2011 genel seçimine egemenler arası neoliberal uzlaşmaya dokunmayan lider kavgalarının; ezilenler açısından sokağın sesinin yükseldiği bir süreçte gidiyoruz.
Ülkede taşerona, güvencesizliğe başkaldıran güvencesiz işçilerin, doğanın ve yaşamın talanına karşı mücadele edenlerin; AKP’nin piyasacılığıyla, gericiliğiyle yıktığı ve çürüttüğü eğitim sistemine ve YGS skandalına karşı ayağa kalkan liselilerin, Eğitim Hakkı Meclis’lerimizin eylemleriyle, metal işçisinden sağlık emekçisine grevlerle, “imamın ordusuna” karşı gazetecilik onuruna ve demokratik bir ülke mücadelesine sahip çıkarak sokağa dökülen gazetecilerin, internet sansürüne karşı sokağa çıkanların eylemleriyle dolu bir bahar geçirdik/geçiriyoruz.
Bu bahar aynı zamanda sivil itaatsizlik eylemleriyle Kürt halkının hakları için sokağı tuttuğu ve AKP iktidarının tasfiye siyasetine paralel olarak Kürt halkının temsilcilerinin YSK vetosuyla seçim dışı bırakılmaya çalışılmasına karşı sokak sokak direnerek ve yaşamı durdurarak geri adım attırdığına şahit oldu. Her ne kadar sokağın taleplerini, yeni mücadele dinamiklerini kürsüsüne taşımak ve siyasal iktidarın emek düşmanı yüzüyle hesaplaşmak konusunda geleneksel sendikal merkezlerin inisiyatifsizliği ile malul olsa da bu yıl aynı zamanda tarihin en kitlesel 1 Mayıs’ları yaşandı.
Egemenler cephesinde ise neoliberal program konusunda uzlaşan düzen partileri “yapısal karşıtlıklarla” değil siyaset taktikleri, kirli oyunlar ve liderler arası “gerilimle” dolu bir seçim dönemi geçiriyorlar. Seçimler süresince bir yandan baskıcı, faşist yüzünü iyiden iyiye açığa çıkaran AKP iktidarı; seçim sonrası saldırganlığına hız vereceği ve “ustalık” dönemi olarak adlandırdığı yeni bir dönemin hazırlıklarını sürdürüyor. Kanal İstanbul gibi, Ankara’da yeni bir kent yaratmak gibi sermayeye yeni rant alanları vaadeden ama halka herhangi birşey vaadetmeyen projeleri “heyecan” yaratmayan AKP iktidarı seçim siyasetini “kirli savaşı” tazelemek; milliyetçiliği, şovenizmi ve gericiliği kışkırtmak ve kirli istihbarat oyunlarını sürdürmek üzerine kurdu.
8.5 yıllık iktidarı boyunca bir yandan neoliberal gericiliğin kurucu aktörlüğünü hayata geçiren emek, doğa ve halk düşmanı bir iktidar yapısını kurumsallaştırırken ülke egemen sınıflarının temsilciliğini tek seçenek olarak başarıyla yaşama geçiren; diğer yandan emperyalistler açısından kendine biçilen misyonun da ötesine geçmeye çalışarak iyi bir işbirlikçilik sınavı veren AKP tüm bu dönem boyunca halk desteğini canlı tutacak kanallar yaratmıştı. Geçmiş siyasal iktidarların başarısızlıkları; ekonomik krizin etkileri karşısında; “değişim ve yenilik” söylemlerini, dinsel kimlikler ve muhafazakarlık üzerine kurulu bir siyasette harmanlayan ve gerek cemaat ağları gerekse iktidar olanaklarıyla kendisine bağımlılığı süreklileştirme başarısı ile AKP, her girdiği seçimden güçlenerek çıktı. AKP toplumu “bizden olanla olmayan” olarak ikiye bölerken kendi kitle desteğini canlı tutacak her türlü yol ve yöntemi denedi, devlet kaynaklarından kadrolarına, YGS şifrelerine kadar…tüm bu süreç boyunca AKP 8 yıllık iktidarı döneminde dinci gericiliğin en büyük taşıyıcısı ve temsilcisi oldu. Ancak aynı AKP yine 8 yıl boyunca toplumsal alanda önemli bir güven yitimine uğrarken aynı zamanda halkın büyük bir kesiminde ciddi