Zaman mücadele çizgisini savunu üzerine kurma değil, meydan okuma zamanıdır. Tarihin yeniden hızlandığı ve siyaset sahnesini alt üst eden sürprizler hazırladığı bir zamanda, kapımızda bekleyen daha büyük görevlere de hazırız!
Emeğin, insanlığın ve doğanın kurtuluşu için hep birlikte mücadeleye!
(Halkevleri 22.Olağan Genel Kurulu Sonuç Bildirgesinden)
Geçtiğimiz iki yıla AKP iktidarının dış politika, Kürt sorunu ve ekonomi alanında yaşadığı tıkanmalar, bu tıkanmalara bağlı olarak faşist karakteri giderek öne çıkan yönetme tarzı ve tüm bunlara karşı patlak veren halk isyanı damgasını vurdu. AKP’nin bu krizli konumu, sistemin geleceğinden endişe eden egemenler arasında çatışmaları da tetikledi.
Bu iki yıl içinde AKP, emperyalizmin Ortadoğu’da “rol model” olarak sunduğu en işlevsel işbirlikçisi olmaktan çıkıp yola getirilmesi gereken bir sorun kaynağına dönüştü. Kürt sorununu silahla “çözme” planı hem Türkiye’de hem Suriye’de iflas edince, Kürt hareketi ile bir “müzakere süreci” başlatmak zorunda kaldı. Ne var ki gerçek bir çözümün yasal ve toplumsal gereklerinin yerine getirilmediği “süreçte”, çözüm ve demokratikleşme maskesi altında, askeri çatışmanın geri planda olduğu yeni bir çatışma düzlemi oluştu. Hayatımızın her alanını piyasalaştıran ve giderek daha fazla sıcak para bağımlısı bir ekonomi yaratan neoliberal politikalar; yağmacı, talancı bir beton ekonomisine dönüşerek emeğimize ve sosyal haklarımıza olduğu gibi doğaya ve kentlere karşı azgın bir saldırı başlattı. AKP iktidarı halk düşmanı bu politikalara kitle desteği sağlayabilmek ve muhalefeti susturabilmek için demagojiye, gerici saflaşmalara ve zora başvurdu. Demokrat maskesinden sıyrılarak kadın düşmanı, bilim düşmanı, sanat düşmanı, özgürlük düşmanı yüzünü açığa çıkardı.
Haziran İsyanı AKP’nin krizine devrimci bir müdahalenin, AKP faşizmine karşı militan bir direniş olarak patlak verdi. İsyan, AKP’nin ve bir bütün olarak sağ politikaların hegemonyasını sarstığı gibi adresi sokak, öznesi halk olan yeni bir mücadele döneminin de kapılarını aralayarak geleneksel toplumsal muhalefete önemli ders ve görevler çıkardı.
Halkın hak mücadelelerinin, AKP’ye karşı “tek yol sokak” diye direnenlerin örgütü olan Halkevleri bu isyandan öğrenerek ve elbette öğreterek yoluna devam ediyor.
EMPERYALİZM
AKP’nin, Ortadoğu’da emperyalizmin “vazgeçilmez taşeronu” olarak bir bölgesel güç haline gelme stratejisi başarısızlığa uğradı. Uluslararası alanda ciddi bir itibar aşınmasına maruz kalan Türkiye’nin elinde ülke sınırları içinde cirit atan cihatçı çeteler, ülkeyi savaşın hedefi haline getiren “füze kalkanları ve patriotlar” ve 900 bini aşkın Suriyeli mültecinin ekonomik-toplumsal maliyeti kaldı. Özellikle güney illerini Suriye’de iç savaşın kışkırtıldığı bir savaş üssü haline getirme politikası sonucunda sınır illerinde yaşayan halklar her türlü provokasyonun açık hedefi haline geldi. Ortadoğu'nun emperyalizmle yeniden bütünleştirilmesinde bir dönem işlevsel bir araç olarak görülen Tayyip Erdoğan’ın AKP hükümeti, savaş kışkırtıcılığı ve mezhepçiliği ile hem bölge halkları açısından itibarını kaybederken hem de dengelerin değişmesiyle de birlikte ABD için işlevsel bir araç olmaktan çıktı ve güven kaybetti. Ve Tayyip Erdoğan’ın elinde Yüce Divan’da, Lahey Adalet Divanı’nda yargılanacak bir sicil kaldı.
