Ülkemiz ilki yerel seçimler olmak üzere sırasıyla cumhurbaşkanlığı seçimini ve genel seçimi kapsayan üçlü bir seçim sürecine girdi. Sonuçları sonraki seçimler üzerinde belirleyici etkide bulunacak olan yerel seçimlerde halk güçleri açısından temel dönemsel taktik, hiç tartışmasız AKP’nin geriletilmesi olmalıdır.
AKP’nin geriletilmesi, hem AKP’nin oy oranının düşürülmesini ve AKP’li adayların kaybetmesini hedefleyen bir sandık taktiğini hem de AKP’de simgeleşen; ancak diğer siyasal öznelere de sirayet eden gerici-neoliberal politikalara karşı tavizsiz bir sokak muhalefetini gerektirmektedir.
İstanbul ve Ankara gibi illerde 20 yıldır yerel iktidarı ve tüm Türkiye’de 12 yıldır merkezi iktidarı elinde bulunduran AKP, emekçi halkımızın haklarının gaspı üzerinden neoliberal bir rejim inşa etmiştir. Bu inşa sürecinin temel özellikleri arasında iddialarının aksine ne demokratik ne reformcu ne de özgürlükçü unsurlar bulunmaktadır. Aksine AKP gerici, faşist, emperyalizm işbirlikçisi, kadın düşmanı, Kürt düşmanı, Alevi düşmanı politikaları; neoliberalizmi sürdürebilmesinin, topluma kabul ettirebilmesinin temeli haline getirmiştir. AKP, bu üçlü seçim sürecini, iktidarındaki aşınmaları telafi edebilmek maksadıyla tüm toplumu gerici dayatmalar üzerinden kutuplaştırmaya çalışarak ilerletecektir. Eğitimin ve kamusal alanın dini referanslarla örgütlenmesi, kadınların gerici kuşatma altına alınması, üniversite öğrencileri üzerinden ahlak bekçiliğine soyunulması vs toplumsal kutuplaşmaları keskinleştirmektedir. Tüm bu siyasal sorunların ve tercihlerin belirleyiciliğinde yaşanacak olan yerel seçimler, aynı zamanda genel seçim havasında geçecektir.
Neoliberalizmin yağma alanı yerel yönetimler
Neoliberal politikaların sacayaklarını kentlerin, emeğin ve doğanın yağmalanması oluşturmaktadır. AKP neoliberal uygulamaların odağına kentleri ve kamusal hizmetleri yerleştirmiş, yerel yönetimlerde bir yağma ve talan düzeni kurmuştur. Tam da bu nedenle AKP’nin geriletilmesi ve neoliberal politikaların durdurulması açısından yerel yönetimler daha önemli hale gelmektedir.
AKP, kent rantına yönelik yağmayı ve kentsel / kamusal hizmetlerin piyasalaştırılmasını sermaye birikiminin motoru haline getirdi. Kent rantına el koymanın geleneksel yöntemlerine, “kentsel dönüşüm” ve “afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi” yasaları ile birlikte halkın yerinden yurdundan edildiği el koyma yöntemleriyle rantın çoğaltılması ve birkaç elde toparlanması modeli eklendi. İçme ve kullanma suyu, toplu ulaşım, enerji (ısınma - aydınlatma) gibi temel ihtiyaçların kar esasına göre düzenlenmesiyle kentsel hizmetler önemli bir sermaye yatırım alanı haline dönüştürülürken, taşeronlaştırma ve sözleşmeli çalıştırma yöntemleriyle de emeğin güvencesizleştirilmesinde ve ücretlerin aşağı çekilmesinde yerel yönetimler etkili aktörler oldular. Neoliberal politikaların yoksullaştırdığı kitleleri sadaka-dilencileştirme mekanizmalarıyla iktidara bağımlılaştırdı ve bu yolla oylarını ipotek altına aldılar.
