü yöneten İstanbul Tabip Odası Sekreteri Ali Çerkezoğlu Halkevleri Genel Başkanı İlknur Birol’u kürsüye davet etti.

Halkevleri Genel Başkanı İlknur Birol, “Bu kürsünün zenginliğini sağlayacak ortaklaştırmaya katkı getirecek bir kürsü olmasını umuyorum. Baskıyla otoriter eğilimlerle her yanın kuşatıldığı bu toplumsal hayat içinde yol haritasının nasıl çıkarılacağını gösterecek konuşmalara ihtiyacımız var. Buradan alınmış zenginlik yeni yol haritaların belirlenmesinde bizim ufkumuzu genişletsin” dedi. Gençliğin giderek acımasızlaşan bir şekilde susturulmaya çalışıldığını belirten Birol,  “Yeni rejimi kurumsallaştıran AKP bir yerden düğmeye basılmış gibi biz gençliğin dindar olmasını istiyoruz diyen, hemen ardından Milli Eğitim Bakanlığı’ndan bunun adımlarının atıldığı ve bütün kesimlerin bunu tartışmaya başladığı ve tüm bunların profesyonelce idare edildiği bir plan işliyor” dedi.  Birol konuşmasını “Giderek büyüteceğimiz bu yolu selamlıyorum” diyerek sonlandırdı.

İlknur Birol’un ardından Ahmet Şık ve Nedim Şener’in arkadaşları adına Hilmi Hacaloğlu söz aldı. Konuşmasına Suriye’de yaşanan olayların basın tarafından Esad rejimi tarafından yapılmış gibi verildiğine değinerek başlayan Hacaloğlu, bir BBC muhabirinin olayı kimin yaptığını bilmediğini söylediğini belirtti. Hacaloğlu, Türkiye’nin dünya basın özgürlüğü listesinde 148. sırada olduğunu hatırlatarak saray dalkavukluğu gibi bir gazeteciliğin kabul ettirilmeye çalışıldığını, gazeteciliğin hiçolmadığı kadar teslim alınmaya çalışıldığını belirterek, gazeteciliğin arkasında durmak gerektiğini söyledi. Oda TV davasını aktaran Hacaloğlu Hrant Dink davasındaki skandal karara da değinerek böyle bir kararın verileceğini Nedim Şener’in söylediğini ve bu yüzden de Nedim Şener’in tutuklandığını ifade etti. Özellikle bağımsız gazetelerin ve gazetecilerin desteklenmesi bu çabaların büyütülmesini vurguladı.

Hacaloğlu’nun ardından HDK adına BDP milletvekili Sabahat Tuncel konuştu. Sözüne Kocaeli’nde serbest bırakılan aralarında Halkevleri üyelerinin de bulunduğu tutsakların özgür kalmasının umut dolu bir konuşmaya başlangıç olacağını ifade ederek, sevincini dile getirdi.  Tuncel, zor bir süreçten geçildiğini ve bu zor süreçlerde direnenlerin demokrasiyi kazanabileceğini söyledi. Kürt sorununun herkesin sorunu olduğunu ifade eden Tuncel, Terörle Mücadele Kanunu’nun toplumla mücadele kanununa dönüştüğünü vurguladı. Tuncel, herkesin artık "terörist" haline geldiğini ifade etti.  Tuncel “Bu sizin kaderinizdir yaşayacaksınız durumunu reddediyoruz. " derken dayanışmanın dışında ortak hareket etmenin gerekliliğine vurgu yaptı. "Ya devrimin içindesinizdir ya da dışında, biz içinde olmayı tercih ediyoruz"  diyen Tuncel  bugüne kadar devrim ve demokrasi mücadelesi için emek veren herkese teşekkür etti ve onların bayrağını geleceğe taşımakla görevliyiz dedi.

