Kürt sorununda toplumsal, demokratik çözüm için inisiyatif alıyoruz

Sa, 28/05/2013 - 13:14
  • Arttır
  • Eksilt
  • Normal

Kürt sorunu yalnızca Kürt hareketini ya da AKP iktidarını değil, Türkiye toplumunun bütün kesimlerini ilgilendiren temel bir sorundur. Kürt sorununun çözümü de ancak Türkiye halklarının bütün kesimlerinin dahil olduğu yeni bir mücadele süreci içinde mümkündür. Bunu Kürt Hareketinin sorunun en güçlü ve meşru tarafı olduğunu bilerek söylüyoruz.

Müzakere sürecinin başlaması ile birlikte halklar arası düşmanlıkların kışkırtılmasına, emekçilerin bölünmesine, ezilenlerin haklı taleplerinin çarpıtılmasına ve bir bütün olarak iktidarın baskı politikalarına gerekçe oluşturan savaşa son verebilecek, tuzaklar ve olanaklarla dolu yeni bir mücadele zemini ortaya çıktı.

Bu mücadelenin nesnel olarak iki tarafı vardır: Bir tarafta emperyalizmin ve sermayenin çıkarları için halklara karşı çok boyutlu bir savaş yürüten, bu savaşta sol düşmanı-Alevi düşmanı-Kürt düşmanı gerici-şoven bir ideolojik cephaneye başvuran, diktatöryal siyasi emellerini açıkça ortaya koyan AKP’nin temsil ettiği iktidar bloku; diğer tarafta da iktidarın bütün baskılarına ve saldırganlığına rağmen AKP’ye boyun eğmeyen, meydan okuyan halkların direnişi.

Bu saflaşmanın taraflarından biri silahlı mücadeleyi, Kürt Halkının haklarını müzakere etmeye zorlayan bir araç olarak değerlendirirken, diğeri silahlı müdahaleyi hakların müzakere talebini bastırmanın/reddetmenin aracı olarak değerlendirmekteydi.  Şimdi AKP’nin temsil ettiği iktidar bloğu rejim için eskisi gibi yönetilemez hale gelen Kürt sorununu müzakere etmek zorunda kaldığı bir noktaya gelmiş bulunuyor. Ancak halkların haklı taleplerini esas alan “çözüm” ile, halkların çıkarlarıyla çatışma halinde olan AKP’nin, kendi iktidarını pekiştirmeyi esas aldığı “çözüm” arasında bir uzlaşma değil çatışma var.

Biz işte burada tarafız! Halkın hak mücadelelerinin örgütü Halkevleri olarak Kürt halkının demokratik taleplerinin yanında AKP iktidarının karşısında tarafız ve sürece aktif bir özne olarak müdahil olmamız gerektiğine inanıyoruz.

Ülkeyi 11 yıldır giderek artan bir baskı ve şiddetle yöneten AKP iktidarı dış politikadaki sıkışmaların ortasında, Kürt halkı başta olmak üzere hakları için AKP iktidarına meydan okuyan ezilenlerin duvarına çarptı. Yani, müzakerelerle birlikte başlayan yeni sürecin arkasında AKP’nin krizi ve halkların bu krize kendi bağımsız çıkarları doğrultusunda müdahalesi bulunmaktadır.

AKP’yi müzakere sürecine zorlayan şey krizin derinleşmesinden duyduğu kaygıdır. Dolayısıyla sürecin bundan sonra sistemin onarılması değil de Kürt sorununun toplumsal ve demokratik çözümü doğrultusunda ilerlemesinin biricik koşulu, devrimci-demokratik müdahalelerle krizin derinleştirilmesidir.

AKP’nin çok ciddi siyasal krizlerle yüz yüze kaldığı ve bunları çözmek için güçlü projelerinin olmadığı bu dönemde toplumsal muhalefetin ortak hareketi AKP’yi geriletecek ve süreci halklar lehine döndürecek tek güçtür.