bir umutsuzluk yarattı. Seçim dönemi taktiklerinde iyice belirginleşen bir biçimde Kürt halkı açısından AKP’nin ikiyüzlülüğü tescillendi. AKP, ülkenin en büyük sorunu “Kürt sorunudur” söyleminden bugün “Kürt sorunu” yoktur söylemine çark etti. Ekonomik krizle derinleşen biçimlerde AKP bu ülkede görülmemiş işsizlik oranlarının açığa çıkmasına, güvencesizliğin temel çalıştırma biçimi haline gelmesine neden olan iktidardır. En son YGS skandalında olduğu gibi toplumun “adalet” duygusunu temelinden sarsmıştır. Çıkmayan kitapların toplanması, gazetecilerin tutuklanması, devrimcilere dönük saldırılar, internet sansürü girişiminde olduğu gibi bu toplumun ciddi bir kısmı açısından artık AKP ileri demokrasisi AKP faşizmi anlamına gelmektedir. AKP döneminde tüm kamusal varlıklar satışa çıkarılmış eğitim, sağlık, barınma beslenme gibi en temel haklarımız ortadan kaldırılmış; HES’ler, termik, nükleer santraller, siyanürlü madencilik gibi sermayenin çıkarları doğrultusunda doğayı ve yaşamı tehdit eden uygulamalarda olduğu gibi ülkenin en ücra yerine kadar AKP talancılığı gözle görünür hale gelmiştir. AKP’nin bugün en temel kaygısı ise bir gerçekten temellenmektedir. AKP’nin en büyük sorunu halk nezdinde yitirdiği güven ve yarattığı umutsuzluktur.
Tam da bu nedenlerle seçim öncesi torba yasayı meclisten geçirip üzerine bir de kanun hükmünde kararnameyle özel yetkileri elinde toplayan ve seçim sürecini “2023’e kadar iktidarız” vurgularıyla oluşturan AKP iki temel unsura yani egemen sınıfların temsili bakımından ve emperyalistler açısından en uygun tercih olduğuna ve toplumun büyük çoğunluğunun sağ siyasal tercih zemininde olmasına güvenerek kendi iktidarı etrafında “İslamcı/gerici-milliyetçi saflaşma” yaratmaya çalışmaktadır. Klasik dinci söylemlere, kadın düşmanlığına, Kürt ve Alevi düşmanlığına dayanan seçim propagandasını Kürt halkını savaşı derinleştirerek baskı altına alma politikası; kasetlerle MHP’yi baraj altına itme taktikleriyle beslemektedir. AKP iktidarını zayıflatacak en ufak girişime bile tahammül etmemektedir.
AKP’nin alternatifi olmanın yolunun “neoliberalizmle ve cemaatçilikle” kaynaşmış bir siyaset izlemekte gören CHP ise seçim stratejisini buna göre kurmuştur. CHP bir yandan büyüyen toplumsal hoşnutsuzluklara “seslenmeye” çalışsa da tüm “proje ve söylemlerinde” ve milletvekili aday tercihlerinde görüldüğü gibi neoliberal programı uygulamaya devam etmek bakımından “AKP alternatifidir”. CHP, en çok konuşulan “aile sigortası projesi”nde de görüldüğü gibi insanca yaşamı ve güvenceli çalışmayı güvence altına alacak temel hakları “evrensel haklar” olarak garanti altına almayı değil AKP sadakacılığının “sosyal demokrat” versiyonu ile lütufculuğu sürdürmeyi önermektedir.
CHP’nin operasyonel değişim süreci emekçi sınıflar, işsizler, yoksullar; Kürtler, Aleviler ve kadınların çıkarlarını temsil eden bir toplumsal harekete dayanmamaktadır. Sermayeye gül dağıtılan seçim programı CHP’nin ezilenlere “söylemin” ötesinde herhangi birşey vaadetmemekte, sermaye sınıfının çıkarlarını savunmaktadır.
Halkın hakları mücadelesi ve seçimler
AKP’nin seçim sonrasındaki hedefi neoliberalizmin, dinci gericiliğin, işbirlikçiliğin, faşizmin, kadın düşmanlığının “ustalıkla” kaynaştırılması ve halka, emeğe dönük saldırılarına çıta atlatmaktır.