Halkevleri olarak savaşın başından itibaren işbirlikçi AKP iktidarının karşısında, emperyalizme, işbirlikçilere, diktatörlere karşı emekçilerin haklarını savunmak için, “Ortadoğu halklarının katili, emperyalizmin taşeronu olmayacağız” şiarıyla mücadele ettik. Emperyalizmin yalnızca doğrudan askeri müdahalelerle değil, yerli ve bölgesel egemenlerden oluşan ekonomik, askeri ve politik taşeronları ya da işbirlikçileri aracılığıyla da saldırdığını bilerek; emperyalizmin içsel bir olgu, anti-emperyalist mücadelenin de çok yönlü bir mücadele olduğunu bilerek direndik. AKP’nin “bağımsız bir bölgesel güç” değil, “emperyalizmin aktif taşeronu” olduğunu söyledik. Halkevleri’nde panel ve söyleşi düzenlemekten sokak eylemleri örgütlemeye kadar farklı biçimlerde anti-emperyalist mücadeleyi sürekli gündemimizde tuttuk.
SURİYE
Tayyip Erdoğan-Ahmet Davutoğlu ikilisinin Suriye’de iç savaşı kışkırtma politikası cihatçı çetelerin üssü haline getirilen Suriye sınırındaki birçok kentimizi savaş alanına çevirdi. Antep, Akçakale ve Cilvegözü’nde gerçekleşen saldırıların ardından Reyhanlı’da gerçekleşen bombalı saldırıda 53 yurttaşımız hayatını kaybetti.
Cihatçılara ve savaş kışkırtıcısı politikalara karşı Hatay’da, savaş tezkeresine karşı ülke çapında on binlerin seferber olduğu teşhir ve protesto eylemleri örgütleyerek AKP’yi uyardık. Reyhanlı Katliamı sonrasında AKP’nin ilan etmediği “yas”ı Halkevleri olarak biz ilan ettik. AKP’nin savaş gerekçesi üretebilmek için MİT eliyle Türkiye’ye saldırı organize etmeyi planladığının açığa çıkmasının ardından, Halkevleri Hukuk Dairemiz kanalıyla suç duyusunda bulunarak mücadeleyi hukuk alanına da taşıdık.
GERİCİLİK-MEZHEPÇİLİK
AKP iflas eden dış politikasını meşrulaştırmak ve tabanını saflaştırmak için Alevi-Kürt düşmanlığına sarıldı. Bunu aynı zamanda kendi iktidarını korumak üzere sağ tabanı bir arada tutacak bir gerici birlik siyaseti olarak tercih etti. Bu siyasetin sonucunda Alevi ailelerin evleri işaretlendi, Malatya Sürgü’de Alevi aileye dönük linç girişi yapıldı, Ankara Battalgazi’de okullarının imam hatibe dönüştürülmesine karşı mücadele eden bir ailenin evi kurşunlandı. İstanbul Ayazağa’da Kürt işçileri hedef alan linç girişimi yaşandı. Muğla Dalyan’da Kürtlere ait bir işletme yüzlerce kişi tarafından basıldı. Alevileri ve Kürtleri hedef alan faşist saldırılar yaşandı.
İktidara gelirken “Alevi Açılımı”ndan bahsedenler, açılım adı altında “kendi Alevisi”ni yaratma projesi iflas edenler, her fırsatta “Alevi düşmanlığı” üzerinden mezhepçilik yaptılar. İlkokullara kadar türbanı, mescidi soktular. Camiye gitmeyenleri “ayrımcı-bölücü” ilan ettiler. İmam Hatip açma hevesi ile okullara el koymak istediler. Biz zorunlu din dersi dayatmasına karşı mücadele ederken sözde “seçmeli” fiiliyatta zorunlu din derslerini dayattılar. AKP’nin Muğla milletvekilinin de açıkça ifade ettiği gibi tüm okulları imam hatipleştirmeye çalıştılar. 4+4+4’le birlikte gündeme gelen “kıyafet serbestliği” yönetmeliğiyle liseler başta olmak üzere eğitim sisteminde türbanı yaygınlaştırmaya çalıştılar. “Kıyafet özgürlüğü” adı altında türbanı okula sokma, dinsel baskı ve ayrımcılığı ve cinsiyet eşitsizliğini ilkokuldan itibaren derinleştirmeyi hedeflediler. İnançsız olmayı “suç” haline getirdiler.