Tuncel’in ardından Kürsü'ye Hopa protestoları sırasında polis saldırısı nedeniyle kalası kırılan ve panzerin üzerine çıkan kadın oalrak başbakanın hedefi haline getirilen  Halkevleri GYK üyesi Dilşat Aktaş  Hopa davası adına söz almak üzere çıktı. Hopa ve Ankara'daki süreci anlatan Aktaş konuşmasında  “31 Mayıs’ta Hopa halkının ortaya koyduğu irade AKP’nin demokrasi maskesini düşürmüştür. Hopa’da yaşananlara asla tesadüf değildir, o anda gelişmemiştir. Hopa’da yaşananlar Hopa halkının doğasına suyuna sahip çıkmasının bir sonucudur. AKP bizi marjinalleştirmeye çalışmaya devam edecek, Halkevleri’ni “tek yol sokak devrim” dediği için hedef gösterecek, küçültmeye çalışacak ama biz bütün gücümüzle mücadele edeceğiz. Bugün Türkiye’nin dört bir yanında Halkevleri’ne üye ol kampanyası yapılıyor. Bundan sonra üye olacak arkadaşların bizimle aynı şeyi savunduğunu düşünüyorum, buna özel bir değer atfetmek isterim.” dedi.

Aktaş’ın ardından CHP milletvekili Melda Onur kürsüye çıktı. Böyle bir davet beklemediğini ve çok onur duyduğunu belirten Melda Onur, “milletvekili olarak katıldığım en onurlu toplantılardan biri bu” diyen  Onur “Gittiğim her eylemde Halkevleri’ni, o turuncu logoyu arıyorum. Bunu samimiyetle söylüyorum." diyerek konuşmasına devam etti. Melda Onur konuşmasında "80 yıllık bir partinin geçmişinde günahı sevabı olabiliyor, kimi zaman bu devrimci ruhtan kopmuş olabiliriz, ben tarihten intikam almak yerine ders almayı, ibret almayı düşünürüm" derken aynı zamanda  Mecliste şu an parlamenter demokrasinin işlemediğini, iktidarın hüküm sürdüğünü vurguladı ve kendisinin sahada, mücadelenin içinden topladığı verileri Meclise taşımaya çalıştığını bu konuda Halkevleri de dahil toplusal muhalefetin  bıu zorlamalarda bulunması gerektiğini ifade etti. 

Alper Taş: Birleşik bir devrimci harekete ihtiyacımız var
Onur’un ardından kürsüye çıkan ÖDP Genel Başkanı Alper Taş, burada olmasının iki anlamı olduğunu, birisinin Beykoz Halkevleri’nde yapmış olduğu yöneticilik sebebiyle Halkevciliği, ikincisinin ise son baskılar nedeniyle dayanışma olduğunu belirtti. Taş şöyle konuştu: “Halkevleri’ni günahı belli, siz dindar nesil yetiştirmiyorsunuz, 12 Eylülcüler de dindar nesil yetiştirmek istediler yetiştirdikleri şimdi iktidarda. Bütün sorunlar içerisinde birini öne almamız gerekiyor. Yeni rejimle karşı karşıyayız, AKP rejimi bu rejimin ordusu polis teşkilatı var, Kürt sorununa Alevilere bakış açısı ortada. Bu rejimin yargısı da var. Bu en temel noktalardan biri. İki şeye dayanıyor. Özel yetkili mahkemeler ve terörle mücadele, terör örgütü üyeliği. Çok kolay ülkemizde artık. Birleşik bir devrimci bir harekete merkeze ihtiyacımız var. Şöyle bir yaklaşımla olmaz, zayıfız basitçe bir araya gelelim zihniyetiyle bu olmaz. Bu birleşik bir emek-ekoloji-kadın-gençlik- barış hareketiyle olur, aşağıdan olur ama yukarıdan da bir siyasi inisiyatifle beslenir. Daha güçlensek de birleşik mücadele zeminlerini yaratmamız gerekiyor. Kapitalizm mutsuzluk üretiyor, çözüm mücadeledir, mücadele mutluluk üretiyor.”

Alper Taş’ın ardından Özgür Mumcu söz aldı. Sözlerine davet edildiği için gurur duyduğunu söyleyerek başlayan Mumcu, Halkevleri’ni mahkeme önlerinde tanıdığını, her eylemde gördüğünü ifade ederek sözlerine başladı.  Mumcu, "Bazıları memlekete baktığında sömürülecek halklar görürü, rant görür, bazısı askerle iktidar arasında kendine bir konum görür. Halkevleri ise  bu memlekete baktığında halkın haklarını, sosyal ve ekonomik haklarını görüyor. Devletin organları tamamen ele geçirildikten sonra ele geçirilmesi gereken bir halktır. Bu günkü dindar nesil tartışması budur. Halkevleri üzerinde iktidar kurulmayacak bir halkın evleridir. " diyerek konuşmasını sonlandırdı. 

