Ya kanal ya İstanbul, ferman Saray’ın ise İstanbul bizim
Erdoğan’ın 2011 yılında gündeme getirdiği “çılgın proje” Kanal İstanbul, bir “iktidar projesi” olarak yeniden İstanbul halkına dayatılıyor. İktidarlarını paraya, ranta dayandıranlar, “Ülkemi pazarlamakla mükellefim” diyen Erdoğan’ın Kanal İstanbul üzerinden yaptığı “pazarlıkları” tamamına erdirmek amacıyla bu “felaket projesini” bilim insanlarının, İstanbul ve Türkiye halklarının ve hatta kimi devlet kurumlarının “itirazlarını” yok sayarak hayata geçirmeye çalışıyor. İstanbul’u kaybettiler, ama ihanet etmeye devam ediyorlar.
İstanbul başta olmak üzere Trakya, Marmara ve Karadeniz için ekolojik, ekonomik, kentsel ve siyasal bir yıkım projesi olan Kanal İstanbul’u, bu katliam projesini yaptırmayacağız!
Evet, Kanal İstanbul, Erdoğan’ın çekinmeden söylediği gibi “siyasi yönü ağırlıkta” olan bir proje. İplerini ABD ve Rusya’ya kaptırmış Erdoğan rejimi, İdlip’te kurduğu gözlem noktaları Rusya destekli Suriye ordusu tarafından kuşatılmışken; ABD, Türkiye’ye ticari ve askeri yaptırımlar uygulamaya hazırlanıyorken; ekonomi baş aşağı giderken; AKP’deki çözülme yeni kurulan/kurulması planlanan partilerle devam ediyorken, hem uluslararası ilişkilerde bir pazarlık aracı olabilecek hem de Saray iktidarının yaşam kaynağı emlak/rant piyasasına can verecek ve belli ki çoktan karşılığı alınmış sözler verdikleri bu projeye sarılmış durumda.
Kanal İstanbul bir ekonomik rant projesidir. Erdoğan iktidarı bu proje ile başta inşaat sektörü olmak üzere kendisiyle birlikte büyüttüğü sermaye gruplarını beslemeyi, kamu kaynaklarını bir kez daha yerli-yabancı şirketlere aktarmayı bu akıştan “payını” almayı planlamaktadır. Bu bir emlak ve rant projesidir. Kanal güzergahı henüz netleşmemişken bile projenin yapılması planlanan bölgede büyük arazi el değiştirme hareketleri yaşanmıştır. ÇED raporunun gelirler kısmında proje gelirlerinin ilk maddesinde “gayrimenkul gelirleri” gösterilmektedir. Buralardaki arsalar kime satıldıysa, hangi şirketlerle anlaşma yapılıp kimlere hangi sözler verildiyse iktidarın merkezinde durduğu suç şebekesi onlardan oluşmaktadır.
Kanal İstanbul’a milyarlar harcamayı düşünen AKP hükümeti 2020 yılı için asgari ücrete günlük 10 lira zam yapmayı hak görmüştür. Oysa bu projenin kaynağı büyük oranda işçiden alınan vergilerle karşılanacaktır. Bedeli emekçilere ödettirilecektir. Kanal İstanbul, şirketleri kurtarma projesidir.
Kanal İstanbul, bir ekolojik yıkım projesidir. Bu proje gerçekleşirse İstanbul’un önemli su kaynaklarından biri olan Sazlıdere Barajı yok olacak, Durusu yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. İstanbul’un yaşam desteği, oksijen deposu Kuzey Ormanları’nın bir parçası daha yok olacak, doğal yaşam alanları ve ekosistem zarar görecektir. Denizbilimcilerin verilerine göre Marmara Denizi daha da kirlenecektir. Bölgede kaderine terkedilmiş arkeolojik ve doğal sit alanları, koruma alanları, ortadan kalkacaktır. Tarım ve mera alanları yok olacaktır.
Kanal projesi İstanbul halkının ihtiyaçları ve sorunları gözetilmeden tasarlanan bir projedir. Proje, depreme hala hazır olmayan İstanbul’da üç aktif fay hattının geçtiği bölgeye nüfus ve yapılaşma baskısı yaparak afet riskini arttırmaktadır. Deprem hazırlığına harcanmayan kaynakların, Kanal İstanbul’a harcanması planlanmaktadır. Kanalla birlikte planlanan köprülerle trafik sorunu katmerlenecektir. Tıpkı bir diğer iktidar projesi 3. Havalimanı’nda olduğu gibi bölge halkının geçim kaynakları, tarım ve hayvancılık ortadan kalkacak, kanal hattı boyunca yaşayan büyük bir nüfus yerinden edilecektir. Kazı çalışmalarında çıkan harfiyat ve taşıma süreci İstanbul halkı için ciddi bir sağlık sorunu yaratacaktır. Dahası bu proje İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne de büyük bir maddi yük yüklemektedir.
Kanal İstanbul, “boğaz” meselesidir. İktidar, Kanal İstanbul’u savunmak için “Boğaz trafiğini rahatlatacağını, kaza tehlikesini azaltacağını” söylüyor. Oysa gerçekte boğazda trafik ve kaza oranı istikrarlı biçimde azalıyor, tanker geçişleri boru hatları nedeniyle düşüyor. Geriye Erdoğan’ın “askeri maceraları”, emperyalistlerle pazarlıkları kalıyor. Kanal İstanbul ile iktidar Montrö Sözleşmesi dışında bir alternatif su yolu yaratarak sözleşme ile savaş gemilerine uygulanan sınırlamaların kalkıp kalkmayacağına dair bir tartışmayı da yeniden gündeme sokmuştur. Dış politikaya dair her adımı yeni bir kriz ve başarısızlıkla sonuçlanan iktidarın Karadeniz’in bir savaş denizine dönmesini koz olarak ortaya koyması yeni sorunların kapıyı çaldığını göstermektedir.
Halkımız bu projenin Saray iktidarına can verme projesi olduğunun ve sadece İstanbul’un sorunu olmadığının farkındadır. Başta İstanbul olmak üzere yurdun her yerinden Kanal İstanbul ÇED raporuna ilişkin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na itiraz dilekçeleri yağmaktadır. Biliyoruz ki bu dev rant ve yıkım projesi “iktidar projesidir” yaşamı, doğayı, İstanbul’u korumak için mücadelenin yolu, iktidara karşı mücadeleden geçmektedir.
Seçmen desteği her geçen gün eriyen, toplumdaki meşruiyetini kaybeden Erdoğan, kaderini emperyalist güçlere, yerli ve yabancı çıkar çetelerine bağlamış durumda. Karşı karşıya gelen Saray’ın çıkarları ile halkın çıkarlarıdır; Ya Saray ya Halk, Ya Kanal ya İstanbul!
Bu mücadele sadece ÇED raporuna itiraz süreciyle sınırlı değil. Şimdi hep birlikte “Ya kanal ya İstanbul, ya Saray iktidarı ya insanca yaşam” diyerek mücadeleyi büyütmenin zamanıdır!
Bir kez daha söylemekte fayda var; Kanal İstanbul’u yapamayacaksınız, yaptırmayacağız!
Ferman Saray’ın ise İstanbul Bizimdir!