Suyuna, toprağına, ormanına sahip çıkanlar İstanbul buluşması: Mücadelemiz su ve doğa meta olmaktan çıkarılana kadar sürecektir; zafere kadar, kazanana kadar…
Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu tarafından 15-16-17 Ekim tarihlerinde “Suyuna, Toprağına, Ormanına, Emeğine Sahip Çıkanlar Buluşuyor – Yaşamı Savunanlar İstanbul’da” başlığıyla düzenlenen forum sermayenin doğayı, suyu, havayı metalaştırma/yok etme saldırısına karşı direnlerden yükselen mücadele çağrısı ve umutla sona erdi.
2008 yılında suyun ticarileştirilmesine karşı mücadele için bir araya gelen platformun Anadolu'nun dört bir yanında mücadele edenleri buluşturduğu etkinlik; kapitalist üretim biçiminin doğayı ve yaşamı geri dönülmez biçimde tahrip etmesine; kapitalizmin doğayı metalaştırma saldırısına karşı farklı alanlar açığa çıkan direnişlerin birbirlerine yakınlaşmasını sağladığı gibi saldırının bütünlüğünü görünür kılarken; mücadelelerin ortaklığını da berraklaştırdı. 3 günlük yoğun bir programla tamamlanan forumda sürdürülen tartışmalar ve açığa çıkan sonuç bildirgesi; anti-kapitalist bir mücadele çizgisinin altını çizmesi; sermayenin doğayı metalaştırma saldırısı ve yarattığı tahribata karşı mücadeleyle emek mücadelesinin birliğini vurgulaması; sermayenin saldırı stratejilerinin Anadolu’nun dört biryanında nasıl yaşama geçirdiğinin ifade edilmesi, saldırının aktörlerini tanımlaması ve mücadele ilkelerine dair vurgularıyla devam eden mücadele süreci açısından değerli bir çıkış noktası oluşturuyor.
Forum sürecinde yapılan tartışmalara ve aktarılan sunuşlara ilişkin kimi vurguları foruma katılma olanağı bulamayanlar için aktarıyoruz.
Forum 15 Ekim tarihinse Boğaziçi Üniversitesi Kültür Merkezi’nde Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu’nun mücadelesini anlatan bir slayt gösterisi ve Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Beyza Üstün’ün konuşması ile başladı. Forumun ilk gününde kentte suyun piyasalaştırılmasına karşı mücadeleler ve suya erişim hakkı mücadelelerine; nükleer-termik santrallere, katı atık tesislerine ve maden şirketlerine karşı mücadelelere dair deneyimler paylaşıldı.
Kentte Su Hakkı Mücadelesi
“Kentte Su Hakkı Mücadele Deneyimleri” başlıklı oturumda ilk olarak Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven söz aldı. Özgüven, yaşamın temeli olan suyu parayla satmayı kabul etmediklerini, belediyelerin ticari işletmeler haline getirilmek istenmesine karşı olduklarını bunun için 10 tona kadar suyu Dikili halkına parasız sağladıklarını ancak bunun bazı kesimleri rahatsız ettiğini belirtti. 2 yıl boyunca parasız su sağladıkları için yargılandıklarını vurgulayan Özgüven davada beraat etmelerinin halkın ve kitle örgütlerinin desteği sayesinde gerçekleştiğini vurguladı. Yasal düzenlemelerle belediyelerin halkın yararına çalışma yapmasını engellediklerini söyleyen Özgüven, belediye hizmetlerinin artık hizmet maliyetini karşılamayı da aşarak “kar” elde etme hedefiyle şekillendirildiği ancak buna rağmen kendilerinin halka ücretsiz su ulaştırmaya devam edeceklerini belirtti. Özgüven ayrıca bugün camilere ücretsiz su verilirken okulların sularının borçları nedeniyle kesildiğini, elektrik parasını ödeyemedikleri için halka suyun ulaşımını sağlayan su pompalarını kimi zaman çalıştıramadıklarını dile getirdi.
Özgüven’in ardından Bursa Su Platformu adına Ahmet Keskin söz alarak Bursa’da suyun ticarileştirilmesinin birçok farklı biçimde yaşama geçirilmeye çalışıldığını vurguladı. Çok sayıda su kaynağı bulunan Bursa’da bu kaynakların su şişeleme şirketlerine devredildiğini, eskiden mahallelerindeki çeşmelerinden temiz içilebilir su akan Bursa halkının artık temiz suya ulaşamadığını, evlerde bile şişelenmiş suyun kullanıldığını vurguladı. Bursa’da halka parayla satılan suyun sanayiye ücretsiz verildiğini şirketlerinin kuyulardan su çektiğini ve kirli suyu toprağa geri vererek yeraltı su kaynaklarını ve doğayı kirlettiklerini; ön ödemeli sayaç uygulamasının yaşama geçirilmeye çalışıldığını, Bursa bölgesinde birçok HES projesinin yaşama geçirilmesinin planlandığını; su kaynaklarını da kirleten Cargill’le mücadele ettiklerini belirten Keskin her yıl Bursa Belediyesi ve DSİ’nin ortaklaşa “Bursa Su Sempozyumu”nu düzenlediklerini ve bu sempozyumda suyun ticarileştirilmesinin zeminini sağlamlaştıracak argümanları tartıştıklarını belirtti. Bursa Su Platformu’nun bugüne kadar sürdürdüğü çalışmalardan bahseden Keskin suya yönelen ticarileştirme uygulamalarının tamamına karşı mücadeleyi hedeflediklerini vurguladı.