Mumcu’nun ardından Hava-İş Sendikası Genel Başkanı Atilay Ayçin söz aldı. Ayçin konuşmasında  mek hareketinin durumuna değinirken AKP'nin sendikaları bertaraf etmenin yollarını aradığını ifade etti. "Son günlerde tartışılan sendikalar grev lokavt yasaları tek bir yasada birleştiriliyor. İş kolları barajı, toplu sözleşme gibi sıkıntılar vardı. Şimdi tek taşla birkaç kuş vurmak istiyor." diyen Ayçin, AKP sendikaları abluka altına alacak yasa taslağı hazırlamış, bunun mutlaka engellenmesi lazım. Bu yasa geçerse sendikaların kendi asli işlevlerini yapması söz konusu değildir. İş kolu barajı yüzde 10’du. Yetkili sendika olabilmesi için yüzde 10. İş yeri için de iş yeri barajı yüzde 50 artı 1 vardı. Bunlar ciddi engeller oluşturuyordu.  Şimdi yüzde 10’u yüzde 3’e çekerek sözüm ona sendika iş kolu barajını düşürürken iş kollarını birleştiriyorlar ve işkolu sayıları artıyor. Birleşme olur ve birleşirsek 24-25 bin üye bulmamız lazım. Grev tamamen yapılamaz noktaya geldi. Sendikal yasaklar da durmaktadır. Bizim iş kolumuzda grev yasağı yok, ama yeni yasa taslağında yüzde 40’ı faaliyete devam edecek ve şartlar işveren tarafından tek taraflı belirlenir diyor." diyerek son dönem yasal düzenlemleri değerlendiren Ayçin; Halkevleri umuda açılan kapıda önemli bir dinamiktir.  diyerek sözlerini tamamladı.

Ayçin’in ardından Handan Koç söz aldı. Sözlerine, “feministleri seven ve sevmeyen tüm Halkevcileri selamlıyorum” diyerek başlayan Koç “Kuruluşunuzu kutluyorum. Şimdi bir cephe zamanı olduğu konusunda hem fikirim. " derken özellikle AKP'nin ideolojisinin kadınalr üzerindeki etkilerine değindi. Kadınlara sığınmaya, aileye çağıran bu politikanın başta erken evlilik olmak üzere tüm kadınları erkeklere, kocaya, aileye bağımlı kılan bir süreç örgütlediğini ifade etti. Sibel Üresin’i hatırlatan Handan Koç  "Üresin’in söylediklerinde önemli bir nokta şudur: "Bir an önce evlenin, ortada kalmayın."  dedi.  Evleri yıkan kızlara ihtiyacımız var diyen Handan Koç 15 yaşında evlendirilen Hayrünnisa Gül’ün bugünkü yaklaşımının da temel bir örnek olduğunu ifade etti.

Koç’tan sonra TKP MK üyesi Kurtuluş Kılıçer söz aldı. Kılıçer, Halkevleri İstanbul şubesine başarılar dilerken, Ortadoğu’daki gelişmelerin altını çizdi. "Suriye’de insanlar öldü, solcu dediğimiz gazetelerin manşetlerine bakıyoruz. Bugün Suriye’de Müslüman Kardeşler terörü yaşanıyor. Türkiye burada 1. Dünya Savaşı’nı başlatan Sırp öğrenci rolü oynuyor, emperyalizmin taşeronluğunu yapıyor.” diyen Kılıçer özellikle ortak hareket etmeye dair vurguların öneminin altını  çizgi, bu konuda yol alınacağına dair kararlılığın gerekliliğini vurguladı

