AKP iktidarı neoliberal yeniden yapılanmanın siyasal gereklerini yerine getirken ‘sol’dan hatırı sayılır bir destek bulmuştu. Egemen sınıflar, yüzyıllardır yaptıklarını harfiyen tekrarladılar: kendi çıkarlarının gereği olan politikaları tüm toplumun çıkarı olarak sundular. Kısa bir dönem içinde ardı ardına yaşanan yenilgilerin yarattığı ideolojik savrulmanın etkisiyle ‘sol’un hatırı sayılır kesimleri de AKP’nin politikalarının ‘kendi çıkarlarını’ kapsadığı yanılsamasına kapıldılar. Göz önünde gerçekleşen, işçi sınıfının yüzyıllık kazanımlarını yok eden ağır sömürü ve yoksullaştırmanın siyasal karşılığı olan neoliberal diktatörlüğün inşasına bakmakla yetindiler. Göremediler. “Neoliberal yeniden yapılanmanın aktörleri nasıl olur da ‘ileri demokrasi’ gerçekleştirebilirler” diye düşünmediler, düşünemediler. AKP’nin demokrat olma ihtimalini pek sevdiler ve halk içinde bu duyguyu yaymakta hatırı sayılır bir işlev gördüler. Sol liberalizmin bu ideolojik etkisinin, yarattığı tahribatın basitçe ortadan yok olacağı sanılmamalı, döneme uygun biçimlerle kendisini yeniden üreterek devam edecek. Bu devamlılık için burjuvazinin bunlara gereğinden fazla olanak tanıyacağından, teşviklerini esirgemeyeceğinden kuşkumuz olmamalı. Önümüzde ideolojik sapmayla mücadele görevi durmaya devam ediyor.
Ancak masal bitti.
Ahmet Şık ve Nedim Şener’in Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanmasıyla birlikte AKP’nin iktidarını yeniden üretirken başvurduğu masallardan vazgeçmeye başladığını görüyoruz. Demokrasi, çetelerden hesap sorma, hak, hukuk, adalet gibi söylemleri artık önemsemeyen AKP, polis ve yargı sistemi üzerine kurduğu rejimin otoriter özünü de artık gizlemiyor, gizleme gereği duymuyor. Avrupa Parlamentosu Türkiye raportörünün hazırladığı rapora, “Adım atmamıza gerek yok, onlar rapor hazırlamakla biz de bildiğimizi okumakla görevliyiz" diye cevap vermesi bu tutum değişikliğinin göstergesidir.
Ergenekon sürecinin başından itibaren söylediklerimizi alt alta okuduğumuzda bu otoriter özü çok önceden işaret ederek halkı ve toplumsal muhalefeti yanılsamalara karşı uyarmanın gönül rahatlığını ifade edebiliriz.
Mayıs 2009’dan bir hatırlatma yapmakla yetinelim[1]:
“Ergenekon operasyonu, kimilerinin iddia ettiği gibi askeri vesayet sistemine karşı bir demokratikleşme operasyonu değil, kontrgerillanın, emperyalist ilişkilerin yeni dönem ihtiyaçları doğrultusunda dönüştürülmesi ve safralardan arınma operasyonudur. (…)
Ancak demokratik bir halk hareketi dinamiğine dayanmayan bu “it dalaşının” ülkemiz için hayırlı bir gelecek vaat etmediği de açıktır. (…)
AKP kendine karşı yapılanların üzerine gitmektedir; halka karşı işlenmiş suçların değil.(…)
AKP ve temsil ettiği siyasal sisteme karşı olan her kesimin, her kurumun “Ergenekon”a bir şekilde dahil edilip “Ergenekonculuk” ile damgalanabileceği bir tarzla karşı karşıyayız.
Operasyon yürütülürken psikolojik harpten izleme-dinleme faaliyetlerine kadar her türlü kontrgerilla taktiği uygulanmakta, “Demokrasi” ve “hukuk” söylemleriyle toplum üzerinde bir baskı ve sindirme operasyonu yürütülmektedir. “Darbe karşıtı” söylemle “Polis hukuku”na dayanan otoriter bir devlet inşa edilmektedir.
Toplumsal muhalefet egemenlerin kodları ile hareket etmek yerine kendi diline sahip çıkmalı, kendi söylemini oluşturmalıdır. “Ergenekon”a değil “kontrgerilla” ve “derin devlet”in yeniden inşasına dönük mücadelesini yargısız infazların, faili meçhul cinayetlerin, gözaltında kayıpların, işkencelerin, katliamların teşhiri ve toplumsal hafızanın tazelenmesini sağlayarak başlatmalıdır.”
Ergenekon operasyonuna dair sosyalist solun kimi çevrelerinde dahi umutların yüksek olduğu ve “sonuna kadar gidilmeli” taleplerinin yükseldiği dönemde yapılan bu açıklamaların taşıdığı yanılgı, bugünden bakıldığında herkesin malumu haline gelmiştir.
“Sulandırılan” ne?