Devlet iktidarını bütünüyle ele geçirmiş olan ve bu sürecin taraflarından biri olan AKP, neden çözüm dileyen değil, çözüme direnen taraftır? Anayasa değiştirecek koltuk sayısına sahip olmadığı  için mi? Elbette, hayır. AKP’nin sorunu sandalye sayısı değil, demokratik kapasite sorunudur. Onu böyle bir kapasiteden yoksun bırakan da halkın değil, emperyalizmin ve sermayenin çıkarlarını savunuyor oluşudur. AKP’nin bir çözümü yoktur, bir krizi ve gerici, şoven, diktatöryal, emperyal emelleri vardır.

Bu nedenle AKP iktidarı, “sürec”i Kürtleri, toplumsal muhalefet güçlerini, solu, sosyalistleri, Alevileri bölerek ve etkisizleştirerek yürütmeye çalışmaktadır. Tam da  böylesi bir durumda ulusalcı-liberal saflaşma AKP’nin ekmeğine yağ sürercesine sahne almakta Kürtleri AKP destekçiliğine, diğer halk kesimlerini de Kürt düşmanlığına sevketmektedir. Toplumu yeni hayal kırıklıklarına ve sosyal şoven yükseliş tehdidine sürükleyen bu ulusalcı-liberal hezeyanın durdurulması da bizlerin görevi olmalıdır.

Bunun için Türk ve Kürt halklarının kader ortaklığı tabanda yaygın ve etkili çalışmalarla anlatılmalı, bunu besleyen ortak mücadeleler teşvik edilmeli, Kürt hareketi ve sosyalistler arasındaki kırk yıllık dostluk, güven ve dayanışma ilişkisine her iki tarafça da azami özen gösterilmeli, kimse birbiri karşısında pasif bir izleyicilik pozisyonuna itilmemelidir.

Halkevleri olarak başından beri “Biz bu süreçte seyirci değil tarafız!” dedik.

Çünkü Kürt sorunu ve 29 yıldır bu topraklarda yaşanan savaş, yalnızca iktidarlarla Kürt hareketi arasında bir sorun değil, emekçiler başta olmak üzere Türkiye toplumunun bütün kesimlerinin ortak sorunudur.

Bugüne kadar AKP dahil bütün iktidarların savaş politikaları ile düşmanlaştırılan Türk ve Kürt halklarının demokratik birliğinin ve yeniden kardeşleşmesinin güvencesi soldur, sosyalizmdir. Biz, Halkevleri olarak üzerimize düşeni yapacak, tarihsel görevimizi yerine getireceğiz.

Biliyoruz ki, Kürt sorununun demokratik çözümü ancak “süreç” diye anılan müzakereler üzerine kurulu yeni çatışma düzleminde de toplumun ilerici güçlerinin halkların bağımsız çıkarları doğrultusunda AKP’ye karşı ortak mücadelesi ekseninde gelişecektir.

• Kürt sorunu bir Türkiye sorunudur ve ancak halkın demokratik katılımı sağlanırsa çözülebilir.

Kürt halkının demokratik siyasal ve kültürel taleplerinin karşılanması Kürt hareketinin siyasal temsilcileri ile devlet arasında bir müzakereyi gerektirir ancak çözüm için bu müzakere yeterli değildir.

30 yıla yakın süredir devam eden savaşın ülkenin bütün toplumsal ve siyasal dokusuna işleyen tahribatı, toplumun bütün kesimlerinin dahil edileceği demokratik bir düzlemde giderilebilir.

Tayyip Erdoğan’ın “başkanlık” dahil olmak üzere öznel siyasal hedeflerini, Kürt Sorunun çözümünde gerekli ve zorunlu koşul olarak dayatmasına itiraz edilmeli; AKP’yi yeni anayasa yapımına zorlayan kapitalist sistemin güncel ihtiyaçlarından kaynaklanan düzenlemeler pazarlık konusu edilmemelidir. Bunun için de yeni anayasaya ilişkin görüşmeler dahil olmak üzere süreç şeffaflıkla işletilmeli, parlamentodan siyasal toplumsal muhalefet güçlerine halkın bütün siyasal temsil ve katılım mekanizmaları  sürece dahil edilmelidir.