Kılıçer’in ardından kürsüye Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube başkanı Ahmet Atalık çıktı. Türkiye’de tarımın giderek yok olduğunu belirten Atalık tarımda gelinen süreci aktarırken, Tarım bakanının söylemine ve izledikleri çizgiye dikkat çekerken şöyle konuştu: “Buğdayın dış alımcısı olduk 1 milyon hektarın üzerinde azalmış ekim sahaları. Çiftçimiz kırsal alandan kaçıyor kazanamıyor. Bakanlık atıl işletmeleri çalıştıracağına buralar çok uluslu şirketlere vermeyi düşünüyor. Biz Halkevleri’yle birlikte su mücadelesi de veriyoruz, bu konu çok önemli. Kırsal alanda tarla-hayvan su veremeyen çiftçi kırsal alanda tutunamaz. Anadolu tarımdan kopuyor büyük kentlerin etrafında kümeleşiyor." Halkevleri Türkiye’nin neresinde olursa olsun çok hızla harekete geçen dinamik bir grup diyen Atalık GDO'ya Hayır Paltformu'nun çalışmalarına ve Halkevleri'nin verdiği desteğe de değindi.

Atalık’ın ardından CHP İstanbul Milletvekili Kadir Öğüt söz aldı. Öğüt şöyle konuştu: “Halkevleriyle sokakta her zaman birlikteyiz. Halkımızın ne sıkıntısı varsa orada oluyorlar. Bütün zulme karşı direniş gösteriyorlar. Onlarla gurur duyuyorum. Dün sanatçılarla genel başkanımız bir toplantı yaptı, eski Halkevleri’nden yetişen aydınları sanatçıları anlatıyorlardı. Halkevleri’nin o anlamda gelişmiş olduğunu hatırlatmamız, vatandaşa Halkevi’nin varlığını anlatmamız lazım. Halkevlerinin 73. Yılında Gölcük’te başlattığı deprem yardım çadırları bugün Van’da var. O arkadaşlarımızı kutluyorum.  12 Eylül zindanlarında Ahmet Yıldız’ı hiçbir şekilde bu topluma unutturmamamız gerekiyor. Geçmişte ne yapıldıysa bugünkü nesle aktarmak lazım. Halkevi daha önce iki kere kapatıldı şu anda da iktidarın hedefi durumunda."

Öğüt’ün ardından Özgür Gündem gazetesi muhabiri Sedat Yılmaz söz aldı. Yılmaz şöyle konuştu: Şu an ben bu konuşmayı yaparken Batman’da KCK operasyonunda Gülsüm arkadaşımız gözaltında. Haberi de bugün Özgür Gündem’de. Yoksulluğun haksızlığın nasıl diz boyu olduğunu anlatıyor ve Kürt basını olarak şu an 94 tane çalışma arkadaşım içeridedir. Musa Anter, Metin Göktepe şehit düştüler, Hopa’da şehit düştü faşizme meydan okuyan arkadaşımız. Biz susmadık, susmayacağız. Evden çıkarken çocuklarımızla vedalaşarak çıkıyorduk çünkü bugün de çocuklarımızla vedalaşarak çıkıyoruz. Birçok noktaya değinildi peki ortak mücadele? Van’da sergilemiş olduğunuz çocuklar için açtığımız çadır ortak mücadelemizi ifade ediyor. Musa Anter’in küçük generallerinin attığı taş, yumurta atan kardeşlerim, turnikeden atlayan kardeşlerim, Mardin’de trene bedava binen çocukla birleştiğinde biz kazanacağız. Sadece Kürtlerin değil üzerimizdeki baskılar, faşizme geçit vermeyen hesap soran herkes baskı altındadır. Taşeron işçiler, kadın yoldaşlar Musa Anter’e, Metin Lokumcu’ya, hepinize söz veriyoruz Özgür Gündem hepinizin adına susmayacaktır.”