Gezi AKP’ye ve neoliberal rejime isyandır
2014 yerel seçimlerine Haziran İsyanı’nın ardından giriyoruz. Haziran İsyanı öncelikle neoliberalizmin ve kurucu aktörü AKP’nin varsayılan toplumsal meşruiyetini yerle bir etti. Sandıkta alınan oyların siyasal hegemonyayı korumaya her zaman yeterli olmadığını “saygı ve özgürlük” talebiyle sokağa çıkan milyonlar gözler önüne sermiş oldu. Sokağa çıkan milyonlar AKP’ye olduğu kadar temsil mekanizmalarının; yasama, yürütme, yargı, bürokrasi, güvenlik gibi kurumların hepsinin halka karşı işlemesine de isyan ettiler. Hegemonyası sarsılan iktidar, sokak yoluyla siyasete doğrudan müdahil olan kitleleri sandıkta hesaplaşmaya, “doğrudan siyaseti” bırakıp “temsili siyasete” dönmeye davet ediyor.
AKP, seçim yasalarının ve mevcut siyasal yelpazenin sağladığı avantajlarla sandıktan birinci parti olarak çıkacak olmasını, halkın rejime ve AKP’ye verdiği onay olarak sunmayı hedeflemektedir. Oysa halk rejimin hiçbir kurumuna yücelik ve kutsallık atfetmediği gibi, bu kurumları kendisinin meşru temsil mekanizması olarak da görmemektedir. Başbakan’ın ısrarla sandığı kutsal ilan etmesinin arkasında, rejimin ve AKP’nin geleceği açısından ciddi bir risk oluşturan bu durumu değiştirme telaşı yatmaktadır.
Oysa Haziran İsyanı sürecinde ortaya çıkan sokak ve sokağın örgütleri, araçları, yöntemleri ile sandık ve sandığın örgütleri, araçları, yöntemleri farklıdır ve birbirlerine tahvil edilemezler; ancak etkileşebilirler.
Gezi, ışık tutuyor
Haziran İsyanı’nın biraraya getirdiği toplumsal kesimlerin ve itirazlarının kapsamı aynı zamanda solun hangi toplumsal kesimleri, hangi program etrafında bir araya getirmesi gerektiğinin de ipuçlarını vermektedir. İşçilerin, işsizlerin, Kürtlerin, Türklerin, Alevilerin, gençlerin, kadınların, LGBT bireylerin, çevrecilerin, sosyalistlerin, yurtseverlerin, sosyal-demokratların ve tüm ezilen, sömürülen kitlelerin adalet, eşitlik ve özgürlük istemleri doğrultusunda biraraya gelişleri önümüzdeki tüm süreçlerin anahtarıdır ve sol, bu anahtarla geleceğin kapısını açabilir.
Meydanlarda aynı tarafta duranlar seçim sürecinde doğrudan ittifak kuramadıkları durumda dahi aynı tarafta durmayı gözetmelidirler. Haziran İsyanı sürecinde AKP faşizmine karşı omuz omuza aynı alanlara çıkan, birlikte mücadele eden kitlelerin olgunlaşmamış birlikteliğini ve taleplerini ileriye taşımak, dağılmasını önlemek, orta vadede programatik birliklere dönüştürmek açısından seçim sürecinde alınan tutumlar da önemli rol oynayacaktır.
Halk için halkla birlikte
Sol adına mevcut yerel yönetim deneyimlerinin halkın haklarını temel alan, neoliberalizmi ve onun yasal dayatmalarını reddeden bir deneyim sergileyememiş olmalarından dolayı Fatsa deneyimi halkçı demokratik yerel yönetim açısından sahip olduğumuz en gelişkin model olmaya devam etmektedir. Halkçılık ve demokratiklik birbirlerinin koşuludur. Halkın aşağıdan örgütlenerek söz, yetki, karar sahibi olduğu demokratik bir işleyiş ve neoliberal programın karşısına halkın hakları programını koyan halkçı bir anlayış birbirinin koşuludur. Neoliberal uygulamaları güvenceye alan yasal dayatmalar ve idari yapıdaki dönüşümler, halkçı demokratik bir yerel yönetim programının aynı zamanda neoliberalizme karşı bir mücadele programı olarak kurgulanmasını zorunlu kılar.
Sokakta yendik, sandıkta geriletebiliriz
Haziran İsyanı ile yenilgiye uğratılan AKP’nin sandıkta meşruiyetini yeniden kazanmasına izin verilmemelidir. AKP’nin sandıkta da geriletilmesinin iki göstergesi vardır. Biri oy oranının/sayısının düşmesi, diğeri ise başta İstanbul, Ankara olmak üzere kimi büyükşehirlerde belediyeleri kaybetmesidir. Bu sonuçların ortaya çıkması AKP saflarında dağınıklık ve zayıflama yaratacaktır.