AKP bir yandan neoliberal politikalarla en temel hakları gasp edilen, yoksullaşan halkı düzen içinde tutabilmek, talan düzenini din perdesi ile örtmek, diğer yandan kendi tabanını konsolide edebilmek (pekiştirmek) için gerici politikalarını yaygınlaştırdı, gericiliği toplumsal yaşamda yukarıdan aşağıya doğru örgütlemeye çalıştı. 4+4+4 eğitim sistemi, kılık kıyafet özgürlüğü adı altında türban dayatması, dindar nesil hedefi, dev cami projeleri, bu politikanın simgeleri oldu.
Halkevleri 4+4+4 yasasına karşı bir yandan veli, öğretmen, öğrencileri seferber eden yerel mücadeleler bir yandan da ülke çapında diğer muhalefet örgütlerini de harekete geçiren kitlesel eylemler örgütlerken, mücadelenin sürekliliğini ve etkinliğini sağlamak için Eğitim Hakkı Meclisleri kurdu. Yasanın yürürlüğe girmesinin ardından mücadeleyi bırakmadı ve yeni mücadele gündemlerinde ışık tutacak şekilde sorunların tespiti için aylık Eğitim Hakkı Raporları hazırladı. Bu raporlar ulusal medya açısından bile önemli bir referans haline geldi.
Ankara Mamak Tuzluçayır’da gerici asimilasyon siyasetinin yeni bir aracı olarak gündeme gelen Cami-Cemevi projesi karşısında Haziran İsyanı’nın açtığı yoldan ilerleyen militan bir direniş açığa çıktı. Halkevciler bu direnişte de ön safta yer aldı. Ayrıca AKP’nin Alevi düşmanı, kadın düşmanı, sanat düşmanı çizgisi yeni saldırılarla gündeme geldikçe, Halkevciler gerekirse tek başlarına diğer muhalefet bileşenleri harekete geçtiğinde de onlarla birlikte tavır almaktan geri durmadı.
KÜRT SORUNU
Ortadoğu seferinde hüsrana uğrayan, Kürt sorununda tırmandırdığı şoven saldırgan siyasette duvara çarpan AKP iktidarı, girdiği bataktan kurtulmak için Kürt sorununda “çözüm” diye sunduğu bir “süreç” başlattı. Ancak “çözüm” diye sunulan sürecin içinde de Kürt halkının yıllardır mücadele ederek gündemleştirdiği temel taleplere ilişkin yasal ve toplumsal karşılığı olan temel gereklilikleri yerine getirmeyip konuyu istihbarat örgütünün ilgilendiği “askeri” bir düzleme sıkıştırmaya çalıştı. Gelinen noktada herhangi bir güvence ve yasal altyapıdan yoksun, toplumsal karşılığı oluşturulmamış ve çatışmaların her an yeniden başlamasına açık kapı bırakan bir “süreç” içindeyiz. Kürtlerden yanaymış gibi gözüken AKP’nin ikiyüzlü siyasetinin en net örnekleri, bölge sınırlarında ördüğü duvarlar ve yapımını hızlandırdığı kalekol inşaatlarıdır.
AKP iktidarının, Kürt hareketini sınırlayıp, geri kalan muhalefet güçlerini ise pasif birer izleyici durumuna sokarak yönetmeye çalıştığı bu süreçte Halkevleri olarak “halkların geleceğinin konduğu masaya seyirci kalmayacağız, barış ve kardeşlik kapalı kapılar ardındaki iktidar oyunlarıyla gelmeyecek. Barış ve kardeşlik ancak halkın bağrında, bütün toplumun içinde, halkın onayı ve desteğiyle gelişecek. Biliyoruz ki bu topraklara barışı ve kardeşliği getirecek olan halkların birlikte mücadelesi olacaktır. AKP'nin karşısında demokratik çözümün yanında yer alarak bu mücadeleyi büyüteceğiz” diyerek tutum aldık.
Kürt sorununun çözümünün önündeki tek engelin AKP olmadığını, ulusalcı ve liberal tezlerin her birinin kendi kanalından dilendirdiği “AKP-Kürt hareketi işbirliği içinde” propagandasının Kürt halkını AKP destekçiliğine, toplumsal muhalefetin geri kalanını ise Kürt düşmanlığına, sosyal şovenizme iteceğini, toplumsal muhalefetin bu şekilde ayrışmasının Türkiye halklarının yararına olmayacağı gibi faşizmin ve gericiliğin ekmeğine yağ süreceğini söyledik.