Yılmaz’ın ardından Yrd. Doç. Dr. Özgür Müftüoğlu söz aldı. Müftüoğlu iş kazalarından söze başlayarak şöyle konuştu: “63 emekçi iş cinayetine kurban gitti. Bütün bu anlatılanların yaşandığı ülkede üniversitelerden ses çıkmıyor, Türkiye’de bilimsel özgürlük yok. 12 Eylül’ün başardığı şey akademik özgürlüğü ortadan kaldırmak oldu. Artık birçok şeyin gizlisi saklısı yok eskiden deşifre etmeye çalışırdık artık kendileri açık açık söylüyor. Girişimci üniversite, akademik kapitalizm üniversitedeki her faaliyet piyasanın güdümü altında kar sağlanacak bir şeye dönüşüyor, bunu yapan akademisyenin de gelir kaynağı. Tamamen başarılı oldukları da söylenemez. Her şeye rağmen üniversitede toplum için üreten akademisyenler de var. Bunlardan biri de Onur Hamzaoğlu ve beraberindeki çalışma arkadaşları biliyorsunuz Dilovası’nda yapmış oldukları çalışmada bebeklerin kakasında ve annelerin sütünde ağır metallere rastlıyor. Yani açıklaması şu oradaki insanlar kanser olacak ve ölecekler, bilim insanı olma özelliğiyle doğru bir şekilde kamuoyuna acıkılıyor. Yerel idarelerin sorunu yaratanı kaldıralım diye uğraşmasını beklersiniz, ama karşısında şarlatanlık diye ifade ediyor belediye başkanı. Bu dava toplum için bilgi sunmaya çalışan akademisyenlerin de davasıdır. 26 Ocak’ta 4. Duruşma yapıldı maalesef bu süreçte üniversite ve belediye işbirliği ile olumsuz çıkması için uğraşıyor. İstanbul işçi sağlığı iş güvenliği merkezinden bahsetmek istiyorum. Bugün işçilerin belki de en temel meselesi ölmeden çalışabilme hakkıdır. Ölüm iş kazası ya da meslek hastalıkları adı altında ölmeleri çok doğal hale geldi. Pek çok madenci maden işçisi öleceğini bile bile madene giriyor. Bu durum karşısında sessiz kalabilmek mümkün değildir. Maalesef emek örgütleri duyarlı değiller, bunu görmezden geliyorlar. Tersanelerde binlerce işçi öldü Dok Gemi-İş’ten ses çıkmadı. Sendikaları bu mücadeleye ortak etmek için biz bu meclisi oluşturduk. Başka illerden de buna yönelik teklifler geliyor, umarım bunlar en geniş şekliyle gerçekleştirilir.”

Müftüoğlu’nun ardından geçtiğimiz gün Kocaeli Kandıra Cezaevi'nden tahliye edilen Halkevleri GYK üyesi Metin Kaya söz aldı. Konuşmasına “içeriden devrimci tutsak arkadaşlarımızın selamını getirdik” sözleriyle başlayan Kaya, savunmaları için gazetelerden haberler topladıklarını ve bu süreçte devlet geleneğini gördüklerini söyledi. Kaya şöyle konuştu: “Biz içerideyken Ayhan Çarkın’ın başlattığı tutuklananlar bırakıldı, Deniz Feneri, Hrant Dink davası, onlarca KCK adı altında onlarca kişi, gazeteciler, avukatlar tutuklandı. AKP iktidarı ileri demokrasi tartışmasıyla kendi rejimini kurma noktasında demokrasiyi araca dönüştürmüştür. Ancak bizim şunu görmemiz gerekiyor bugün tahakküm altında yaşıyoruz, yeni rejimler kurumsallaşırken böyle olur biz bunu yaşıyoruz bilincine varmak zorundayız, hukuk operasyonel bir güce dönüşmüştür, yargı da eskinin tasfiyesinde operasyonel güçtür. Bu hukuk yeni bir kontrgerilla örgütüdür. Devrimcilerin adaleti sokaktan geçer, bugün yine sokakta olmak zorundayız kendi adaletimizi sokakta kuracağız bu yüzden Halkevleri tek yol sokak tek yol devrim diyor, demeye de devam edeceğiz” dedi.

Kaya’nın ardından İstanbul Tabip Odası Başkanı Taner Gören söz aldı. Görel şöyle konuştu: “İstanbul Halkevi 7. Olağan genel kurulunun İstanbul Tabip Odası yönetim kurulu adına selamlıyorum. Burada olmaktan çok mutluyum, çağırıldık ve buradaki konuşmaları dinleyince de burada bulunmaktan dolayı ne kadar iyi bir iş yaptığımı gördüm." sağlık alanında yaşananlara ve Kürt sorununa dair  hekim yaklaşımına dair düşüncelerini ifade eden Gören Sosyalist düşünceyle ilk Halkevleri'nde tanıştığını anladığını, ilk sosyalizme dair kitaparı orada okuduğun ve bunun sonraki hayatında nasıl bir düzende yaşamak istediğine karar verirken belirleyici olduğunu ifade etti.