Ahmet Keskin’den sonra söz alan ve Ankara Mamak’taki su hakkı mücadelesini anlatan Candaş Türkyılmaz ise Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından 2 haftaya yakın bir süre boyunca suları kesilen Mamak halkının buna karşı kitlesel bir biçimde tepki verdiğini, su kesintisi sırasında belediyenin su tankerlerine halkın el koyduğunu ve ancak 3 bin kişiyle Ankara’nın ana yollarından birini kestiklerinde günlerce verilmeyen suyun evlerine ulaştığına değindi. Aynı zamanda Halkevi yöneticisi olduğunu belirten Candaş Türkyılmaz muhtarları ve mahalle temsilcilerini katarak halkın doğrudan inisiyatifiyle hep birlikte su hakkı mücadelesini sürdürdüklerini; Ankara Tabip Odası, İnşaat Mühendisleri Odası gibi meslek örgütlerinden aldıkları destekle su ve sağlık hakkını mahallelerde birlikte tartıştıklarını belirtti. Türkyılmaz Mamak’ta Araplar Mahallesi’nde mahalle çeşmelerinin su kaynağının ticarileştirilmesi hedefiyle kapatılmasından sonra mahallelinin direnişiyle çeşmelerin yeniden açılması deneyimini de aktardı.
İstanbul Sarıyer Maden Dereiçi Mahallesi’nden Ali Doğan da yaklaşık 30 yıldır mahallelerinde su olmadığını, suya erişim hakkı mücadelesini yürütmek için dernekleştiklerini Sarıyer Halkevi Şubesi ile birlikte eylemlere başladıklarını, defalarda belediye önüne yürüyüş düzenlediklerini, panel ve söyleşiler yaptıklarını ancak yoksulların barınma ve su hakkının yok sayıldığını aktardı. Hemen yanı başlarında yeni yapılan lüks sitelere suyun ulaştırıldığını ancak kendi mahallelerinin yok sayıldığını, sitelerin kanalizasyonlarının mahallenin içine akıtıldığını, çocukların yaşlıların sürekli hasta olduğunu belirten Doğan, sadece su değil eğitim, sağlık ve barınma hakları için de mücadele etmeye devam edeceklerinin altını çizdi.
İlk oturumun son konuşmacısı olarak İstanbul Küçükarmutlu’dan Hasan Öztürk söz alırken, kendilerinin de yıllarca mahalleyi kurduktan sonra suya erişim için mücadele ettiklerini, belediyelerden su talebine yanıt gelmemesi üzerine su tesisatlarını mahalle sakinlerinin hep birlikte yaptığını ve ancak bundan sonra belediyenin yapılan bu tesisatlar üzerine su sayaçları takarak kendilerinden para almaya başladığını aktardı. Yıllar önce İstanbul’un bomboş bir arazisi iken şimdi yaşam alanları İstanbul’un göbeğinde kalınca evlerini terk etme baskısı ile karşı karşıya kaldıklarını aktaran Öztürk, şimdi su şebekelerinin eskidiğini ancak belediyenin hiçbir yenileme çalışmasını yerine getirmediğini aktararak “ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar hiç bir yere gitmeyeceğiz” dedi.
Nükleer Santral Karşıtı Mücadele
Günün ikinci oturumunda Sinop ve Mersin’de nükleer santrallere karşı mücadele deneyimleri ve Bursa Mustafakemalpaşa’daki katı atık tesisleri ve mermer ocaklarına karşı direniş paylaşıldı. Sinop Nükleer Karşıtı platform adına katılan Metin Gürbüz 1995 yılında platformun kurulması ile Sinop’taki mücadelenin nükleer santrallere karşı mücadelede çok önemli deneyimler kazandırdığının vurguladı ve 2008 yılında platformun tüzük değişikliğine giderek Sinop’a kurulması planlanan termik ve hidroelektrik santrallere karşı mücadeleyi de gündeme aldıklarını aktardı. Başbakan’ın Türkiye Avrupa’nın enerji arz güvenliğinin güvencesi olacak dediğini aktaran Gürbüz ulusal enerji ağının Avrupa enerji ağı ile birleşeceğini belirtirken “doğa tahribatının bize enerji ise Avrupa’ya aktarılacak” dedi. Metin Gürbüz sermayenin, siyasi iktidarın halka ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalıştığını Nükleer karşıtlığından hemen sonra “o zaman nükleer yerine termik” olsun diyerek termik santralin gündeme getirildiğini aktardı. Mersin Nükleer Karşıtı Platform’un sözcüsü Sabahat Aslan Mersin Akkuya’ya kurulması planlanan nükleer santrale karşı mücadele deneyimlerini katılımcılarla paylaştı. Mersin Akkuyu’da köylülerin “işe alım garantisi” ile ikna edilmeye çalışıldığını vurgulayan Sabahat Aslan özellikle işsizlik ve yoksulluğun halka karşı kullanıldığını belirtti. 10 Kasım’da Nükleer Santral’in temelinin atılmasının planlandığını duyum aldıklarını söyleyen Aslan herkesi mücadelelerine destek olmaya çağırdı.
