AKP iktidarı “sol ve sokak” düşmanlığına komünizmle mücadele derneklerinden 12 Eylül faşizmine kadar üzerinde yükseldiği tarihe yakışır şekilde devam ediyor. Ancak elbette özgün biçimlerde. AKP, %50 seçim başarısında bile kendini güvende hissetmiyor, tehlike ise sokaktan geliyor. Tayyip Erdoğan, kendini en güçlü hissettiği anda Hopa halkının isyanıyla karşılaştı; uyguladığı neoliberal yağma ve yıkım politikalarıyla kendine oy verenler de dahil her bir ilçenin ve ilin “Hopa” olma potansiyeli taşıdığını biliyor. Tam da bu nedenle en ufak bir demokratik hakkın kullanımına dahi tahammülü yok. Halkın bu yağmacılığa karşı tüm direnç noktalarını, sokağı adres gösteren, mücadele geleneğine sahip tüm kurumları ve kişileri hedef göstermeye devam ediyor. Bu şaşırtıcı mı elbette değil.
Kapitalizm neoliberal ilkeler çerçevesinde daha gerici ve yayılmacı biçimlerde dönüşürken ülkede bu dönüşümün kurucu aktörü AKP bir yandan “ileri demokrasi” nutukları atıyor, diğer yandan kontrgerilla aygıtını yeniden dizayn ediyor, medya operasyonları yürütüyor, kendisine bağlı devasa bir polis gücü kuruyor, “AKP hukuku” inşa ederken yargıyı bu hukuka uygun şekilde yapılandırıyor.
Neoliberal gericilikle yarattığı yıkımı; işçi sınıfı hareketine, ilerici toplumsal dinamiklere, TEKEL işçisinden barınma hakkı mücadelesi veren mahalleliye, su hakkını savunan köylüye kadar tüm hak mücadelesi öznelerine, ilerici emek ve meslek örgütlerine, neoliberal kapitalizme karşı mücadele eden demokratik kitle örgütlerine, sol siyasal partilere; Kürt halkının siyasi temsilcilerine, kendisini eleştiren her bir gazeteciye ya da yazara; AKP iktidarının halk sağlığı ile oynadığını söyleyen akademisyenlere kısaca en demokratik haklarını kullanan; meslek onurlarını korumak, haklarını savunmak için söz söyleyen, yazı yazan, çalışma yürüten, örgütlenen, eylem yapan her kesime saldırıyor. AKP ileri demokrasisi AKP faşizmi olarak tesis ediliyor.
Sadece birkaç ayda yaşananlar (elbette AKP iktidarının 9 yıllık tarihi bu örneklerin yüzlercesi ile doludur) AKP iktidarının neoliberal gerici iktidarını sürdürmek kullandığı yol ve yöntemlerin bugün en temel demokratik hak kullanımının dahi bastırılmaya çalışıldığı bir baskı ve zor ortamı yarattığının son göstergeleridir. Birkaç örnek verelim;
Ahmet Şık ve Nedim Şener’in yazdıkları yazılar ve araştırmaları nedeniyle tutuklanmaları ve yazılmamış kitapların toplanması; sol sosyalist basına yönelik saldırıların vardığı nokta; “filtre” gibi sistemlerle internete sansür girişimleri;
Kocaeli Üniversitesi Halk Sağlığı Bölümü’nden Prof Dr. Onur Hamzaoğlu’nun Dilovası’ndaki kirliliği deşifre eden raporu açıklamasının ardından hakkında soruşturma açılması;
AKP’nin Kürt halkına yönelik sistemli saldırılarında önemli bir eşik noktası olarak Nisan ayında bağımsız adayların YSK tarafından engellenmesi girişimi; bu engellemeyi sokakta mücadele ederek ortadan kaldıran Kürt halkına yönelik polis şiddeti sonucu İbrahim Oruç’un yaşamını yitirmesi, onlarca yaralı, gözaltı ve tutuklama; seçim süreci boyunca Kürt halkının siyasi temsilcilerine yönelik çeşitli komploların, engellemelerin ortaya dökülmesi, devam eden şiddet;
Sağlık emekçilerinin grevi öncesi Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Kardiyoloji Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Osman Küçükosmanoğlu ve Adana Tabip Odası yönetim kurulu üyesi Dr. Ömer Eşki'nin Adana'da kurulan Demokratik Çözüm Çadırı'nı ziyarette bulunup sağlık hakkı ve AKP'nin sağlıkta yaptığı dönüşümün halka verdiği zararlar konusunda yaptıkları konuşmalar nedeni ile 29 Nisan 2011'de çalıştıkları kurumlardan Özel Yetkili Savcı'nın emriyle terörle mücadele ekiplerince gözaltına alınmaları; hastalarının arasında ellerine plastik kelepçe vurularak adliyeye sevk edilmeleri; haklarında Adana Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi "Terör Örgütü Propagandası Yapmak" suçlamasıyla terörle mücadele kanununun 7/2 Maddesi uyarınca dava açılması;
Adana’da eşitlik ve özgürlük mücadelesinin önderlerinden Deniz Gezmiş ve İbrahim Kaypakkaya’yı andıkları gerekçesi ile demokratik kitle örgütü ve ilerici kurumların üyelerinin evleri basılarak gözaltına alınmaları;
31 Mayıs 2011 günü Tayyip Erdoğan’ı ve AKP iktidarını “Su haktır satılamaz” pankartıyla protesto etmek için toplanan Hopa halkına yönelik saldırı emrini vermesi ve halka dönük polis şiddetinde Metin Lokumcu’nun yaşamını yitirmesi;