Görel’in ardından Öğrenci Kolektifleri adına Mesut Can konuştu. Sözlerine “Sizleri üniversitemizde ağırlamaktan çok mutluyuz” diyerek başlayan Can," iktidarın hayallerini süsleyen dindar gençlik modeli, biz o modelden değiliz olmayacağız da biz bilimin halk yararına kullanılması gerektiğini düşünüyoruz.” dedi. Can yüzlerce tutuklu öğrenci olduğunu belirterek “biz yüzlerce tutukluyu özgür bırak demeye devam edeceğiz” dedi. Can şöyle konuştu: “Ankarabelediye başkanı Melih Gökçek Dikmen vadisi halkının evlerini yıkıyor. YTÜ, şehircilik bakanının yanında olduğunu söyledi onların hayallerini böyle bir üniversite var. Ama buna rağmen hala bilimi demokrasiyi eşitliği savunan insanlar var. Bunları yaşıyoruz ve geri adım da attırıyoruz. Bunları büyütmek gerektiğini düşünüyoruz. Halkevleri’yle birlikte mücadele etmekten onur duyuyoruz, önümüzdeki dönem de birlikte mücadele edeceğiz.”

Can’ın ardından Hrant Dink ve Ankara’daki Hopa davası avukatı Arzu Becerik söz aldı. Becerik şöyle konuştu: “Bana yer verdiğiniz için teşekkür ediyorum. Halkevleri yetkin üye ve kadrolarıyla her zaman mücadele için çok önemli.  Tabi bunun bedelleri de var, Halkevleri de iktidarın hedefinde. Her zaman çeşitli davalar oldu ve bu davalar da muhalefetin sesini duyurabileceği davalar oldu. Hrant Dink davası: bir yönü var, bu davada sesi kısılan yok sayılan konular burada kesişmiş durumda. Hrant'ın hem Ermeni olması hem de sosyalist olması karşısındaki grubu da çeşitlendirdi ve farklı bir cephe oluşturdu. Biz Hrant Dink’te bakıyoruz jandarma, polis, MİT, hükümet üyelerinin beyanları karşıtlığın ne kadar güçlü olduğunu nasıl kol kola olduğunu gösterdi.
Davada birçok noktada delil karartma gizleme yok etme, hepsi bir taraftan bizi kuşattı ama el ele yol aldık. Türkiye’de yapılan referandum sonrası ve referanduma destek veren bazı grupların da katkıları nedeniyle alınan oy oranından sonra HSYK’nın değiştirilmesi de Hrant Dink davasına doğrudan etki etti. İki hakim değişti, savcı değişti ve kamu görevlileri kısmı geçiştirildi hızlı bir duruşma temposuyla. Bu kadar engellemeye rağmen kamu görevlilerini, hükümet tarafından korunan kişileri tespit ettik bunları savcılığa da verdik. Bundan rahatsız olan AKP bunu gündemden düşürmek için apar topar davanın bitirilmesini sağladı. Her türlü muhalefeti baskı altına alıyorlar ve herkese terör eylemi derken bu kadar bariz bu olaya terör eylemi diyememiştir, bunu yapana da terörist diyememiştir. Öyle bir şey yaşandı ki ifade özgürlüğünü kullananlara her yol kapalı ama ölümü getirenlere her türlü koruma açık. Bu cinayetten en fazla nemalanan AKP olmuştur. Bunu göstererek karşısındaki askerden onların yaptığı bir şey olarak gösteriyor, onların yargılanmasını sağlıyor. Topu Ergenekon’a atıyor. Ama sorumlulukları çok açık mühürlü yazılarla bile görünen emniyet mensuplarına valilere hiçbir işlem yapmıyor. Bu kamu görevlilerini utangaçça sahiplenirken artık biz kimi gündeme getiriyorsak açık bir sahiplenmeyle onu koruyor. " Becerik, Hrant Dink davasına değen tüm kamu görevlilerinin terfi ettirildiğini ifade ederken bugün Hrant Dink'i liberallerin hiç yalnız bırakmadığını söyleyenlere hayır sosyalistler hiç yalnız bırakmadı, Halkevleri de bunun bir örneğidir dedi. Şimdi öğrencilere toplumun diğer muhalif kesimlerine  Kürtlere, kadınlara yönelen tüm saldırılarda Halkevleri her noktada olduğu gibi burada da muhalif kesimlere desteklerini esirgemiyor. Bu konudaki Halkevleri’nin çaba ve varlıklarının devam etmesini diliyorum.” dedi.