Katı Atık Yakma Tesislerine ve Mermer Ocaklarına Karşı Mücadele
Bursa Mustafakemalpaşa’dan katılan Seyit Ali Geçici de yöreye kurulması planlanan tıbbi ve katı atık yakma tesisine karşı bölgelerindeki köylerde yaptıkları bilgilendirme toplantıları ve sohbetlerle duyarlılık sağladıklarını, bunun sonucunda tesis için yapılmaya çalışılan ÇED toplantılarının köy sakinleri tarafından yaptırılmadığından bahsetti. Devletin orman alanı olduğu gerekçesiyle bölgede halkın hareket edebileceği sınırı belirlediği ve halkın hayvancılık yapamadığı için boşaltmak zorunda kaldığı alanlara şimdi katı atık tesislerinin yapıldığını, terk edilen arazilerin şirketler tarafından alındığını, yerel basının şirketler tarafından satın alındığını, kendilerine para cezaları kesildiğini bir yandan da yurtdışı gezileri önerildiğini, siyasilerin milletvekilleri de başta olmak üzere direnişin önündekileri şirketlerle buluşturmak için çalıştığını ifade eti. Geçici ayrıca bölgelerindeki mermer ocaklarının yarattığı tahribatı katılımcılarla paylaştı, bölgede 1040 adet mermer ocağı olduğunu 2000 tane de ruhsat başvurusu olduğunu belirten Geçici tozun tüm alanı kapladığını, su kaynaklarının kirletildiğini şikayet ettiklerinde inceleme için 6 ay sonra köye gelindiğini vurguladı ve asıl olanın halkın mücadelesi olduğunu belirtti.
Termik Santrallere Karşı Mücadele
Üçüncü oturum ise Foça Çevre ve Kültür Platformu’ndan Bahadır Doğutürk Foça ve Aliağa’daki santrallerin yaşam alanlarına etkisi ve Kyme antik kentinin nasıl yok edilme tehdidi ile yüz yüze bırakıldığını anlatırken bölgede Pektim, Tüpraş tesisleri, demir-çelik tesisleri, gemi söküm tesisleri, gübre fabrikaları, hurda depoları, ithal kömür depoları, LPG dolum tesisleri gibi bir dizi yapı ve işletmenin doğayı ve su kaynaklarını geri dönülmez biçimde kirlettiğini vurguladı. Termik santral projesinin KYME antik kenti sahasında yapılması planlandığını, 1. derece arkeolojik sit alanı olan bölgenin 3. dereceye indirildiğini; termik ve nükleer santral projelerinin özel olarak soğutma suyu kullanımı için deniz kenarına yapıldığını ve bu yaşama geçtiğinde deniz suyuna verilecek ısınmış suyun deniz yaşamını da tehdit edeceğini belirtti.
Yeşil Gerze Çevre Platformu sözcüsü Şengül Şahin Gerze’nin özellikle özelleştirmeler ve tarımda yaşanan yıkım nedeniyle zor günler yaşadığı bir dönemde termik santral projesini karşılarında bulduklarını, ancak tüm Gerze halkının birlik olduğu bir mücadele süreci örgütlediklerini aktardı. Termik santral projesini yapan Anadolu grubunun halka yardım paketleri dağıtarak, okullara formalar, toplar bağışlayarak, yeni yıl ve bayramlarda evlere paket paket çikolatalar, hediyeler yolladıklarını aktaran Şahin platform olarak dağıtılan hediyelerin şirkete iadesinde halka yardımcı olduklarını, köy toplantıları yaparak termik santralin zararlarını aktardıklarını, termik santrallerin yapılmış olduğu yerlere geziler düzenleyerek sonuçları yerinde gördüklerini ve bu şekilde halkın sonuçları anlamasının kolaylaştığını, imza kampanyası yaptıklarını esnafların, halkın evlerinin işyerlerinin duvarlarına kendi kendilerine termik istemiyoruz ilanları astıklarını, şirketin ÇED dahi olmadan EPDK’dan üretim lisansı almaları üzerine ÇED genel müdürlüğü ve EPDK kurulunda yer alanlar hakkında suç duyurusu yaptıklarını aktardı. Şengül halkı bilgilendirme toplantısına yüzlerce insanın termik santral istemiyoruz tişörtleriyle gittiğini ve polisin kapalı spor salonu içinde halka karşı biber gazı kullandığını anlattı. Gerze’nin mücadelesini sürdürdüğünü anlatan Şengül Şahin mücadelelerin birleşmesi gerektiğini belirtti. 13 Kasım’da yapacakları eylemde herkesi yanlarında görmek istediklerini söyledi.
Çanakkale Çevre Platformu’ndan katılan Deniz Demirtaş termik santral kurulma çalışmaları ve Parion Antik Kenti’nin yok edilmesine karşı giriştikleri mücadeleyi aktarırken, özellikle kazı çalışması sürecinin şaibelerle şekillendiğini, çeşitli akademisyenlerin ifadeleriyle termik santral kurulmasının önünü açtıklarını belirtti. İÇDAŞ’ın aktif olarak direnişi ortadan kaldırmak için müdahale ettiğini belirten Demirtaş, İÇDAŞ çalışanlarının polis korumasında ÇED toplantısına katıldığını; zeytinliklere dair kamulaştırma kararının çıktığını aktardı.