Toplumun ilerici kesimlerini AKP iktidarının karşısında ve demokrasi, eşitlik ve özgürlük taleplerinin yanında tutum almaya, şovenizme karşı mücadeleye çağırdık. Sosyalistlerin, ilerici emek örgütlerinden ve Alevi örgütlerinden temsilcilerin, demokrat, ilerici, sol aydınların ve sanatçıların bir araya getirilerek “Toplumsal ve Demokratik Barış İnisiyatifi”nin oluşturulmasında önemli bir rol aldık. AKP iktidarının emek, halk, doğa, kadın düşmanı mezhepçi, ırkçı, işbirlikçi politikalarının karşısında, Kürt halkının demokratik siyasi taleplerinin yanındayız diyerek Ankara’da gerçekleştirilen “Türkiye Demokrasi ve Barış Konferası”nın çalışmalarına katıldık.
Türk ve Kürt halkları arasında on yıllardır eksikliği hissedilen empatiyi yaratıp, Kürt ve Türk gençlerini omuz omuza getiren, Lice’de vurulan Medeni Yıldırım için Kadıköy ve Beşiktaş’ın ayağa kalkışına vesile olan Haziran İsyanı, Kürt sorununun toplumsal çözümü açısından toplumsal bir zeminin oluşumunda ciddi bir eşik oldu. Çözümün adresinin, iktidar hesaplarının ön planda olduğu kapalı kapılar ardındaki pazarlık masalarının değil, mücadele içinde kardeşleşen toplumsal kesimlerin bağrı olduğu somut bir gerçek olarak görüldü. Halkevleri’nin yıllardır gerekliliğini dile getirdiği yeniden kardeşleşme mücadelesi, olanaklı ve umut vaat eden bir gündem olarak öne çıktı.
KADIN DÜŞMANLIĞI
AKP 11 yıllık iktidarı boyunca neoliberal saldırganlığı açık bir kadın düşmanlığı ile birlikte yürüttü. Özellikle üçüncü döneminde “sağın tüm gerici birikimini seferber etme” stratejisinde, dinci gericiliği tırmandırması kadın bedenine, doğurganlığına, cinselliğine ve kadınların tüm yaşamına yönelen saldırıları sıçrattı. Kadınların kaç çocuk doğuracağını, nasıl doğuracağını, nasıl giyineceğini, nasıl çalışacağını, nasıl eğitim alacağını, sokakta nasıl gezeceğini kadınların iradesi dışında belirlemeye kalktı. AKP’nin kadın düşmanı politikaları, bu ülkeyi günde 5 kadının öldürüldüğü, kadına yönelik şiddetin 7 yılda % 1400 arttığı, kadınların yaşam hakkının ortadan kalktığı bir noktaya getirdi.
Geçtiğimiz dönem kürtaj hakkı eylemleriyle AKP’nin “kürtaj yasası”nı durduran kadınlar, Haziran’da “Bizim gibi 3 çocuk daha ister misin?” diyerek sokağa dökülerek, yaşamlarına ve bedenlerine yönelen saldırganlığa karşı mücadeleyi isyanın gündemi haline getirdi. Gezi Parkı’nda direnişin en başından itibaren kadınlar barikatların önünde, çadır alanlarında, nöbette, tencere-tava eylemlerinde, plaza önlerinde, forumlarda, yani direnişin her anında kitlesel, militan katılımları ile isyanı aynı zamanda “kadın isyanı”na çevirdiler.
Kadınlar, isyan günlerinde yükselttikleri talepleri “Kadına yönelik şiddete karşı mücadele günü” olan 25 Kasım’a taşıdı. Son yılların en kitlesel eylemleri olarak gerçekleşen 8 Mart eylemleri ise kadınların öfkesinin yasaklı meydanları delen bir militanlığı ortaya çıkardığını gösterdi.
