“Onlar mahkûm değiller, cezaevlerinin anahtarlarının sahipleri onlar olduğu için mi? Adalet bir yılan gibi yalnızca çıplak ayaklıları sokuyor...”
Böyle söylüyor Eduardo Galeano bir yazısında. Bizler, yaşam savunusunun bir direnişe dönüştüğü Hopa olaylarının üzerinden geçen yaklaşık altı aya rağmen hala tutukluyuz. İçerideyiz. Ama insanların inançlarını sömürerek semirenler dışarıda. Kapılar bir bir üzerimize kilitlenmiş. Doğayı ve yaşamı savunduğumuz için cezalandırılıyoruz. Ama çocuk kadınlara tecavüz eden aşağılık insanımsılar ise suçsuz, hatta haklı!
Bize her ay deliller toplanamadı gerekçesi ile tutukluluğumuzun devamı kararı iletiliyor. Yıllarca çürük binalar yaptığını söyleyerek pişkince itirafta bulunan “ağa çocukları”ysa bırakın tutuklanmayı bu itiraflarını bile reklam unsuru yaparak lüks araba koleksiyonlarına yenilerini ekliyorlar.
Bizler, derelerimiz özgür aksın dediğimiz için özgürlüğümüzden yoksun bırakıldık. Gökyüzünü seyrimize dikenli teller eşlik ediyor. Metin Lokumcu’yu öldürenler ise ellerindeki kanı bulaştıra bulaştıra sokaklarda geziniyorlar. Bizler içerideyiz, bizim gibiler de… Halkı soyanlar, yoksulluğa ve açlığa mahkûm edenler, milyonlarca insanın kafasına basarak en yükseklere tırmananlar dışarıda. Binlerce insanın katili kontrgerilla şefleri, uyuşturucu baronları, din tüccarları, kredi hileleri ve ihale oyunlarıyla ülkemizin bütün varlıklarını kendilerine sermaye edinen esaslı hırsızlar da… Bizler içerideyiz, “ayakları çıplak olanlar”… “Cezaevlerinin anahtarlarının sahibi olanlar” ise dışarıda…
Polisin Hopa fezlekesi: “Şuyundan da buyundan da koy koy!”
Hopa’da yaşananlar sonrasında onlarca kişi gözaltına alınmış ve şimdiye kadar gözaltına alınanlar arasından 17 kişi tutuklanarak cezaevlerine gönderilmişti. Aradan geçen aylardan sonra nihayet başlayan mahkeme sürecimiz şimdi de “güvenlik gerekçesiyle” çok parçaya bölünerek zamana yayıldı. Bu parçalı mahkemeler aşamasında bugüne kadar 9 arkadaşımız tahliye edildi. Ancak 7 kişi hala tutukluyuz ve hala mahkemeye çıkarılmış değiliz. Öte yandan Ankara’da Hopa’da yaşananlarla aynı günde, 31 Mayıs’ta Hopa’da Metin Lokumcu’nun ölümüne neden olan saldırıyı protesto eylemine katıldıkları için tutuklanan 23 kişi de mahkemeye çıkarılacakları 9 Aralık gününü bekliyorlar. Ankara’da yargılanacak arkadaşlarımız sadece Hopa’da yaşanan devlet zulmünü protesto ettikleri gerekçesiyle “terör örgütü üyesi” olmakla suçlanıyorlar. Hopa’daki toplumsal tepkiyi hazmedemeyen AKP iktidarı hemen o günden başlayarak Hopalılara bedel ödetme gayreti içerisine girdi. Bu süreçte yaşanan gözaltılar ve tutuklamalar bir yana bugün hala Hopa’da polis tarafından örgütlenen kimi provokasyonlar bu gayretin sürdüğünü apaçık gösteriyor. Hopa’ya bir bedel ödetileceği belliydi. Ama çok geçmeden anlaşıldı ki AKP iktidarının alttan alta bir kan davası güttüğü Halkevleri de hedefteydi. Daha 31 Mayıs günü bizzat Tayyip Erdoğan Hopa meydanında asılı pankartı diline dolayarak Halkevleri’ni hedef göstermişti. “Muhtarından cumhurbaşkanına” fikir birliği içinde olduğu söylenen bir ülkede, başbakanın işaret fişeği görmezden gelinemezdi elbette. Hem tutuklamalar hem de hazırlanan polis fezlekeleri ve iddianameler bunun ispatı oldu. Halkın hakları mücadelesinin örgütü Halkevleri, halkın haklarına saldıranların hedefine konmuştu.