Amasra-Bartın’da kurulmak istenen 2 adet termik santrale karşı verilen mücadele süreçlerini aktaran Ergin Bozkurt 2000 yılında mobil santral projesiyle karşılaştıklarını 15 bin kişilik bir bir eylem ve 25 bin kişiden topladıkları imzalarla bu süreci durdurduklarını 2005 yılında yeni projeyle karşılaştıklarını kurdukları platformla birlikte mücadele ettiklerini belirtti. HEMA A.Ş’nin yapmayı planladığı termik santral projesiyle su kaynaklarının, deniz ve yeraltı sularının, endemik bitki türlerinin, insan sağlığının Küre Dağları Milli Parkı’nın yoğun biçimde etkileneceği vurgulanırken Bartın halkının direnişe devam edeceği söylendi. Yalova Çevre Platformu’ndan Ayşe Aydemir AKSA şirketinin 1999’da deprem nedeniyle hammadde olarak kullanılan acn maddesinin bulunduğu tankların zarar görmesiyle 6 bin 500 ton vinil siyanürün çevreye saçılması sürecini aktardıktan sonra AKSA’nın krizden güçlenerek çıktığını 100 MW gücündeki doğalgaz çevrim santrali fabrika içinde devreye girdiğini birkaç yıldır ise mevcut santralin teknolojisinin eskidiği ve fabrikanın enerji ihtiyacının arttığı gerekçesiyle, burada kömür yakıtlı 645 MW gücünde termik santral yapılmak istendiğini aktardı. 2007 yılında termik santral yatırımının açıklanması ardından 18 bin kişiden imza toplandığı, 1 Şubat 2010’da platformun kurularak mücadeleye devam ettikleri belirtildi.
Maden Şirketlerine Karşı Mücadele
15 Ekim’de Ege Çevre Platformu (EGEÇEP)’ten Erhan İçöz’ün; Niğde Ulukışla’dan Hüseyin Özçelik’in ve Dersim’deki süreci anlatan Hasan Şen’in katıldığı son oturumda son oturumunda maden şirketlerine karşı mücadele deneyimleri paylaşıldı. Uşak-Ulubey İlçesi’nin İnay Köyü sınırları içindeki Kışladağ Mevkisi’nde, Kanadalı Eldorado Gold Şirketi'nin uzantısı olan Tüprag Şirketi tarafından yapılan siyanürlü altın çıkarma çalışmalarına karşı halkın eylemler, mitingler ve hukuk yoluyla sürdürdüğü mücadelenin bir film gösterimiyle aktarıldığı oturumda maden şirketlerinin çalışmalarını başlattığı yerlerde toprağın ve havanın zehirlendiği, hastalıkların arttığı, hayvanların ölü ve sakat doğumunun hızlandığı yeraltı ve yerüstü su kaynaklarının, tarım topraklarının kirletildiği belirtildi. Eşme’de yaşanan kitlesel zehirlenme olayının ele alındığı oturumda siyanür kullanırken kayaç parçalarındaki ağır metallerin de çözünerek yeraltı sularına karşıtlığı vurgulandı. EGEÇEP’in anti-kapitalist bir mücadele çizgisi belirlemesinin nedeninin doğayı kapitalizmin tahrip etmesi olduğunu belirten Erhan İçöz, şirketlerin iş vaatleriyle halkı ikna etmeye çalıştığını kimi yerlerde kamunun üstlenmesi gereken işleri şirketlerin üstlendiğini örneğin köylerden kız çocuklarının okullara taşınma işlerini maden şirketlerinin yaptığını, maden şirketlerinin “sosyal sorumluluk projeleri” adı altında göz boyama çalışmaları yaptığını aktardı. Konuşmada daha önce mücadelenin yanında yayn yapan Uşak TV’nin bir süre sonra şirket reklamlarını yayınlamaya başladığı, dünyaca ünlü fıstık çamları üreten Kozak yaylasında fıstık fabrikasının kurulduğu belirtildi. Niğde Ulukışla’da sürdürülen mücadeleyi anlatan Hasangazi Köy Meclisi Dernek Başkanı Hüseyin Özçelik mücadeleye başlarken öncelikle Bergama ve Eşme’ye giderek madenlerin sonuçlarını gördüklerini aktardı. Halkın mücadelesi sonucu şirketin çalışmalarına başlayamadığını söyleyen Özçelik bu defa porsuk bölgesine yöneldiğini söyledi. Sürecin köy hizmetleri tarafından bir gölet inşaatıyla başladığını, köylülere arazilerinizi sulamanız için yapıldığı söylenen gölet için arazilerin kamulaştırıldığını söyleyen Özçelik göleti yaptıkları halde hizmete sokmadıklarını, kamulaştırılan arazilerin il özel idaresi tarafından satışa sunulduğunu, köylülerin birleşerek ihalenin yapılacağı salonu bastıklarını; milletvekillerine, il genel meclisine, kaymakama gittiklerini kimsenin kendilerini dinlemediğini geriye sadece halkın direnişinin kaldığını söyledi. Karşılarındaki gücün büyük olduğunu ama halkın omuz omuza mücadele ederek kazanacağını vurgulandı. Hasan Şen ise baraj yapımı ile sürekli gündeme gelen Munzur yöresinde de altın madeni kurma girişimlerinin olduğunu belirterek özellikle Dersim bölgesinde maden şirketlerinin “terör” bahanesiyle halka giriş yasağı getirilen ve ormanların yakıldığı bölgelere gözünü diktiğini aktardı. Merkez Sin köyü ile Ovacık ilçesi Kızılviran köyleri bölgesinde yoğunlaşan şirket faaliyetlerinde sondaj çalışmalarının tamamlandığı ama halk tepkisi nedeniyle altın arama çalışmasının başlatılamadığını; halkın para verilerek satın alınmaya çalışıldığını ancak Ovacık halkının şirket yetkililerini otellerde yatırmadığı, lokantalarda yemek vermediğini şirketin geçeceği yollara ağaç dikildiği, arı kovanları konulduğunu aktardı. Pülümür-Hasangazi ve Hozat ilçelerinde çalışmalarını sürdüren maden şirketlerinin maden ocağının zehirli sularını akarsulara karıştırdığını aktardı. Son sunumun ardından etkinliğin forum bölümüne geçildi.