Halkevci Kadınlar, iktidarın kadın düşmanı politikalarını durdurmayı mücadelelerinin ön sıralarına koydukları eylem ve etkinlikleri hayata geçirdiler. Eşit ve özgür bir yaşamın düşmanı, kadınların ikinci sınıf yurttaşlığını vazeden, gerici, cinsiyetçi, ayrımcı AKP iktidarının toplumun her kesimde yaratmaya çalıştığı kamplaştırma, düşmanlaştırma siyasetine karşı kadınlar isyan bayrağını en kitlesel ve halkın tümüne umut olan bir coşkuyla açtı. AKP iktidarının kadınların bedenini ve yaşamını denetleme girişimi olan kürtaj yasağına karşı İstanbul ve Ankara başta olmak üzere tüm kentlerde kürtaj eylemlerinin örgütleyicisi ya da aktif bileşeni olarak yer alan Halkevci Kadınlar, Haziran İsyanı’nın barikatlarında, mahalle eylemlerinde, forumlarında da en ön sıralarda yer aldı.
Yıllardır mahallelerde kadınların dayanışmasını ve taleplerini örgütleyen Halkevci Kadınlar, kreş hakkından güvenceli iş mücadelesine, yerel yönetimlere katılımdan eğitim hakkına kadar kadınların toplumsal, sosyal ve siyasal yaşama katılmalarının önündeki tüm toplumsal, yasal, geleneksel engelleri de mücadele konusu haline getirdi. Yaşamlarına kasteden şiddete karşı dayanışma eylemlerinde bir araya geldi, kadın cinayeti davalarını kadın katillerinden hesap sorma perspektifiyle takip ettiler. Savaşın yıkımını yaşayan kadınlarla barış taleplerinin haykırıldığı eylemlerde bir araya geldiler; eşit yurttaşlık taleplerini Kürt, Alevi, Arap tüm kadınlar hep birlikte dile getirdi.
NEOLİBERAL POLİTİKALAR
Halkevleri, toplumsal muhalefet için özgün bir yer edinmesinde başat rol oynayan neoliberalizme karşı hak mücadelelerinde de son iki yıl boyunca ciddi ilerlemeler kaydetti.
Gerici olduğu kadar piyasacı karakteriyle de öne çıkan 4+4+4 düzenlemesine karşı, salt gericilik karşıtı bir çizgiyle değil parasız eğitim hakkı mücadelesinin ilkeleriyle mücadele etti. Bu mücadelenin öznelerini Eğitim Hakkı Forumu’nda bir araya getirdi.
Kentlerin ve kamu arazilerinin yağmalanmasına karşı büyük kentlerde yoksul halkın barınma hakkı mücadelesini, kırda da kır yoksullarının hak mücadelelerini örgütledi. 2B Yasası, Afet Yasası, Kentsel Dönüşüm Projeleri ile evi ve arazisi elinden alınmaya çalışılan halkın mücadelelerini İstanbul, Ankara ve Kocaeli’nin yoksul mahallelerinde, Antalya’nın köylerinde örgütledi. Daha önce birkaç yüz kişiyi bir araya getirmek bile büyük bir başarı iken son yıllarda binlerce kişinin seferber edilebildiği görüldü.
Yine Halkevleri ülkenin dört yanında doğanın ve kentlerin yağmalanmasına karşı mücadelenin HES’ler, enerji santralleri, doğal alanları tahrip eden mega inşaat ve yol projeleri (3. Köprü, 3. Havaalanı vs) gibi pek çok gündeminde yılların birikiminin de verdiği özgüven ve birikimle en önde yer aldı. Gezi’den sonra bu mücadeleleri zenginleştirerek yürüten Forum ve Dayanışmaların en etkin, kurucu bileşenlerinden biri oldu.
YOLSUZLUK
AKP’nin yönetememe durumunun egemenler cephesinde de ayrılıkları ve iktidar içi çatışmayı gündeme getirmesiyle, “Cemaat operasyonu” görünümü altında başlatılan 17 Aralık operasyonu bir yandan yıllardır dile getirdiğimiz yağma düzenini bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor, bir yandan da AKP’nin suç ortaklarının kendilerini aklama girişimi olarak yaşanıyordu.
Halkevleri bu süreçte sokağa çıkıp hırsızlıkların hesabını sormaktan geri durmadığı gibi, iktidar içinden operasyonu yürütenlerin de operasyona maruz kalanların da suç ortağı olduğunu vurguladı. Ne sessiz kaldı ne de iktidar içi çatışmada egemen cephelerden birine eklemlendi.