Daha sonra söz alan Enerji-Sen Genel Başkanı Kamil Kartal şöyle konuştu: “Ben hep Halkevciyim. Eğer birey bulunduğu yeri iyi belirleyebiliyorsa bulunduğu yerde uygun bir duruş sergileyebiliyorsa bu duruş kaçınılmaz olarak mücadelenin de nasıl olması gerektiğini gösterir. Tabi ki sınıflar mücadelesi bireylerin tek başına verdiği mücadele değil. Öğretilenleri günümüzün nesnelliğini de dikkate alarak yeniden şekillendirmek gibi bir görevimiz var. 24 milyon üretime dahil olan insan ve 9 milyon sigortalının 600 bini sendikalı. Kukla-konfederasyon ayrımı yapmadan söylüyorum bir avuç sınıf mücadelesine inanan insanlar yeniden örgütlemek doğrultusunda çaba sarf ediyorlar. Sendikalı oranının düştüğü bir ortamda çok istisnai birkaç sendikanın üyelikleri devam ettirdiğini, yaprak kıpırdamaz denen ortamda örgütleyen sendikalarımız var. Bunlardan biri Dev-Sağlık-İş."  Kamil Kartal konuşmasında bugünün yeni sınıf mücadelesi dinamiklerine değindi.

Emekliler ve Yaşlılar hareketi adına söz alan Mahinur Şahbaz şöyle konuştu: “Demokrasi kürsüsünde konuşulurken demokrasi algılımızla özgürlük arasında çok ciddi bir ilişkiden başlamak istiyorum. Demokrasi bize kaderimizi tayin etme gücü veriyorsa o demokrasidir. Bugün faili belli cinayetleri devam ettiren sistem karşısında bu anlayışa karşı durursak varız diyebileceğiz. Emekliler de kendi paylarına düşeni acımasız bir şekilde gördü. Bizler de emekliler olarak neden her gün yoksullaşıyoruz sorusunu sorarak başladık. SGK yok ediliyor, sağlık hakkımız yok ediliyor. Başta kendimizi sorgulayarak çalışmalara başladık durumuzun farkına vararak ve şeytanın ayrıntılarda gizli olduğunu bilincine çıkararak emekliler geleceğini tartışıyor toplantıları düzenledik. Bize yapılanların ekonomik politik anlamını anlamış değiliz. Çok ciddi bir manipülasyon var. Asgari ücret komisyonu toplanıyor ve devrimci sağlık çalışanları kapıda benim ne kadar parayla geçineceğini benim yaşamımı belirliyorsun ama ben yokun diye kapıya dayanıyor, işte böyle bir tarza ihtiyacımız var. Birlikte başka bir Türkiye için emekli ve yaşlı alanında üzerimize düşeni yapmaya çalışıyoruz."