Yaşamı Savunanlar İstanbul’da Forumu 2. gün etkinlikleri
Suyun ticarileştirilmesine hayır platformu’nun düzenlediği forumun ikinci günü Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO), yer altı sularının ticarileştirilmesi ve su havzalarının kirletilmesine ilişkin mücadelelerdeki deneyim aktarımlarının paylaşıldığı oturumla başladı.
GDO’ya Hayır Platformu adına söz alan Arca Atay genetiği değiştirilmiş organizmaların nasıl elde edildiği bilgisiyle sunumuna başladı. Bir sömürgeleştirme alanı olarak tariflenen GDO uygulamalarıyla tohum sahibi olmayan üreticilerin tohumları şirketlerden almak zorunda kalacakları bir sürecin inşa edildiği ifade edildi. GDO’ya Hayır Platformu’nun etkinlikleri anlatıldı. Sunum, GDO’lu ürünlere ihtiyacımız olmadığı, GDO’lu ürünlerin biyoçeşitliliği yok edeceği, halkların gıda güvenliğinin GDO’lu ürün ve tohumlarla tehdit edildiği vurguladı. GDO’lu ürünlerin besin değerinin olmadığını söyleyen Atay, endüstriyel tarım arttıkça küçük çiftçiler yok olacak, şirketlere bağımlılık artacak derken GDO ile ilgili olarak “üretim sonucunda daha fazla verim alındığı, tarım kimyasallarının daha az kullanıldığı” gibi bilgilerin doğru olmadığını vurgularken, gıda egemenliğini savunmak ve istemek gerek diyerek sözlerini bitirdi.
Su kirliliği ve Su Şişeleme Şirketleri
Suyun ticarileştirilmesinin bir boyutu olan şebeke sularındaki suların içilmemesi, suyun şişelenerek satılmasına ilişkin sunum yapan Doğayı ve Çevreyi Koruma Derneği temsilcisi, Caner Gökbayrak “su çeşmeden içilmeli’ vurgusunu yaptı. Çeşmelerimizden akan suyun kirli olduğunun özel olarak ön plana çıkarıldığını ancak suların şişelenmesi esnasında kimyasal maddelerin kullanıldığını, şişelenen suların çeşitli yöntemlerle yumuşatıldığını, bu yöntemlerin de sağlığa zararlı olduğunu ifade edildi. Özellikle Bursa’daki su kaynaklarına şişeleme şirketlerince el konulduğu bunlardan birçoğunun da kaçak olarak çalıştığı vurgulandı. Su hakkı mücadelesinin temel taleplerinden birinin “şehir şebekelerinden iletilen suyun sağlıklı ve içilebilir nitelikle olması” gerektiği vurgulandı.
Suların kirletilmesinin konu olduğu üçüncü sunumda, Trakya’da bulunan Ergene nehrinin kirletilmesine karşı mücadele süreci anlatıldı. Uzun Köprü Çevre Gönüllüleri Derneği üyesi, yaptığı sunumda bölgede yer alan tekstil, beyaz eşya vb fabrikaların tüm Trakya’yı kirlettiğini ve zehirlerini Ergene nehrine aktardıklarını ayrıca bölgede yer alan 27 belediyenin de atıklarını nehre aktardığını, mücadeleleri sırasında fabrikaların ruhsatsız oluşu nedeniyle “yok sayıldıkları” için müdahale edilemediği gibi gerekçelerle karşılaştıklarını tüm yapılan başvuru ve şikayetlere rağmen gerekli denetimlerin yapılmadığını ifade etti. Ergene nehrinde artık balıkların yaşamadığı, tarım topraklarının ve yer altı sularının kirletildiği; İstanbul’daki sanayi yapılarının Trakya bölgesine taşındığını tüm bunlarla birlikte temiz su kaynaklarının da (Istranca ve diğer dereler) İstanbul’a aktarıldığını vurguladı.
3. Köprü’ye Karşı Yaşamı Savunuyoruz
İlk oturumun son sunum İstanbul’daki su havzalarının ve ormanların yok olmasına sebep olacak 3. Köprü projesi üzerine yapıldı. 3. Köprü Yerine Yaşam Platformu adına sunuş yapan Kader Cihan temsilcisi yapılan etkinliklerle birlikte, üçüncü köprüye karşı sürdürülen mücadelenin İstanbul’daki su havzalarının kirletilmesine, kuzey ormanlarının yok edilmesine karşı bir mücadele olduğu gibi kentsel dönüşüm adı altında sürdürülen rant projelerine karşı barınma hakkını savunan bir boyutu olduğu vurgusunu yaptı. Cihan ulaşım, doğa, su ve barınma hakkı mücadelelerinin içiçeliğine dikkat çekerken 3.Köprü’ye karşı mücadelenin tüm Trakya ve Marmara bölgesinin mücadelesi haline getirilmesi gerektiğini vurguladı.