AKP, bu durumun önüne geçebilmek için kendine oy vermiş yoksul, emekçi kesimleri dincilik, mezhepçilik ve milliyetçilik ekseninde kutuplaştırmaya çalışmaktadır. Buna verilecek yanıt ise, AKP’nin gerici kutuplaştırma siyasetinin hedefindekiler dahil olmak üzere halk kesimlerini sınıf çıkarları ekseninde saflaştıracak politikaların belirlenmesidir. Bu kesimlere yönelik, halkın haklarından oluşan talepler etrafında yürütülecek bir propaganda ve mücadele kampanyası hem güçlü barikatlar oluşturacak hem de AKP’nin oyununu bozacaktır.
Hak mücadeleleri AKP’yi haklayacak
Rantçı politikalara karşı kent ve barınma hakkı, taşeronlaştırmaya karşı güvenceli çalışma hakkı, ticarileştirmeye karşı ulaşım, su ve enerji hakkı başta olmak üzere eğitim, sağlık, beslenme, çevre hakları; Kürt halkının demokratik siyasal hakları, Alevilerin eşit yurttaşlık hakları, kadın hakları ve gerici düzenlemelere karşı laik, özgürlükçü yaşam çerçevesinde belirlenecek bir programla seçim sürecine müdahale edilmelidir. Bu eksende seçimlere müdahale AKP’nin geriletilmesinin yanı sıra sosyal liberal alternatiflerin eleştirisini de kapsar.
Bu noktada belirtmek gerekir ki “AKP’nin geriletilmesi” taktiğinin asıl hedefi AKP propagandasının ve AKP uygulamalarının engellenmesi olmakla birlikte, herhangi bir sol partinin (özellikle CHP veya HDP’nin) kayıtsız şartsız destekleneceği sonucunu doğurmamalıdır. Bu süreç partilerin aday tercihlerinin, geçmişte uyguladıkları yerel yönetim politikalarının ve gelecek programlarının en sert biçimde sorgulanacağı bir süreç olacaktır. “AKP’nin geriletilmesi” taktiği, kaçınılmaz olarak sandık tutumunu da içerecek olmasına rağmen asıl olarak tüm neoliberal politikaların, gericiliğin, faşizmin toplumsal ve siyasal yaşamdan tasfiye edilmesi hedefinin bir parçasıdır.
İnsanca bir yaşam için artık yeter
Sosyalistler halkçı demokratik bir yerel yönetim programıyla bağımsız olarak kazanma olasılığı olan yerlerde kendi adaylarıyla, kazanmanın ittifakla olası olduğu yerlerde ittifaklar kurarak seçime girmeli; bunların olanaklı olmadığı yerlerde ise AKP’yi geriletme esasına göre seçim taktikleri üretilmelidir. En yerel ölçekten başlayarak halkın örgütlenmesi, söz ve karar sahibi olması hedefine uygun olarak muhtarlık seçimleri de önemsenmelidir. Halkın hak mücadelelerinin temsilcileri olarak “halkın muhtarları”nı seçtirmek yaşam alanlarına yönelik her türlü saldırıya karşı direnişe güç verecektir.
AKP iktidarı döneminde sayısı 5 bini geçen kadın cinayetlerine; 10 bini geçen iş cinayetlerine; kurutulan derelere, kentsel dönüşümle sokağa atılan insanlara; kesilen ağaçlara, yok edilen ormanlara, sayısı 1 milyonu geçen taşeron adı altında kölece çalıştırmaya; toplantı ve gösteri hakkını kullandıkları için öldürülenlere, kör edilenlere; Kürt ve Alevilerin haklarının inkârına; yaşam tarzımızın dini esaslara göre baskı altına alınmasına karşı “Artık yeter!” diyecek bir kampanya ile AKP politikaları engellenebilir, geriletilebilir.
Yaz boyunca meydanlarda birleşen halkın eylemiyle neoliberalizmin, gericiliğin, faşizmin iktidarı sarsıldı. Ya geri çekilip AKP’nin toparlanmasına izin vereceğiz ya da başlattığımız mücadeleyi “Artık yeter!” diyerek nihayete doğru ilerleteceğiz.
Oya Ersoy
Halkevleri Genel Başkanı