Manisa Selendi’de, bir kahvehanede “Çingenelere çay yok” söylemiyle başlayan gerginlik, evlerin taşlandığı, otomobillerin MHP’li Belediye’nin araçlarıyla tahrip edildiği, "Selendi bizimdir bizim kalacak", "Romanları istemiyoruz" sloganlarının atıldığı bir tehcir hareketine dönüştü. Saldırılar sonunda 74 kişi başka ilçelere gitmek zorunda kalırken Vali’nin derdi ilçeyi terk eden insanlara “Selendi’den kendi rızamızla ayrılıyoruz” diyen belgeler imzalatmak oldu.
Sadece son 1 ayda yaşananlar bile ülkenin içine sokulduğu durumu göstermektedir. İstanbul’da Dolapdere’de “paralı” tetikçilerin Kürt göstericilerin üzerine ateş açması, Ankara’da Ahmet Türk’e ev verilmemesi, Edirne ve Erzincan’da gençlere yönelik linç hareketleri, Selendi’de olan bitenler ve son olarak Samsun’da bir sağlık ocağının “Romanlarla aynı yerde muayene olmak istemeyen vatandaşların tepkileri” gerekçesiyle Belediye tarafından mühürlenmesi çarpıcıdır ancak “münferit” değildir. Yaşananların tarihsel ve güncel sorumluları bellidir.
Ermeniler’in bu topraklardan silinmesiyle, “Mükemmel bir kontrgerilla operasyonu” diye tanımlanan 6-7 Eylül olaylarıyla, Maraş Katliamı ile, Sivas Katliamı ile hesaplaşmayan, kozmik odalarda Bülent Arınç’a yönelik “suikast” izi ararken bu büyük devlet suçlarını mutabakat halinde “sır” kapsamına sokan çizgi iflas etmektedir.
Ülkede yükselen ırkçı-şovenist eylemlerin, linç girişimlerinin başlıca sorumluları yaşananları “sabrı taşan vatandaşın tepkisi” olarak nitelendiren başta Başbakan olmak üzere devlet görevlileridir. CHP ve MHP ise ayrımcılığı körükleyen bir çizgide buluşmaktadır. Düzenin halkları birbirine düşürdüğü, Kürtlere ev, Çingenelere çay verilmeyen, mahallelerin, sağlık ocaklarının, işyerlerinin ayrıldığı bir ülkede yeniden kardeşleşme daha acil bir görev olarak karşımızda durmaktadır.
Halkların birbirine karşı düşmanlaşması neoliberal kapitalizmin yarattığı bir toplumsal krizdir. İnsanların yaşamlarını sürdürebilmesi için gerekli olan tüm temel güvencelerinden arındırıldığı neoliberal kapitalizm, güvence arayışı adına ırka, dine, mezhebe dayalı kamplaşmaları derinleştirmektedir. Bu düşmanlaşma karşısında düzenin koruyucularının yaklaşımı, “krizi yönetmek” olarak öne çıkmaktadır. Zira bu çatışmalar, yönetilebilir düzeyde kaldığı müddetçe egemenlerin değirmenine su taşımaktadır. Vali’nin belge imzalatmasının ve Devlet Bakanı Faruk Çelik’in yaşananlar karşısında köklü çözümler ifade etmek yerine Selendi’de ölüm olmamasını “sevindirici” bulmasının arkasında bu refleks yatmaktadır.
Onların korkusu emekçilerin bir arada kendilerinden hesap sormasıdır. Tekel işçisi, itfaiye işçisi, sağlık emekçileri gibi Kürt, Türk, Çingene, Alevi, Suni, bir araya gelmeleri, kardeşleşmeleri ve haklarını istemeleridir. Onların korkusu, barınma, eğitim, sağlık, su, ulaşım gibi temel hakları için birleşen halklardır.
Bu düzen iflas etmiştir. Emekçilere, yoksulluk, güvencesizlik ve ırkçı-dinci çatışmalar, kamplaşmalar dışında bir şey verememektedir. Çözüm halkları yeninden kardeşleştirecek ortak bir mücadele çizgisidir. Güvencesizliği ve yoksulluğu dayatan AKP’nin saldırılarına karşı mücadele ve ırkçılığa-şovenizme karşı mücadele bu ülkeyi içine girdiği çürümeden kurtaracak tek çıkar yoldur.