HES’lere Karşı Mücadele: Suyun Ticarileştirilmesine, doğanın yok edilmesine, köylülüğün yıkımına karşı mücadeledir
İkinci oturumun ilk bölümünde Rize – Fındıklı’dan Hüseyin Acar, Artvin-Ardanuç’tan Eylese Uygun, Şavşat’tan Ethem Kara, Borçka’dan İsmail Kocaman ve Derelerin Kardeşliği Deneyimini aktarmak üzere Yaşar Aydın söz aldı hem bölgedeki son durum hem de yerellerdeki mücadeleler aktarıldı.
Üçüncü oturum ikiye bölünerek yaşama geçirilirken Amasya, Tokat-Niksar Erbaa, Hasankeyf, Munzur, Allianoi, Kastamonu-Loç, Düzce Aksu, Muğla Saklıkent, Antalya Alakır, Eskişehir Gürleyik bölgelerindeki HES karşıtı mücadeleler anlatıldı.
HES karşıtı mücadelelerin aktarıldığı oturuma Niksar Belediye Başkanı da katılarak Kelkit vadisi’nde yapılması planlanan projelerin vadinin ölümü olduğunu ve buna karşı olduklarını belirtti.
Yerellerinde HES’lere karşı mücadele edenler HES’lerle suyun insandan, topraktan ve tüm canlılardan koparıldığını, inşaat çalışmalarında doğanın-ormanların tamamen yok edildiğini su kullanım hakkı anlaşmalarıyla sadece HES yapımı için değil suyun tüm haklarının şirketlere satıldığını, HES projelerinin asıl olarak suyun ticarileştirilmesi projeleri olduğunu vurguladılar.
Tüm katılımcıların temel vurgularından biri referandum sonrası şirketlerin çalışmalarına hız vermesi oldu. Referandumdan evet çıkmasının şirketlerin ve mülki amirlerin saldırganlaşmasına neden olduğu belirtildi.
Yapılan konuşmalarda özellikle köy köy yapılan bilgilendirme toplantıları, ÇED toplantılarının yaptırılmaması, iş makinelerine geçit verilmemesi, şirket yetkililerinin fiilen engellenmesi, kitlesel eylem ve mitingler gibi deneyimler aktarıldı, yerel mücadeleler arası dayanışmanın önemi vurgulandı.
HES karşıtı mücadelelerin hemen hepsinde şirketlerin devlet yetkilileri ile birlikte hareket ettiği, köylülerin iş vaatleriyle kandırılmaya çalışıldığı, para dağıtıldığı, köylülerin birbirlerine düşürülmeye çalışıldığı, hemşeri derneklerinin ele geçirilmeye çalışıldığı, okul-yol-cami yapımı gibi çalışmalara giriştikleri, kaymakam ve valilerin köylüleri şirketlerle uzlaştırmak direniş karşısında ise köylüleri tehdit etmek noktasında harekete geçtikleri vurgulandı. Kolluk kuvvetlerinin direnişteki köylülerle saldırdığı, gözaltı para cezası gibi uygulamaların yaşama geçtiği belirtildi. Özellikle HES’lerin sonuçlarının bilinmemesinin proje başladıktan sonra halkın haberdar olmasının mücadeleyi geciktirici bir etki yarattığı vurgulanırken bu nedenle hızla HES projesi yapılan bölgelere ulaşmak gerektiğinin altı çizildi.
HES’lere karşı mücadele deneyimlerini aktaran konuşmacıların altını çizdikleri diğer vurgular şöyle özetlenebilir…
Fındıklı Derelerini Koruma Platformu adına konuşan Hüseyin Acar Fındıklı halkının sahil yoluna, tapu çalışmalarıyla dedelerinden kalan arazilere el konulmasına direnemediğini ancak sıra suya gelince yaşama geçirdikleri direnişle vadilerine tek bir çivi dahi çaktırmadıklarını vurguladı. Hukuk mücadelesinin asli olmadığının başbakanın durdurma kararı verilmiş bir HES projesini açmasından da anlaşıldığını söyleyen Acar asıl olanın halk hareketi olduğunu belirtti. Borçka Derelerini Koruma Platformu’ndan katılan İsmail Kocaman Borçka’da sürdürdükleri mücadeleyi anlatırken aynı zamanda bir mücadele çizgisi/anlayışı oluşturmaya çalıştıklarını vurguladı ve bu anlayışta su hakkı için pazarlıkçı bir çizginin reddedildiğini, sadece kendi yerelini korumayı hedefleyen bir anlayışla değil her alanda suyun ticarileştirilmesinin bütün boyutlarına karşı mücadeleyi hedeflediklerini; mücadeleyi sadece “yabancı sermaye” düşmanlığına indirgeyenlerin mücadelenin bütünlüğünün anlaşılmasını zorlaştırdığını sermayenin dili, dini ırkı olmadan suyu ticarileştirmek için saldırdığını bilerek hareket etmek ve sermaye karşıtı bir hareket oluşturmak gerektiğini düşündüklerini, örgütlenme biçimlerini de halkın doğrudan söz ve karar sahibi olduğu bir yapıyla oluşturmaya çalıştıklarını belirtti. Kocaman mücadelemiz sadece yapılması planlanan HES’lere karşı değil aynı zamanda yapımı bitmiş HES’leri ortadan kaldırmayı da hedefleyen bir mücadeledir dedi.