Hala egemenlerin ve emperyalistlerin tek iktidar seçeneği olan AKP’yi geriletmenin yolu ise mücadelemizle sabittir ki sandıktan değil “sokaktan” geçmektedir.
Anti-faşist, anti-emperyalist, gericilik karşıtı mücadeleyi yıllardır bayrak olarak taşıyan Halkevleri mücadele zemininde ana halkayı “hak mücadeleleri” olarak belirlemiştir. Uzunca bir süredir halkın hak mücadelelerini yaratmak, hak mücadelelerinin bileşeni olmak ve tüm bunları güçlü bir halk hareketine “halkın hakları hareketine” dönüştürmek hedefiyle mücadelemizi sürdürüyoruz. AKP’nin iktidarda olduğu dönem boyunca da neoliberal kapitalizme, gericiliğe, faşizme karşı hak mücadeleleriyle sokakta kurduğumuz mücadele siyasi iktidarı sıkıştıracak, geriletecek ve yıkacak ana çizgiyi, halkın çıkarları ekseninde örgütlenmiş güçlü bir halk hareketini yaratmanın çizgisini görünür kılmıştır. Ancak elbetteki Halkevleri; sağlık, eğitim, barınma, beslenme, güvenceli çalışma, su, çevre haklarının mutlak kazanımının, evrensel haklar olarak güvence altına alınmasının kapitalist sistem içinde gerçekleşmeyeceğini siyasal ve toplumsal bir değişim gerektirdiğini bilmektedir. Tam da bu nedenle bugün neoliberal yönetişim politikalarıyla da derinleşen biçimde sistem içi bir “onay merci”ne dönüşen Meclis, hak mücadelelerini verenler için bir “amaç”, seçim ve sandıksa “temel mücadele yöntemi” değildir. Türkiye sol tarihinin geçmişi Meclis’in ancak bir mücadele aracı olarak ele alındığında ve ezilenlerin kürsüsüne dönüştürüldüğünde toplumsal muhalefet ve mücadele açısından anlamlı bir değer taşıdığını göstermektedir. Bunun aksi durumlarda ise meclisin “amaç” haline getirilmesinin, halk örgütlülüğüne ve hesap alıp verebilirliğe dayanmayan kimi bağımsız “sol” adayların sol açısından yaşanmaması gereken “kara leke” yaratan deneyimlere dönüştüğü açıktır. Halkevleri bu deneyimlerin içinde yer almamış ısrarla hak mücadelesi çizgisini ilerletmiştir. Belediyeleri ulaşıma zam yapamaz hale getiren, kent yoksullarının barınma hakkı örgütlerini oluşturan, vadilerde HESçilere geçit vermeyen, okullarda kayıt parası toplanamaz hale getiren, güvencesizliğe başkaldıran deneyimler yaratan hak mücadeleleri yaygınlaşıyor ve gelişiyor. Ancak biliyoruz ki bugün henüz hak mücadelelerinin kendi örgütlülüklerinin içinden “Meclis’i” bir araç olarak kullanmak üzere hak mücadelesi çizgisini taşımak ve Meclis’i bu mücadelenin ilerletilmesinde kürsü haline dönüştürmek hedefiyle açığa çıkmış “siyasal temsilcileri”, “adayları” yoktur. Bugün Meclise girmek için parti listelerinde ya da bağımsız aday listelerinde yer alan hiçbir aday da Halkevleri’nin ana mücadele çizgisi olan hak mücadelelerini temsil etmemektedir.
Halkevleri’nin bu noktada seçimlere giderken neoliberal kapitalizmin sürdürücüsü partilerle, faşizmin, gericiliğin, neoliberalizmin sözcülüğünü yapan düzen partileri ile kuracağı ilişki bellidir; onlar mücadelemizin hedefindedirler. Farklı toplumsal muhalefet gündemlerinde ve mücadele de yanyana durduğumuz sol-sosyalist partilerin bir kısmı da seçimleri kendi programlarının propagandası ile geçirmekte ve çalışmalarını yoğunlaştırmaktadırlar. Halkevleri halkın taleplerine programlarında yer veren, anti-emperyalizmi, anti-faşizmi, neoliberalizme ve gericiliğe karşı mücadeleyi programına alan tüm sol-sosyalist partilere kendi çizgilerinde yürüttükleri çalışmalarda başarılar dilerken, devrimci bir kitle örgütü olarak siyasi bir partinin çizgisinin ve programının bir bütün olarak onaylanması anlamına gelen bir destek ilişkisi içine girmemektedir.