Hopa’da ve Ankara’da hazırlanan polis fezlekeleri ve fezlekeler doğrultusunda hazırlanan savcılık iddianamelerinin birbirinden bağımsız olduğunu söylemek zor. Artvin Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından hazırlandığı belirtilen polis fezlekesinin ana gövdesinin Ankara’da oluşturulduğunu fezlekeyi okuyan herkes kolayca anlayabilir. Fezlekenin bir yerindeki “İlimiz Sincan ilçesindeki…” ifadesi bunu göstermeye yeter. Artvin’in katkısı ise basit ama yanlışlıklarla dolu “istihbarı” bilgiler. Hopa sürecinde fezleke ve iddianamedeki absürtlükler, duyarlı gazeteci ve yazarlar tarafından kamuoyuyla paylaşıldığı için tekrar etmeye lüzum yok. Ama değinmeden geçemeyeceğim birkaç ayrıntı var. Fezlekede olay günü Hopa’da dahi olmayan ama orada varmış gibi suçlanan insanlar var. Hiç açılmamış pankartlar, hiç sallanmamış flamalar ve flama sopaları var. Atmayı unuttuğu gaz bombası elinde patladığı için bizlerden şikayetçi olan polisler var. Bir kadına yardım ederken, olaylardan bağımsız bir köşede saplı duran demir parçasına çarparak yaralanan ve yine de bizlerden şikayetçi olan polisler var. Metin Lokumcu için hastaneye akın eden Hopalıların kendisini linç etmek üzere hastaneye gittiğini iddia eden polisler var. Ama baktım baktım, “Metin Lokumcu’yu ben öldürdüm” diye itirafta bulunan polise rastlayamadım. Fezlekenin “özel bir itinayla” hazırlandığını da, kelimenin gerçek anlamıyla kırk yıllık “söz yetki karar iktidar halka” sloganını “gölgesi zarar iktidar halka” olarak tespit etmiş olmalarından anladım. Aynen şarkıda olduğu gibi: “Şuyundan da buyundan da koy koy!”
Sormuş bulunduk!
Hopa’da 31 Mayıs günü başka türlü yaşanmış olsaydı ve protestoların muhatabı Tayyip Erdoğan değil de bir başkası olsaydı, AKP değil bir başka siyasi parti olsaydı Hopa’daki ve Ankara’daki sonuçlarının şimdiki durumumuza tekabül edeceğini söylemek pek olanaklı değil. Ola ki o gün Hopa halkı tarafından protesto edilen CHP olmuş olsaydı, yaptığımız şeyin “vesayet rejiminde ısrar eden statükocu seçkinlere karşı sivil toplum tepkisi” olarak görüleceği-gösterileceği muhtemeldi. Hele ki bir BDP protestosu falan söz konusu olsaydı hemencecik “teröre taviz vermeyen vatandaşlar” oluvermiştik. Ama söz konusu Tayyip Erdoğan ve iktidar partisi olunca iş değişiyor. Yoksul Mersinli bir çiftçinin iki cümlesine ayar vererek siftah yapan, artık devletlere ayar verme özgüvenine ulaşan bir başbakan protesto edilir mi hiç? Bu ne cüret! Bilemedik.