Son operasyonu, “Ergenekon Davası’nın sulandırılması” olarak değerlendirmek, bir yanılsamayı hala sürdürme refleksinden başka bir şey değildir. Olgu ortadadır: “Ergenekon” olarak adlandırılan kontrgerilla cihazı etkisizleştirilmiş, tasfiye edilmiştir. Bir kontrgerilla örgütü, devletten bağımsız var olamaz. Geriye artıkları kalmıştır. Devletin ‘açık’ kurumlarının; yürütmenin, yasamanın, yargının, ordunun, basının vs. himayesinden, desteğinden, örtülü ödeneğinden yoksun kalmış eski cihaz işlemez hale getirilirken bütün destekler, himayeler, olanaklar “yeni cihaz”ın emrine sunulmuştur. Neoliberal dönemin kontrgerilla aygıtı bu tasfiye ‘savaşı’ içinde kurulmuştur. Devletin ‘yeni’ kontrgerilla aygıtının operasyonlarında acemiliğin hiçbir izine rastlanmaması, bu yeni ‘aygıtın’ kontrgerilla imal etmekte ‘ustalaşmış ellerce’ inşa edildiğini göstermektedir. Yaşanmakta olanlar ve bundan sonra yaşanacaklar ve göreceklerimiz, bu ‘aygıtın’ muhalefete karşı biçimlendirme, etkisizleştirme, itibarsızlaştırma, sindirme gibi tüm zamanlar boyunca kontrgerilla aygıtlarının ezberi olan yöntemlerle işine devam etmesinden başka bir şey değildir.
Sosyalistlere, Kürtlere, Alevilere, bağımsız gazetecilere, sendikalara, ‘yeni aygıt’ın güdümüne girmekte ayak sürçen savcı ve yargıçlara, yapılan operasyonlar ‘yeni’nin olağan işleyişidir. Kuşkusuz bir ileri iki geri adımlar da izleyeceğiz ama bu gelinen aşamanın karakterini değiştirmez.
Ne istiyorsak biz alacağız!
Ancak böylesi süreçlerde “biz demiştik” söylemleri rahatlatıcı ve yeterli gelemez, gelmemelidir. Bugün önemli olan yaşanan tarihin iddiamızı doğrulamasından öte neoliberal gerici iktidarın saldırganlığı karşısında savunma durumundan çıkarak toplumda yükselen adalet ve özgürlük taleplerini doğru bir eksende buluşturabilmek yani tarihe müdahale edebilmektir. İktidar sözcüleri her gün dozajı yükselen yeni tehditler ve icraatlarla tüm topluma gözdağı verirlerken ihtiyaç duyulan şey cüretli ve bilinçli bir karşı çıkışın onurlu duruşudur.
Evet, “ne istiyoruz” sorusuna toplumdaki ortak yanıt adalet ve özgürlüktür. “Ne zaman” sorusunun yanıtı tabii ki “biraz sabredin canım, hukuk işlesin bakalım” değil “hemen şimdi”dir. Çünkü özellikle referandumun ardından “polis hukuku”nun yargı mekanizmalarına egemenliği sağlamlaşmıştır. Önemli olan sloganın devamıdır: “Vermeyecekler, Alacağız”. İşte toplumsal muhalefetin ihtiyacı olan ve bir süredir yitirilen bilinç bu ifadede gizlidir.
İlk elden 12 Mart Gazi Katliamı, 16 Mart Beyazıt katliamı, 30 Mart Kızıldere gibi tarihler Türkiye’de kontrgerillanın hesabı sorulmayan eylemlerinin yıldönümleridir. AKP, bugünlerde ki protesto ve anma eylemlerine saldırarak, davalar açarak, faşist rejimin suçlarına sahip çıktığını göstermektedir. Türkiye tarihinin birçok kontrgerilla operasyonunun failleri hala açığa çıkartılmamıştır ve anlaşıldığı kadarıyla da örtbas edilmeye devam edilecektir. Sadece bir kısmını hatırlatıp soralım: Köy yakanlara ne oldu? Taylan Özgür’ü öldürenlere ne oldu? Kayıpların faillerine ne oldu? Özgür Gündem gazetesini bombalayanlara ne oldu? Gazi katliamının faillerine ne oldu? Maraş katliamının failleri kollanarak ve hatta kahramanlaştırılarak nasıl AKP’ye oy devşirildi? “Hayata dönüş” katliamının faillerine ne oldu? Daha yakın tarihte Şemdinli’yi kim örtbas etti? Hrant Dink’in ölümünde sorumluluğu bulunan kamu görevlilerini kim koruyor? Bu sorulara verilen yanıtlar bellidir: KCK operasyonu, tutuklanan belediye başkanları, sosyalist parti ve örgüt yöneticileri; yumurta atanlara istenen akıl almaz cezalar; düzmece-gizli tanıklar, düzmece-gizli deliller; AKP’yi eleştiren herkesi Ergenekonculukla suçlayan yandaş medyaİ 12 Mart ve 12 Eylül protestolarına, Deniz-Mahir anmalarına verilen cezalar; solun ve muhalefetin eylemlerini polis şiddeti ve para cezalarıyla yıldırmaya çalışma vs…
Bu manzara altında, gün yeni saldırıları bekleyerek savunmaya geçmenin, günü değildir. Gün neoliberal gerici rejimin kuşatmasının üzerine yürümenin günüdür. Çalışma hakkı, eğitim hakkı, ulaşım hakkı, sağlık hakkı gasp edilenler, suyu, toprağı, doğası talan edilenler, eşit yurttaşlık hakkı tanınmayanlar, kimliği, anadili yok sayılanlar sadece kendi hakları için değil tüm toplumun adalet ve özgürlük talebini bayrak yaparak yürüdüklerinde neoliberal diktatörlük, kendisini yıkacak gerçek kuvvetle karşı karşıya kalacaktır.
İlknur Birol
Halkevleri Genel Başkanı
[1] Oya Ersoy, “Neoliberalizm kendi kontrgerillasını yaratıyor”, 2 Mayıs 2009