İsyan ile sokağa çıkıp özneleşen halkın bu operasyonla pasif bir izleyici pozisyonuna itilmesini engellemek, toplumsal muhalefet içindeki tereddütlerin aşılmasını sağlamak için bağımsız bir çizgi oluşturulabileceğini ilk günden itibaren sokağa çıkarak gösterdi. “Bu pisliği halk temizler” diyerek, yolsuzlukların egemenler arası pazarlık unsuru olarak gündeme getirilip daha sonra da unutturulmasını engellemeye çalıştı.
YEREL SEÇİMLER
Halkın adalet ve özgürlük talebiyle ayağa kalktığı Haziran İsyanı’yla AKP iktidarının hegemonyasının sokakta sarsıldığı, egemenlerin ise siyaset alanını kirli teknikler ile yeniden dizayn ederek yaşanan “devlet krizini”, sözde “sandık onayıyla” aşmaya çalıştığı bir tarihsel eşikte yerel seçim süreci yaşandı.
Halkevleri 12 Mayıs 2013 tarihinde düzenlenen Yerel Yönetimler Forumu’nda yerel seçimler sürecine dair hedefini; “Kentlerin yağmasına, emeğin güvencesizleştirilmesine, yaşam alanlarının sermayeye peşkeş çekilmesine dur demek için halkın hakları mücadelesini yükseltmek, AKP’nin gerici siyasal projelerini durdurmak” olarak belirledi.
Başarı kazanılabilecek yerlerde aday, ortak aday çıkartılması, ya da solun adaylarının desteklenmesi, ama esas itibariyle AKP’nin geriletilmesi/durdurulması amaç edinildi. Halkın Muhtarları çalışmalarına özel olarak önem verildi. Halkın hak mücadelelerinde öne çıkan kişiler muhtar adayı çıkarıldı. İsyanla beraber mahallelerde, parklarda halkın söz ve karar hakkını kullandığı, halk demokrasisi nüveleri olarak ortaya çıkan forumlar tarafından muhtar adaylarının çıkarılması önerildi ve forumların belirlediği muhtar adayları desteklendi. Halkın muhtarları çalışmaları, her mahalle özelinde değerlendirilebilecek önemli deneyimler yarattı.
Halkevleri asıl olarak yine sokağı büyütmeyi temel alan, AKP iktidarının sokakta hegemonya kurmasını engelleyen bir çizgiyi temel aldı. Sandığa yönelik çalışmalar sınırlı yerlerde gerçekleşirken bulunduğu her yerde “AKP’nin yalanına, talanına ve zorbalığına artık yeter” şiarıyla AKP’ye karşı etkili bir kampanya yürüttü. AKP’nin yolsuzluklarına, baskılarına, cinayetlerine, şovenizmine, gericiliğine, kadın düşmanlığına, işçi düşmanlığına, halk düşmanlığına karşı her yerde eylem ve etkinlikler gerçekleştirildi. AKP propagandası çoğu il merkezinde fiili olarak engellendi.
Sonuç olarak yerel seçimler sistemin içine girdiği siyasal krizi çözemedi, AKP’nin yolsuzluklarını, hırsızlıklarını, savaş suçlarını aklamadı. Siyasal ve toplumsal kutuplaşmayı gidermediği gibi üzerini kısmen örterek daha da derinleştirdi.
Yüzlerce seçim hilesinin yaşandığı, AKP’nin anti demokratik yollarla yerel yönetimleri gasp etmeye çalıştığı yerel seçimler sonrasında; gerek Haziran İsyanı’yla gerekse egemenler arasında it dalaşında ortalığa dökülen pislikler nedeniyle AKP iktidarının toplumsal ve siyasi meşruiyetini kaybetmesine bir de yerel yönetimlerin meşruiyet kaybı eklendi.
AKP yerel seçimlerde hedeflediği başarıyı elde edememiş olsa da AKP karşıtı sistem partileri de AKP’yi devirebilecek bir sonuç yaratamadı. Diğer yandan seçim süreci, kimi yerel ölçekli çalışmalar halkın hakları mücadelesinde çok önemli deneyimleri açığa çıkarmakla birlikte, solun sandıkta geliştirdiği farklı seçenekler halkın tek alternatifinin sistem partileri olamayacağını/olmaması gerektiğini gösterdi. Parlamenter siyaset ve toplumsal kutuplaşmanın sistem partilerini öne çıkarması, sokak siyasetinin unsurlarının geri planda kaldığı bir manzara açığa çıkarsa da, AKP karşısındaki yenilgi sokağın değil parlamenter siyasetin yenilgisi olarak yaşandı. Bununla birlikte Halkevcilerin aktif birer öznesi olduğu sokak mücadelesinin hala çok canlı olduğu ve siyasi iktidarı devirebilecek gerçek güç olarak varlığını koruduğu kanıtlandı.