Bu mektubu yazdığım günlerde gazetelerde Atatürk’ü Koruma Kanunu tartışıla dursun, 10 yıl önce siyasi iktidarla birlikte eski gömleklerini çıkararak soyunup dökünen, üzerlerine birkaç beden büyük gelen “demokrasi” gömleğini giyen gazeteci-yazarların, demokrasiyi ve özgürlükleri ezip geçen “Tayyip Erdoğan’ı Koruma Kanunu’nu” görmeye hiç niyetleri yok. Görenlerin sesleri ise köşe kapmaca oyununda galip gelen bu kesim tarafından koparılan gürültü ile bastırılıyor. Bazı liberaller ise sanki AKP iktidarı süresince memlekette bir demokrasi bayramı varmış da, son dönemde bu güllük gülistanlık hava değişmiş gibi, atı alan Üsküdar’daki evinin önüne bağladıktan sonra otoriterleşme eleştirileri yapıyorlar. Ama nazlı sitemlerden öteye geçmeyen bu eleştiriler de “hak ettiği” azarı işitmekte gecikmiyor. Çocukken parmağımızla mezarlığı gösterdiğimizde kendi kendimizi cezalandırmak için parmağımızı ısırıp, ayağımızın altında ezerdik. Tayyip Erdoğan’a elimizi uzattığımızda ise, çeşme akıyorken testisini doldurma telaşında olanlar tarafından kolumuz kanadımız kırılmaya çalışılıyor.
Siyasal yaşamın her yanını demokrasi söylemlerinin kapladığı, fakat demokrasinin kırıntısına bile tahammül edilemediği bir dönemdeyiz. AKP’de cisimleşen sermaye düzeni, gerçek toplumsal muhalefetin artçı kıpırdamalarını dahi büyük bir tehdit olarak görüyor. İşte bu yüzden, parasız eğitim isteyen öğrenciye, deresinin başında nöbet tutan köylüye, hak isteyen Kürde, insan hakları savunucularına cezaevlerinin yolu gösteriliyor. Sermayenin değirmenine su taşımaya itiraz edenler, düzenin bütün hışmını üzerlerine çekip, suçlu ilan ediliyorlar. Gazete ve televizyonlar, Suriye’deki “haklı muhalefetin” silahlı mücadele evresine geçtiğini müjdeliyorlar bugünlerde. Şu işe, şu çelişkiye, şu ikiyüzlülüğe bakın. Bizimkisi ise çok basit bir soruydu sadece. Aziz Nesin’in bir yazısında aktardığı Laz öyküsüyle anlatayım: İrice göbekli adamın biri hamama gider. Hamamdaki Laz tellak adamın göbeğini göstererek “habunun içinde ne var?” diye sorar. Adam sinirlenir ve “bok var” diye cevap verir. Tellak sorar “ha bu kadar boki ne zaman yedun?” Bizler, bizim gibiler neo-liberal yağma düzenine bu soruyu sorduğumuz için cezalandırılıyoruz. Sormayalım mı?
Molotof (likid bomba) atanı vurun, slogan atanı hapse koyun, deresine sahip çıkanı gaza boğun! Şikayet dilekçesi yazanların dahi, ne olur ne olmaz diye kulağından çekin! Kalçasına vurmak yetmez, doğacak çocuklardan da korkup, kokuşmuş sermaye düzenine meydan okuyan kadınların “kasıklarına vurun”! Yetmeyecek!
“Saraylar saltanatlar çöker/Kan susar birgün/Zulüm biter/Menekşeler de açılır da üstümüze/Leylaklar da güler/Bugünlerden geriye/Bir yarına gidenler kalır/Bir de yarınlar için direnenler!” Adnan Yücel
Not: Hopa protestoları sebebiyle “terörist” ilan edilen 28 arkadaşımız 9 Aralık’ta Ankara’da mahkemeye çıkarılacaklar. Aynı gün saat 9.00’da Ankara Adliyesi önünde buluşanlar da “AKP’nin adaletini” yargılayacaklar. Eşitliği, özgürlüğü, adaleti resmi yazışma notları arasında değil sokağın gerçek muhalefetinde arayan herkesi arkadaşlarımızın yanında olmaya çağırıyorum. Hopa’yı savunmak yaşamı savunmaktır!
* Taylan Kaya
Halkevleri Doğu Karadeniz Bölge Temsilcisi
Derelerin Kardeşliği YK Üyesi Arhavi Cezaevi/Artvin