• Siyasi iktidar Kürt sorununun çözümünü PKK’nin silahsızlandırılmasına indirgeyerek, Kürt siyasi ve toplumsal hareketini neo-liberal yeni sömürgecilik politikaları, bölgeye yönelik gerici kuşatma ve Ortadoğu’ya ilişkin emperyalist düzenlemeler içinde eritmenin peşindedir. Kürt sorunu, hükümetin dediği gibi PKK’nin silahsızlandırılması ile çözülemez. Sadece “Kürt sorununun çözüm sürecinin şiddetten arındırılması” amacına ulaşmak için dahi, geniş kapsamlı bir demokratikleşmeye gidilmesi zorunludur.

Müzakere sürecinin “Kürt sorununun çözümü” yönünde yol alabilmesi için, Paris ve Roboski Katliamları aydınlatılmalı, sınır içi ve sınır ötesi operasyonlar durdurulmalı, Suriye’ye yönelik savaş durdurulmalı, korucu alımları ve karakol inşaatları durdurulmalı, Samsun ve Sinop’taki gibi linç girişimleri aydınlatılmalı ve benzer saldırılar engellenmelidir.

Silahlar demokratik katılım mekanizmaları tıkalı olduğu için devreye girmiştir. Silahların susması isteniyorsa, demokratik katılım mekanizmaları  açılmalıdır. Başta milletvekilleri ve belediye başkanları olmak üzere seçilmiş Kürt siyasetçiler ve KCK tutukluları serbest bırakılmalı, seçim ve siyasi partiler yasası demokratikleştirilmeli, Terörizmin Finansmanını Önleme Yasası iptal edilmelidir.

Kürt halkının siyasal alandaki demokratik örgütlenmelerini boğmak için Hizbullah’ın ve İslamcı-kontra örgütlenmelerin palazlandırılmasından vazgeçilmelidir.

• Türkiye’nin Kürt sorununun çözümü Ortadoğu’nun Kürt, Arap, Acem, Türkmen diğer halklarının kaderi ile karşı karşıya getirilemez. Kürt sorunu hem bir Türkiye sorunu hem de bir Ortadoğu sorunudur. Sorunun çözümü Ortadoğu’ya yönelik mezhepçi, iç savaş kışkırtıcısı ve emperyalizm işbirlikçisi bölgesel güç hevesleri için pazarlık unsuru haline getirilmemelidir. Ne bir başka ülkedeki Kürtlerin kaderi ne de Türkiye’nin bölgesel güç olma hevesleri süreçte pazarlık konusu edilebilir.

• Kalıcı bir barış ve onurlu, demokratik bir çözüme odaklanmış bir müzakere sürecinin yaşanabilmesi, Kürt sorununun tüm boyutlarıyla ortaya konulduğu güçlü bir demokratik toplumsal muhalefet baskısıyla ve Ortadoğu halkları arasında emperyalizme karşı güçlü bir demokratik dayanışmanın inşaasıyla mümkündür.

AKP’nin süreci, “terörün bitirilmesi”  ve “yatırım ortamının iyileştirilmesi” kavramlarıyla topluma sunması önemsiz görülecek bir ayrıntı değildir. Kürt sorununu neo-liberal programlara eklemlemeyi hedefleyen sözde “siyasi çözüm”ler, Kürt sorununu eskisinden daha kötü bir biçimde yeniden üreten bugünkü durumu “barışçı” ortamda sürdürecektir.

Somut bir sorun olarak Kürt sorunu siyasi ve kültürel bir sorun olduğu kadar toplumsal ve sınıfsal bir sorundur. Kürtleri dışlayan, ikinci sınıflaştıran ve şovenist baskının nesnesi haline getiren, Bölge’yi ekonomisizleştiren politikalar, yoksul Kürt emekçilerini Türkiye’de uygulanan neo-liberal yeni sömürgecilik programlarının “en alttaki” katmanı haline getirmekte, Bölge’yi ekolojik ve tarımsal alanda ağır bir yıkıma sürüklemektedir.