Halkevleri mücadelesini seçim ve sandık merkezli ele almayan bir örgüt olarak “seçime” kadar kurgulanmış bir çalışma ya da “seçim sonuçlarıyla malul” bir çizgi tarifine ihtiyaç duymamaktadır. Çizgimiz belli, mücadelemiz nettir. Bugün egemen siyasetin tüm baskısına rağmen sokak sokak kadın düşmanlığına karşı “sosyal güvence” talebini yükselten Halkevci Kadınlar; Ali Demir’in peşini bırakmayan “Eğitim hakkı meclisleri”; su ve barınma hakkı mücadeleleri Halkevleri’nin “haklarımızı kazanmak için tek yol sokak” çizgisini seçim sürecinde de sürdürmüştür. Görevimiz düzen siyasetini teşhir etmekle sınırlı değildir, neoliberal gericiliği sokakta geriletecek, haklarımızı kazanmak için hak mücadelelerini kesintisiz sürdüreceğiz. Sokak sokak mücadelemizi sürdürürken ezilen halklara yönelik saldırıların karşısında durmak ve dayanışma göstermek de Halkevcilerin sorumluluğudur. Seçim yaklaştıkça Kürt halkına yönelik saldırıların hangi boyutlara geldiğini gördük. Onlarca insanın ölümü, kitlesel gösterilere yönelik polis şiddeti, Kürt hareketinin seçilmiş-fiili siyasal temsilcilerine, belediye başkanlarına, Kürt aydın ve sanatçılara yönelik aylardır sürdürülen operasyonlar, Hizbullahçıların serbest bırakılması, “Aile İmamlığı” uygulamalarının yürürlüğe girişi, YSK operasyonu ve arından yaşanan tutuklama dalgası…tüm bunlar Kürt halkı ile dayanışmanın önemini göstermektedir. Elbette bizler için temel alınan ezilen Kürt halkıdır yani “Kürt emekçileri, Kürt yoksulları, Kürt köylüleridir”; ulusal birlik projesine dahil edilen diğer kesimler değil. Bu bakımdan bağımsız adaylara yaklaşımı belirleyen, hangi adaylara oy verilip verilmeyeceğine dair tartışmalara cevap üretilecek noktada, adayların milletvekili kimliğini emekçi halkın çıkarları için kullanıp kullanmayacağı, sol sosyalist bir çizgiden gelip gelmedikleri önemli olacaktır. Hatırlatmaya gerek olmasa da belirtelim Halkevleri bir kitle örgütüdür. Üyeleri daralmış tek bir siyasi çizginin takipçisi değildir; demokrat, sol, sosyalist çizgilerdedir. Bu durumda Halkevi üyeleri, seçim sürecinde oy verme eğilimini belirlerken mücadelenin gereklerini/ilkelerini gözetecek, adayların geçmişi, kimliği, taşıdıkları ve sözcüsü olacakları mücadele hakkında kendi değerlendirmelerini yaparak kararlarını vereceklerdir.
Seçim günler sonra bitecek; biz dün sokaklardaydık, bugün sokaklardayız yarın da sokakta olacağız. Çünkü biliyoruz haklarımızı ancak sokakta mücadele ederek kazanacağız. AKP iktidarını ve neoliberal kapitalizmi zayıflatmanın, geriletmenin ve haklarımızı almanın yolu; halkın çıkarları ekseninde örgütlenmiş güçlü bir halk hareketinin bu politikaların uygulanmasının önüne dikilmesidir. Halkevleri hak mücadelelerini büyüterek AKP’nin uyguladığı neoliberal politikalara, izlediği emperyalist işbirlikçisi politikaya, gericiliğe, faşizme karşı duracaktır. Ustalık dönemi hayali kuranların karşısına sokağın ustalığı ile çıkacağız! Emekçi halkın çıkarlarıyla özdeşleşmeyen hiçbir politikanın yaşama geçirilmemesi için mücadele edeceğiz!