Derelerin Kardeşliği Platformu deneyimini aktaran Yaşar Aydın konuşmasındaki temel vurgulardan biri kadınların HES’lere karşı su hakkı için mücadelelerle en önde yer almasıydı Aydın mücadelenin başarıya ulaşıp ulaşmamasından bağımsız olarak Karadeniz’de su mücadelesinin yarattığı bu etkinin bile çok önemli olduğunu verili ilişkileri değiştirdiğini vurguladı.
Artvin Ardanuç’tan katılan Eylese Uygun konuşmasında enerji bahanesiyle yapılan HES’lerde üretilecek enerjinin halk için üretilmediğini belitti. Uygun, suyu satanlara karşı biz yaşamı savunmanın siyasetini yapıyoruz diyerek “bizi kendi topraklarımızda bizi muhacir haline getiremeyecekler” dedi.
Artvin Şavşat’tan katılan Ethem Kaya Şavşat deneyimini aktarırken; doğru bilginin halka ulaşması için kanalların oluşturulması gerektiğini, hukuk mücadelesinin sağlıklı yürümesinde sorunlar olduğunu bu alana ilişkin bir adımların atılması gerektiğini; yerellerin kendi içine kapanmasını engelleyecek, saldırının bütünlüğü karşısında direnişin lokal kalmamasını sağlayacak yöntemler bulunması ve mücadelenin ölçeği büyütülmüş bir direniş hattına dönüştürülmesi gerektiğini, mücadelenin mutlaka bağımsız olması gerektiğini vurguladı.
Amasya’dan katılan Fazlı Kuru emek mücadelesiyle çevre mücadelesinin birleştirilmesi gerektiğini belirtirken bölgelerindeki HES projelerinin asıl olarak tarımı yıkıma uğrattığını ifade etti. Yeşilırmak Çevre Platformu’nu kurarak mücadele ettiklerini söyleyen Kuru “davaları mahkemede değil insanların vicdanlarında kazanmak zorundayız” dedi. Niksar Erbaa’daki mücadelelerle ortaklaştıklarını ifade eden Kuru Türkiye’yi besleyen bölgede bu gelişmelerle tarımın biteceğini ifade etti. Ziraat Odalarına seslenen Kuru şu anda harekete geçmeyen ziraat odaları tarım bittiğinde ne yapacak diye sordu. Erbaa’daki süreci anlatan konuşmacı mücadeleleri sonucu iptal ettikleri projede bu defa şirketin kendileriyle pazarlık yapmaya çalıştığını ifade etti. Ancak halk desteği sürerse kazanabileceklerini vurguladı.
Muğa Saklıkent’ten gelen Uğur Çaçeron süreci ancak şirketin yaptığı halk bilgilendirme toplantısıyla birlikte öğrendikleri belirterek binlerce dönümlük tarlaların sular altında kalacağını ifade etti. Mücadeleye yeni başlayan bir yer olarak önce HES projesini köylerde anlatma çalışmasını yaptıklarını vurgularken özellikle Doğu Karadeniz ve Yuvarlakçay direnişlerinin moral verici bir etki yarattığını, direnişlerin mutlaka daha yaygın duyurulması gerektiğini bu şekilde yalnız olmadıklarını anladıklarını dile getirdi.
Alakır’dan gelen katılımcı bu sürecin uyuyanları uyandırdığını ve kapitalizmin üretim-tüketim ve yaşam biçimini de sorgulamamıza yol açması gerektiğini ifade etti.
Eskişehir Gürleyik’ten katılan Ali Osman Dönmez DSİ’yi biz kamu kurumu sanırdık, selleri önler, su ihtiyaçlarını giderir sanırdık ancak DSİ bugün şirketlerin devreye girmesine aracı haline geldi dedi. Birbirimize destek olmalıyız diyen Dönmez 2006 yılında kullanım hakkının şirkete devredildiğini ancak kimsenin bundan haberi olmadığını vurgulayarak özellikle HES projelerinin yapılması planlanan ancak bundan haberi olmayan yerlere ulaşmanın öneminin altını çizdi.
Munzur deneyimini aktaran Yılmaz Yurdakul HES ve baraj projelerinin tarihini aktarırken, Dersim tarihine de değindi baraj projelerinin aynı zamanda Alevi inanç merkezlerini de etkilediğini ifade etti. Projelerin ovalarla köylerle bağlantıları kestiğini tarihte zorunlu göçü yaşayan Dersim halkının bir daha buna izin vermeyeceğini dile getirdi. Varolan barajların iklimi değiştirdiğini anlatan katılımcı halkın sivil itaatsizlikten, fiilen şirket çalışmalarını engellemeye kadar birçok yöntemle mücadeleye devam ettiğini ve 7’den 70’e halkın Dersim’de baraj istemediğini ifade etti.
Hasankeyf sürecini anlatan Serhat Resul Hasankeyf’te şirketle değil devletle karşı karşıya olduklarını vurguladı. Projenin çok büyük olduğunu bu nedenle başlangıçta uluslararası finans desteği ve devlet garantörlüğü gerektirdiğini mücadeleler sonucu oluşan konsorsiyumların sürece başlayamadığını dile getirdi. Şimdiki sürecin Genel Kurmay Başkanı’nın “devletin stratejik çıkarları açısından çok önemlidir” ifadeleriyle yeniden başladığını anlatan Resul en son süreçte Garanti-Akbank ve Halkbank’ın desteğiyle tekrar çalışmalara başlandığını ifade etti. Tarihin ve kültürün yok edildiğini ifade eden Resul on binlerce insanın yerinden edileceğini vurgularken bu sürecin başında devlet olduğu için “karşı çıktığımız anda “devlet düşmanı” olarak damgalanıyorsunuz “ dedi.