HAZİRAN İSYANI
AKP’nin 11 yıllık iktidarı boyunca uyguladığı neoliberal, gerici, faşist politikaları Haziran ayında büyük bir toplumsal patlamaya neden oldu.
İstanbul Taksim Meydanı'nda kalan son yeşil alanın Topçu Kışlası adı altında Alışveriş Merkezi ve rezidans yapılmasını önlemek için parkta yatanlara yönelik polisin azgınca saldırısı fitili ateşledi. Polisin insanların canına kast eden göz dönmüş saldırganlığı direnişi bastırmaya yetmedi; aksine direniş daha yaygın, kitlesel ve militan bir hal aldı.
Gezi Parkı direnişi olarak başlayan halk hareketi, Tayyip Erdoğan’ın dediğinin kanun olduğu düzene, otoriterleşmeye, AKP’nin yaşam tarzına müdahalesine, son dönemde giderek tırmanan gerici-mezhepçi politikalarına ve iktidarın halka karşı uyguladığı gözü dönmüş şiddete karşı görkemli bir karşı koyuşa dönüştü.
Ülkenin dört bir yanında insanlar özgürlükleri ve onurları için ayağa kalktı. "Yasaklı meydanlar" insan seliyle zapt edildi. Polisin gaz bombasına, TOMA'lardan sıkılan suyuna, plastik ve gerçek mermilerine göğsünü siper eden milyonlar AKP iktidarına meydan okudu. (İçişleri Bakanlığının açıklamasına göre toplam üç milyon insan sokağa çıktı.)
11 yıllık iktidarı boyunca ilk kez bu kadar sıkışan AKP iktidarı, halkın sokaklardan, meydanlardan yükselen sesini duymak, taleplerini yerine getirmek yerine, polisiyle, gazıyla, TOMA’sıyla halka saldırdı, gözaltılarla, tutuklamalarla, yalan ve takiye ile hareketi parçalamaya ve bu sesi bastırmaya çalıştı.
Halkın, neoliberal politikalara; özelleştirmelere, doğanın ve çevrenin talanına, başta eğitim ve sağlık olmak üzere bütün kamusal hizmetlerin metalaştırılmasına, işsizleştirilmeye, güvencesiz çalıştırılmaya ve “3-5 çocuk doğurun”, “velev ki siyasi simge olsun”, “Kadın erkek eşitliğine inanmıyorum” sözleriyle simgeleşen AKP’nin yaşam tarzına müdahalesine, AKP gericiliğine karşı isyanı, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı yeni bir Türkiye yarattı.
Ve Haziran, AKP’nin en büyük korkusuna dönüştü. AKP’nin Taksim’de kitlesel bir gösteri yapılmasını engellemek için bugüne dek görülmemiş ölçekte önlemleri ve polis şiddetini devreye soktuğu 1 Mayıs 2014, AKP’nin sokağa çıkan halktan duyduğu büyük korkunun göstergesidir. 1 Mayıs 2014’te Taksim’de, Kızılay’da, Bursa’da, Kocaeli’nde, Antalya’da, Artvin’de ve yurdun hemen hemen bütün kentlerinde meydanlara çıkanlar da AKP’nin korkmakta haklı olduğunun göstergesidir.
Halkevleri özgürlük, saygı, adalet ve demokrasi talepleriyle ortaya çıkan; iktidarı ele geçirme değilse bile istenmeyen iktidarı devirme hedefiyle hareket eden; harekete geçirdiği kitleler ve karşı çıktığı politikalar bağlamında sınıfsal karakterli bir isyan olan Haziran İsyanı’nın etkin bir parçası olarak, şimdi bu hareketi örgütsel ve politik olarak daha ileriye taşıma ve bu süreçte kendini de yenileme görevini omuzlarında taşıyor.
Direnen halkın evleri direnişle büyüyecek, direnişi büyütecek.Yolumuz açık olsun!
Oya Ersoy
Halkevleri Genel Başkanı