Metin Lokumcu’nun yaşamını yitirmesinin ardından Hopa’ya dönük polis ablukasının ve şiddetinin devamında onlarca yaralı, gözaltı, ev baskınları ve içinde Artvin Şube başkanımızın da bulunduğu 13 kişinin tutuklanması; gözaltına alınanlara zihinsel engelli bir yurttaş da dahil işkence yapılması, Erzurum Özel Yetkili Savcılığı’nın avukat görüşüne izin vermemekten, savunma hakkının ihlaline kadar yaşama geçirdikleri hukuksuzluklar;
Hopa halkına yönelik AKP şiddetine karşı emek ve demokrasi güçlerinin sokağa çıktığı hemen her ilde polisin eylem yapanlara saldırması;
Ankara’da bu saldırıda; Halkevleri MYK üyesi Dilşat Aktaş’ın onlarca polis tarafından dövülerek kalça kemiğinin kırılması; gözaltına alınanlara saatlerce polis tarafından işkence yapılması, cinsel tacizde bulunulması; 5 kişinin tutuklanması. Tutuklamaların ardından içlerinde Halkevleri’nin yönetici ve üyeleri, siyasi parti ve ilerici kurumların temsilcileri de dahil olmak üzere ev baskınları, yollarda takiplerle ile gözaltıların devam etmesi. Ankara özel yetkili savcılığının AKP iktidarının Hopa halkına yönelik şiddetine karşı sokağa çıkanların arasından 15 kişiyi daha “terör örgütüne yarar sağlayacak faaliyette bulunmak”la suçlaması ve 15 kişinin tutuklanması. (Yaşam hakkına sahip çıktıkları için 15 kişi hakkında tutuklama isteyen savcının Sivas'ta, Madımak Oteli'nin yakılması ve 35 canın ölümüyle ilgili ana davadan dosyaları ayrılan 7 firari sanığın yargılandığı davada 6 sanık hakkındaki davanın zaman aşımı süresinin dolması nedeniyle düşmesine karar verilmesini talep eden Hakan Yüksel olması elbette tesadüf değildir; tıpkı Erzurum’da Hopalıları tutuklayan savcıların Osman Şanal ve Rasim Karakullukçu olmasının tesadüf kabul edilemeyeceği gibi)
Tayyip Erdoğan’ın 31 Mayıs Hopa saldırılarının ardından ısrarla tüm mitinglerinde ve çıktığı programlarda hak mücadeleleri örgütü, örgütümüz Halkevleri’ni hedef göstermesi;
Tekel işçilerinin mücadelesi için Ankara'da 1 Nisan 2010'da yapılan eylemle ilgili olarak aralarında sendika ve meslek odası yöneticilerinin de bulunduğu 111 kişiye, "2911 Sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasasına muhalefet ettikleri" gerekçesiyle haklarında sekiz yıla varan hapis cezası istemiyle açılan dava;
Hemen seçimlerle birlikte AKP iktidarının toplumsal muhalefetin önemli bir bileşeni ve AKP iktidarının neoliberal yıkım politikalarına karşı direnç noktalarından birini oluşturan TMMOB’yi etkisizleştirmek ve denetimi altına almak üzere yaptığı hamle;
Ve son olarak seçim sonrasında Kürt halkının seçilmiş vekili olan Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin YSK tarafından ortadan kaldırılması, Kürt halkının vekiline sahip çıkmak için sokağa çıktığı her yerde karşılaştığı şiddet;
Evet sadece son 2 ay içinde örneklenenler dahi AKP faşizminin bu ülkede demokratik hakların kullanımını sadece halkın belirli bir kesimi, örgütlü bir halk hareketi ya da ağzından düşürmediği tek bir kuruma yönelik değil AKP iktidarının sürdürdüğü neoliberal, gerici, faşist uygulamaların bir bölümüne ya da tümüne karşı çıkan; kısaca iktidara karşı çıkan herkes için, tüm toplum için ortadan kaldırmaya bu şekilde sokağın önünü kesmeye, muhalefete yön vermeye çalıştığını göstermeye yeterlidir.
Ancak açık ki AKP, “dikensiz gül bahçesi” isterken sokağın isyanı ile karşılaşmaya, hakları için mücadele edenlerin sokak ustalığı ile gerilemeye devam edecektir; daha iki gün önce oy verdikleri AKP’nin çay politikasına isyan eden Rizeliler, Hopa’da ve Ankara’da yaşanan saldırılara hak mücadelesini yükselterek cevap verenler, Fındıklı’da HES’lere, Aydın Çine’de RES’lere geçit vermeyenler, seçimden sonra güvencesizliğe karşı mücadelede duraksamayanlar ve elbette siyasal iradelerinin hiçe sayılmasına karşı söke söke haklarını almak için sokağı seçen Kürt halkı bunu açıkça göstermektedir.
Haklarımız için, demokratik bir ülke için tek yol sokak!
Özgürlük, AKP iktidarının tedirgin olduğu yerde, sokakta, mücadelede. Sömürüye karşı, yağmaya karşı halkın hakları için daha çok mücadele edeceğiz. Balkonda güzelleme yapıp, sokakta faşizmi gösterenlere karşı yine ve ısrarla sokakta olacağız, yoksul mahallelerde, iş yerlerinde, kent meydanlarında haklarımızı savunacağız. İktidarın; hakkını savunanın, hakları için mücadele edenin karşısına gaz bombasıyla, copuyla, medyasıyla, yargısıyla, gözaltı – tutuklama gibi saldırılarla çıkamadığı bir ülke için mücadele edeceğiz. Demokratik bir ülke için mücadele edeceğiz.
İlknur Birol
Halkevleri Genel Başkanı