Tayyip Erdoğan, günlerdir reklam çalışmasını bizzat kendisinin yürüttüğü “demokratikleşme paketini” nihayet bugün açıkladı. Öncesinde hiçbir maddesi tartışmaya açılmamış paket, muhalif gazetecilerin salona alınmadığı, salonda bulunan gazetecilerin soru bile soramadığı, tam da Tayyip Erdoğan’a özgü bir “demokratik(!)” tutumla açıklanmış oldu.
Öncelikle Erdoğan’ı “demokratikleşme” adı altında bir paket hazırlamaya iten gücün Kürt halkının demokratik ve siyasal taleplerinin gerçekleştirilmesi doğrultusundaki baskısı, Gezi direnişi ile başlayan halk isyanı ve başta Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP iktidarının bu süreçte kaybettiği meşruiyetini yeniden tesis etme ihtiyacı olduğunu söylemek gerekir. “Demokratikleşme paketi”, Tayyip Erdoğan’ın önündeki üç seçim öncesinde makyaj çabasıdır. Ancak gerici, muhafazakar, faşist bir iktidarın makyaj yapma kabiliyeti bile yok.
Aylardır kent meydanlarında insanlarımız polisin gaz fişeğiyle, mermisiyle, sopasıyla katledilirken, başbakan “polise emri ben verdim” derken, Kürt sorununda kalıcı çözüm doğrultusunda tek bir adım atılmamışken, ülkemiz emperyalizmin ve AKP’nin Suriye ve Ortadoğu politikaları yüzünden bataklığa sürüklenirken, Alevilere dönük ayrımcı mezhepçi politikaları sürdürürken demokrasi makyajı yapmaya kalkmak kolay değil tabi.
Tayyip Erdoğan da paketin içeriğinin boş olduğunun farkında. O nedenle “bu ne ilk ne de son, başka demokratikleşme paketleri de gelecek” dedi. Uzun giriş konuşmasının ardından daha maddeleri açıklamaya bile başlamadan “biliyorum, şimdi dağ fare doğurdu gibi yorumlar yapılacak” demesi, paketi eleştirecekler için darbeci, vesayetçi gibi nitelemeler kullanması paketin istediği etkiyi yaratmayacağını gayet iyi bildiğini göstermektedir.
Bununla birlikte paketi, içerisindeki demokratik adımlar yetersiz olduğu için eleştirmiyoruz. Paketi içerisinde demokratik bir adım bulunmadığı için eleştiriyoruz. Bu pakette emekçinin, Kürdün, Alevinin, kadının, LGBT’nin adı yok. Kürt halkının talepleri yok: anadilinde eğitim hakkı yok, yüzde 10’luk seçim barajının düşürülmesi yok, tutuklu milletvekilleri ve KCK davaları yok. Bu pakette yasaklı meydanların özgürleştirilmesi, toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğü yok, düşünce özgürlüğü yok, tutuklu gazetecilere, avukatlara, üniversitelilere özgürlük yok. Bu pakette biber gazının yasaklanması yok, Terörle Mücadele Yasası’nın ve Özel Yetkili Mahkemeler’in kaldırılması yok.
Başbakanın açıkladığı maddelerde ise demokratikleşmenin kırıntısına rastlamak mümkün değil. Aksine baskıcı, gerici, şoven karakterinden taviz vermeyen AKP faşizmi, kendi siyasi hedefleri doğrultusunda yeni adımlar atmakta, bunu da “demokratikleşme” süsü vererek yapmaya çalışmaktadır. “Ayrımcılıkla mücadele” ve “inanç özgürlüğü” adı altında atılacak adımlarla kamuda türbanın tamamen serbest bırakılması gibi düzenlemelerin önü açılmıştır. İnanç özgürlüğünden bahseden başbakan Alevi sözünü ağzına bile almamış, Alevilerin inanç özgürlüğünün nasıl sağlanacağına değinmemiştir. Başbakan paketle benim temsil ettiğim inanca tabi olacaksınız demiştir. 3. Köprü’ye Yavuz Sultan Selim isminin verilmesine duyulan tepkiye yanıt olarak Nevşehir’deki üniversitenin adının Hacı Bektaş-ı Veli diye değiştirilmesi ise, iktidarın “mezhepçi” düşünme biçiminden kurtulamadığının delilidir. Romanlara dönük söylenenler ise adeta paketteki süslemelerden ibaret kalmıştır.
Seçim sistemine dair ise somut bir düzenlemenin olmadığı pakette “çeşitli seçenekler” sadece tartışılmaya açılmış oldu. Açıktır ki anti-demokratik seçim sistemi sayesinde iktidar olan AKP’nin seçim sistemini demokratikleştirmeye yönelik esaslı bir adım atmaya niyeti yoktur.
Açıklanan pakete dair en büyük beklenti ise Kürt sorununa ilişkin kısımda ne olacağına ilişkindi. Tayyip Erdoğan’ın, Kürt halkının yıllardır mücadele ettiği ve fiilen kazandığı eş başkanlık, Kürtçe propaganda, harflerin kullanımı gibi kazanımlara pakette yer vererek kendisine mal etmeye çalışması nafile bir çabadır. Kürt halkının yıllardır mücadelesini verdiği “kamusal bir hak olarak anadilinde eğitim hakkı” talebini dikkate almayan iktidar, anadilin özel okullarda okutulabileceği gibi gerçekçi olmayan söylemlerle göstermelik bir adım atmaktadır. Ayrıca Kürt sorununun çözümüne dair atılması gereken temel adımların bahsi bile geçmemektedir. Binlerce seçilmiş Kürt siyasetçi hala cezaevinde tutulmaktadır. Kürt halkının demokratik ve siyasal talepleri hala görmezden gelinmektedir.
Gösteri ve yürüyüş hakkı konusunda yapılan düzenleme ise var olan anayasal hakkın bile kısıtlanmasından ibarettir.
Biliyoruz ki eşitlik, barış ve demokrasi, başkanlık sistemi hayalleri kuranların, ABD başkanlarına öykünenlerin PR çalışmalarıyla, “başkan açıklayacak” tarzı kampanyalarla gelmez.
Bu kez liberaller, “yetmez ama evet”çiler dahi AKP’nin “durumu kurtarmasına” yardım edemez. Çünkü artık Haziran İsyanı’nı yaratan, aylardır özgürlük ve saygı talebiyle sokakları dolduran, AKP faşizminin saldırılarına direnen, talan politikalarını sokakta durduran halkın karşısına kimse “yalan ve manipülasyon” taktikleri ile çıkamaz.
Demokratikleşmenin yolu, AKP’nin neoliberal politikalarını sokakta durduran halk gücünün, baskıcı politikalarına meydan okuyan demokratik itirazın büyütülmesidir. Demokratikleşmenin yolu halkın söz, yetki ve karar hakkını doğrudan icra ettiği sokaklardan, meydanlardan, parklardan geçmektedir.
Oya ERSOY
Halkevleri Genel Başkanı