Daha sonra Türkiye Sakatlar Derneği Genel Sekreteri Ergün İşeri kürsüye çıktı. İşeri şöyle konuştu: “Şimdi ben öyle bir kesimin temsilcisiyim burada anlatılanların sonuçlarından oluşan bir topluluk. Savaşın, iş kazalarının, trafik kazalarının sonuçlarından oluşan bir topluluk. Toplumda farkedilmeyen bir kesim olduğumuz açık. Örgütlerin tüzüklerine bakarsanız çok azında engellilerle ilgili bir kısım yok. Halkevleri’yle bir meclis oluşturmaya çalıştık ve giderek ilerledi, ilerliyor. Merdiven çıkamayız, sokağa çıkamayız, işe başvuramayız ya da başvurursak kaybederiz. Kendini ifade etmekte zorluk çeken ve iktidara teslim edilmiş bir kesim adına konuşuyorum. Ne yazık ki ciddi bir örgütlülük yok bu konuda. Bunu aşmanın yolları nedir diye bakıldığında demokrasi kanallarının açılması birlikte hareket etmemiz engellilerin sizlerin de yardımıyla kendilerini ifade edecekleri bir yer olması lazım. Bir ayrımcılık istemiyor engelliler ayrıcalık da istemiyor. Sadece eşit koşulların sağlanacağı olanakları istiyor. Halkevleri’nde sadece engelli hakları değil aynı zamanda sağlık hakları için de mücadele ediyoruz. SGK engellilerin ihtiyacı olan şeylerin ancak 10’da birini veriyor. Ben sizden bir yolda yürürken acaba bir engelli bu yolda yürüyebilir mi diye düşünmenizi istiyorum.”

Demokrasi Kürsüsü’nde son olarak 3. Köprü Yerine Yaşam Platformu adına Çiğdem Çidamlı söz aldı. Çidamlı şöyle konuştu: Barınma hakları için mücadele eden Dikmenli kadınlara selam göndererek başlamak istiyorum. Belki sadece 3.köprü gibi yerel görünen bir platform olmasına rağmen İstanbul’da yaşayan herkesin söz, yetki karar hakkı için de mücadele eden bir örgüt. Bu noktada çok çarpıcı bir vurgu yapmak istiyorum. Türkiye’deki köprülerin darbe dönemlerinden sonra yapıldığını görüyoruz. 1974-1986 köprüler. Türkiye’deki sermaye birikimlerinin sonucu olduğunu kanıtlarcasına 3.köprü de yeni bir faşist darbe döneminin sonucu. 3.köprü çok büyük bir kıyım ve cinayetin simgesidir. İhale birkaç kez ertelendi. Nasıl Melih Gökçek Dikmen halkının evini yıkacağım diyorsa Ulaştırma Bakanı da her şeye karşı halka, meslek örgütlerinin karşı çıkmasına rağmen Türkiye’deki yatırım ortamının kötüleşmemesi adına köprünün yapılacağını açıkladı ve 5 Nisan’da yeni bir ihale var. Hem Ulaştırma Bakanı hem Ali Babacan hükümetin demokrasi projesini açıklarken bunu duble yola benzetiyorlar, deminden beri konuştuğumuz her şey, bunu inşa edenler, yaşamdaki her bir öğeye bir fırsat penceresinden bakıyorlar; bunlar çok değerli yoksulların burada oturması yazık olur, hepiniz buraları terk edeceksiniz, kentin 40-50 km uzağındaki yeni emek gücü depolarında barınacaksınız diyorlar.
Bir yasa daha var, kentsel dönüşüm yasası. Türkiye’de bundan sonraki rejimin son derece iyi bir özetini sunuyor. Bize kentleri kamusal alanları, tarihsel mekanları, her şeyi bundan sonra TOKİ ve Çevre Şehircilik Bakanlarının etkisi altındadır. Ve burada yaşayanların söz söyleme hakkı yoktur, değer kazandığı anda terk etmek zorundasınız. İstanbul’un pek çok mahallesi bu yasanın tehdidi altında.”

Demokrasi Kürsüsü’nde son olarak oturumu yöneten Ali Çerkezoğlu söz aldı ve Van’da 500 çocuğun Van Çocuk evinde kar altında iki aydır ürettiklerini sergilediğini belirtti. Çerkezoğlu’nun çocukların buraya selamlarını ilettiklerini söylemesi salonda coşkuyla alkışlandı.

Konuşmaların ardından genel kurul gündemine devam edilerek çalışma raporunun, mali rapor ve tahmini bütçenin, denetleme kurulu raporunun okunmasının ardından yönetim kurulu ibrası gerçekleşti ve önergelerin karara bağlanmasından sonra yeni dönem yönetim kurulu seçimlerine geçildi. Oylamanın ardından İstanbul Halkevi 2012-2014 dönemi yönetim kuruluna; Özge Ozan, K. Erkut Güzel, Kemal Okur, Alaattin Timur, ve Gizem Kutlu seçildi.