AKP’nin Kürt hareketinin siyasal temsilcileri ile masaya oturmak zorunda kaldığı bu süreçte, mücadelenin bu yeni düzleminin ilerici eğilimlerinin güçlendirilmesi ve geri eğilimlerinin engellenmesi açısından da sosyalistlerin etkin müdahalesi gereklidir.

Gelmiş geçmiş bütün siyasi iktidarlarla esasen aynı dili kullanarak salt bir ekonomik yatırım sorununa indirgeyen AKP’nin, Bölge’nin doğal zenginliklerini ve ucuz işgücünü yağmaya açarak yükselmek isteyen yerel egemenlerin iddia ettiği gibi sermaye bu sorunun çözüm adresi değildir. Sermaye ancak Bölge’deki eşitsizlikleri ve bu eşitsizliklerden beslenen bir ezilen halk sorunu olan Kürt sorununu derinleştirecektir.

Çözümün adresi emekçi halkların mücadelesi ve krize devrimci müdahalesidir. Peki bir kez daha soralım, AKP bu süreci heba ederse, yani masayı devirirse kime ve neye güveneceğiz? Başta Kürtler olmak üzere Türkiye emekçi halklarının örgütlü güçleri ve devrimci geleneğidir. Halk hakları için direndikçe AKP durumu eskisi gibi idare edemez, halkı kandıramaz, krizine çare bulamaz. İşte bu nedenle her koşulda güvencemiz halk sınıflarının hakları için iktidara karşı kararlı mücadelesi, halk örgütlerinin güçlendirilmesi AKP’nin zayıflatılmasıdır.

Peki, halk kimdir? Yaşarken, ölürken, mücadele ederken yan yana olan Türk ve Kürt kader ortakları; emekçilerdir, kent ve kır yoksullarıdır, kadınlardır, gençlerdir, onurlu aydınlardır… Çıkarları egemenlerin çıkarlarıyla uzlaşmayanlardır. Türküyle Kürdüyle halk, Kürt halkının kendinden başka dost, tutunacak dal ararken bakacağı tek adrestir. Bölgeyi kana bulayan okyanus ötesi; soluğu AKP milletvekilliğinde alan ağalar, sermayedarlar; özgürlüğü için mücadele eden Kürtlere karşı AKP’yle birlikte komplolar kuran aşiret yönetimlerinin safı hem Kürt hem de Türk halklarının karşısındadır. O zaman herkes safını bilmelidir.

Bugün ihtiyacımız Türkün ve Kürdün emeğin bayrağa altında yeniden kardeşleşmesi, halkın hakları var diyen Türkün bunu aynı zamanda Kürt için, Kürdün de Türkle birlikte savunmasıdır. Bu ortak mücadele, halkların birbirini anlamasının, demokratik birliğinin ve gerçek bir barışın başlıca gereklerindendir.

Bu mücadelenin imkanı, Fırat’ın batısına göçürülüp yoksulluğa, güvencesizliğe ve aşağılanmaya itilmiş 12 milyon Kürdün onurlu bir yaşam özlemindedir. Onurlu bir yaşam için, parasız ve anadilinde eğitim ve sağlık hakkı için, barınma hakkı  için, kent hakkı için, iş güvencesi için, işyerinde eşit muamele görmek için sahip olduğumuz kader ortaklığındadır.

Bu mücadelenin imkanı, ekmeğini ararken her yaz Fırat’ın batısına gidip dönen milyonlarca Kürt mevsimlik tarım işçisinin ve inşaat işçisinin onurlu bir yaşam özlemindedir. Bu onurlu yaşam için Türk ve Kürt emekçinin birbirine uzanması gereken ellerindedir.

Bu mücadelenin imkanı, derelerimize, dağlarımıza, madenlerimize göz koyanlara karşı yürüttüğümüz direnişlerin kardeşliğindedir.

Bu mücadelenin imkanı emekçi halkların bağrında, iradesi bizde, Türk ve Kürt devrimcilerindedir.

Yaşasın halkların kardeşliği!

Oya Ersoy
Halkevleri Genel Başkanı