Kastamonu Loç Vadisi’nden Zafer Keçin mücadele süreçlerini anlatırken başta mücadele için adresleri olan yöre derneğinin şirketin müdahaleleriyle satın alınarak devre dışı kalması süreçlerini aktarırken bunun üzerine kalanların oluşturulan platformla yola devam ettiklerini yapılan müdahalelerin köylüleri birbirine düşürmek yönünde de geliştiğini belirtti. Acil istimlak gibi yöntemler ve türlü usulsüzlüklerle projeye devam eden şirketin referandumdan sonra kabadayılık yapmaya başladığını vurgulayan Keçin, Cide kaymakamının da şirketin işini kolaylaştırmak için muhtarları protokol yapmaya zorladığını, yöre milletvekillerini bölgede şirket yetkilileriyle gezdiğini aktardı.
Düzce Aksu’dan katılan Tayfun Habicoğlu, daha önce yörede yapılan Defne HES’ın yaşama geçirilmesi sürecinde ne olup bittiğini algılayamadıklarını ve müdahale etmediklerini ifade etti. Şimdi yapılması planlanan Aksu HES’in tüm tarımsal faaliyetleri ve iklim dengesini etkileyeceğini belirterek şirketin çalışmalara belediye ya da valilikten de habersiz başladığını söyledi. Bölgede bu defa sessiz kalmamak için bir araya geldiklerini, özellikle milliyetçi- muhafazakar bir kesimin ve AKP’nin güçlü olduğu bir bölge olmasına rağmen köylülerin tepkisiz kalmadığını ve mücadele ettiklerini, Sakarya-Düzce arasına sıkışmış bir birliktelik olmaktan çıkmasını istediklerini vurgularken HES projesinin aynı zamanda Kuzey Anadolu fay hattına yapıldığını belirtti.
Alliaoni mücadelesini anlatmak için söz alan İffet Dinler bölgedeki kazı çalışmalarına ve tarihi özelliklerine ilişkin bilgiler verdi Yürütmeyi durdurma kararlarına rağmen Alliaoni’yi sular altına gömmek için uğraşıldığını belirten Dinler özellikle köylülerin ziraat odaları da devreye sokularak baraj yapımından sonra toprağınızın bereketi artacak diye ikna edilmeye çalışıldığını ifade etti.
Katılımcıların konuşmalarından sonra forum bölümüne geçmeden önce kısa bilgilendirme sunuşlarında Gaye Yılmaz karbon ticaretini, Besim Sertok ise sermayenin su mücadelesi verenler hakkındaki ithamlarını içeren aktarımlar yaptılar.
Forumlarda özellikle bilim ve meslek insanlarının halkın mücadelelerinin yanında olmasına dönük bir örgütlenme çağrısı yapılırken, doğayı ve canlı yaşamı katleden, suyu metalaştırma saldırılarına ortak olanlar hakkında işlem yapılması için meslek odalarının ve üniversitelerin göreve çağrılması istendi. Mücadelelerin birbirleriyle iletişimini hızlandırmak ve bir koordinasyonun sağlanması ihtiyaç olarak belirtildi. Hukuk mücadelesinin sınırlarına dikkat çekilerek baronun bu konuda aktif tutum almasının sağlanmasına dönük bir çalışma yapılması önerildi. Suyun ticarileştirilmesinin farklı yüzlerine ilişkin çalışma gruplarının oluşturulması, internetin ve yayın faaliyetlerinin etkin kullanılması gibi somut öneriler de getirildi. İki günlük forum süreci boyunca doğanın metalaştırılması ve yok edilmesi; suyun ticarileştirilmesine karşı mücadelenin anti-kapitalist bir mücadele olduğu vurgusu öne çıktı.
Direnişimiz Şenliğimizdir- 17 Ekim Kadıköy
İki gün yoğun tartışmalarla geçen Yaşamı Savunanlar İstanbul’da forumunun ardından Kadıköy iskele meydanında forum tartışmalarından oluşturulan sonuç bildirgesinin halkla paylaşıldığı ve direnişlerin buluştuğu bir şenlik gerçekleştirildi. Tiyatro gösteri ile başlayan şenlikte, Erdal Bayrakoğlu ve Ercan Aydın sahne aldığı, Kastamonu Loç bölgesi halkoyunları gösterisi sergilendi. Forum sürecinde HOMUR'un açıtğı karikatür sergisi de ilgiyle izlenmişti. ÇMO İstanbul Şube yönetim kurulu üyesi Emine Girgin’in okuduğu sonuç bildirgesi “Anadolu’nun dört bir yanında sularına, ormanlarına, toprağa, doğaya emeklerine sahip çıkmak için mücadele edenlere sesleniyoruz: Direnişiniz direnişimizdir, mücadelemiz sularımız ve doğa meta olmaktan çıkarılana kadar sürecektir; zafere kadar, kazanana kadar… “ sözleriyle biterken, forum deneyim paylaşımının yanından direnişlerini sürdüren tüm kesimler açısından mücadele azmini arttırdı. Şimdi sıra birlikteliğin verdiği gücü direnişlere taşımakta….
Sonuç bildirgesi için tıklayınız...