Hafızayı beşerin nisyanına isyanım var, bilsin bunu tüm beşer. Sen tut insanlığın en büyük suçlarını işle, sonra daha sıcaklığı soğumadan olayların ve ölülerin unutulsun, unutturulsun. Yağma yok! Yazı denen bu işaret silsilesi, resim denen bu sanatsal meret varsa bir tek bu nedenledir işte. Unutmayalım, unutturmayalım diyedir bütün bunların nedeni. Başkaları değişik varsayımlarda bulunabilir ama benim için budur.
Şehrin göbeğinde Sarayburnu’nda İSKİ şantiyesinde gencecik bir mühendis, kuralların ve güvenliğin en yoğun olarak uygulanabileceği ve parasal bir derdi de olmayan resmi bir kurumun şantiyesinde tepesine tonlarca ağırlık düşerek can veriyor. Şimdi hemen değişik sorumlular aranacak. Taşeron firmalar ve sanki canlı bir varlıkmış gibi bakımı yapılmamış makineler, vinç parçaları suçlanacak. Oysaki o makinelerin tek suçu bu aymazların elinde oluşudur sadece. Yıllardır özelleştirme teraneleri ile kulaklarımızı, gözlerimizi, beynimizi iğfal edenler yakabilecekleri en münasip yerlerine dilediği miktarda kına kullanabilirler. Ekonominin gereği dedikleri sendikasızlaştırma, iş güvenliği masraflarından kaçma arzusunun doğurduğu taşeronla iş yapma muhabbetlerinin sonucudur bu insanlık dışı ölümler.
Ölümler dedim. Daha geçen ay beş dok işçisi tersanelerde ve ne ilginç yine İSKİ’nin taşeron firmalarında çalışan başka üç işçi daha. Ve daha niceleri. Evvelki satırda sayı ile ifade ettiğimiz değerler can beyler, bayanlar, can. Kalbi olan, beyni olan, aşık olan, çocuğu olan, küfreden, sevişen, kavga eden, yemek yiyen birer insan. Senin gibi benim gibi. Birilerinin sanki gökten inen kutsal ekonomilerinin gereği olduğuna bizi inandırdıkları ya da inandırmaya çalıştıkları özelleştirme ve taşeronlaştırmanın doğal sonucu bu. Daha fazla kar mı istiyorsunuz alın size fazla kar. Ama yakanıza yapışan ellerinize bulaşan insan kanıdır; hesabı sorulmadan, yıkayarak çıkartamazsınız bu kanı, sevgili küresel ekonominin saygıdeğer teorisyenleri.
Ekonominin gereği masraflar en aza inmelidir. Bu nedenle sigorta, güvenlik gibi masrafları başkalarına yıkalım. Taşerona verelim işleri. Onlar da kar etsin. Hem de sendika ve benzeri naneler de dert olmaz başımıza. Bütün bunlar ekonominin gereği. Anlı şanlı iktisatçılar ve profesörler her sabah ekonomi köşelerinde gazetelerimizin ve televizyonlarımızın, böyle diyorlar. Bu nedenle, sermaye küresel anlamda en ucuz üretimi yapacağı, masrafın en az olduğu ama sosyal ve can güvenliğinin de başat olarak en az olduğu, çocuk işçilerin çalıştırıldığı ülkelere hareketleniyor. Böyle olduğu için ülke içinde de taşeronlaşma denilen şey yaşanıyor. Ve yine bu gökten inmiş kutsal ekonomilerinin gereği insanlarımız ölüyor.
Hastanelerimiz de ekonominin gereği parasal ilişkilerini çok güzel yönetmeye başladılar. Zarar etmiyorlar mesela. Ama küçücük çocuklarımız şehrin en önemli hastanelerinde kuduzdan ölebiliyor. Hem de doktor gözetiminde. Kim bilir kaç doktor gördü küçük Serhat’ı. Hepsi alanında uzmandır. Ama bir tanesi hatırlayamadı mı serum verilmesini? Yoksa suçlulardan biriside kapitalizmin bize her alanda dayattığı sadece kendi alanında uzman ol, diğer kısma başkaları bakar düşüncesi mi? Yahu en azından uzmanlar bir araya gelip birlikte bir değerlendirme yapamaz mı?
Ekonomi dediğiniz şey bizim karnımızı doyuran, can güvenliğimizi sağlayan, barınma, sağlık ve eğitim sorunlarımıza çözücü cevaplar veren bir şey olmak zorunda. Yoksa işsizleştiren sosyal güvencelerimizi yok eden güvenliksiz ortamlarda çalışmamıza yol açıp canımıza malolan bir Alicengiz oyunu değil. Ekonomiyi bize böyle yutturmaya çalışanlar kanımız üzerinden şirketlerin daha fazla kar elde etmesini bir de bize alkışlatmaya çalışıyorlar. Kamu hizmetlerini sanki biz kamu değilmişiz gibi yine parayla bize satıyorlar. Bu da onların ekonomisinin bir gereği.
Ey bu ülkenin ve dünyanın güzel insanları! Ey mübarek insanlar! Yaşam bize verilmiş en güzel hediyedir. Ve ekonomi gökten inmiş bir şey de değildir. O, bizim yaşamımızı kolaylaştıracak bizim insan onuruna yakışır bir şekilde yaşamımızı sağlayacak kurallar bütünü olmak zorundadır. Bunun dışında şeyler söyleyen bilerek ya da bilmeyerek yalan söylüyordur.
Canımızı alan, işsizleştiren, bizi insan olmaktan çıkarıp bir mal gibi gören ekonomilerini ellerine verip onları tarihin çöplüğüne göndermediğimiz sürece biz daha çok ölürüz şantiyelerde, hastanelerde, iş beklediğimiz kapılarda.
Bu yüzden bu ölümleri tartışmağa ekonominin ne olduğundan başlamak gerekir. Ekonominin önceliklerinin ne olduğunu belirlemeli ilk baştan. İnsanlar mı ya da ülkesel veya küresel şirketler mi? Buna verilecek cevap ne olduğumuzu ve ne olacağımızı belirleyen bir turnusol kağıdı aslında. Hayattan mı yanayız ölümlerden mi? İşte, dünya ve bizim ölüm kalım sorumuz ve sorunumuz bu.